MEKTUP:
Ahmet Kekeç olmak ne kadar zor, değil mi Ahmet Kekeç?
Demek bu sefer de bana "çakmışsın", Ahmet Kekeç! Ne diyeyim, "çakarsın", senin işin bu...
Üstelik daha dünkü yazının mürekkebi kurumadan bugün devam ediyorsun. Besbelli "kimyan" iyice bozulmuş.
Bana ayırdığın dünkü köşe yazısında farklı alanlarda çok sıkı tahlillerimi yapmışsın:
- Siyaset üzerine,
- Edebiyat üzerine,
- Gazetecilik üzerine,
- Üslup üzerine,
- Psikoloji üzerine...
Yani öyle yazmışsın ki, bende insan içine çıkacak hal bırakmamışsın...
Ama doğrusu "delikanlı adam"sın! Aynı zamanda yazılarımla ilgili olarak bana iltifatlar da etmişsin. Tabii kendi tıynetine uygun biçimde, her bir "iyi" yorumun altında veya üstünde küçültücü, aşağılayıcı, alaycı ifade ve ekler getirerek, kullandığın kelimeleri bile beklenmedik bir hamleyle haince vurarak...
Ve işin ilginci beni pek tanımazmışsın.
"Üç-beş yazısına baktım", diyorsun. "Okudum" yerine "baktım" diyerek kendini düşürdüğün durumun bile farkında olmadan.
* * *
"İsmini çok sık duymadığım, yazılarını merak etmediğim bu duyarlı ve delişmen arkadaş" diyerek beni "onurlandırdıktan" sonra, o "üç-beş yazıda" da, diğer yüzlerce yazımda da olmayan şeyleri sıralayarak bana saldırmayı ve beni hedef göstermeyi deniyorsun. Ne CHP'liliğim ve Kemalistliğim kalıyor, ne darbeciliğim ve "-izmciliğim". (Tahmine dayalı veya kasıtlı yazdığın yalan yanlış yargılarının yanında, bir tek tutturduğun atışın var; o da Gezi direnişçilerinin yanında olmam. Hiç kuşkun olmasın, Ahmet Kekeç, Geziciler'in yanındaydım ve yanında olacağım.)
Yazılarının "ilham noktası" (gerçi kendin açıkça belirtmiyorsun, ama yazarsam kızmazsın herhalde) benim yazdığım twitler. Nelson Mandela'nın Atatürk Barış Ödülü'nü reddetmesi konusunda Ertuğrul Özkök'le polemiğin üzerine benim yazdığım bir twite bozulmuşsun önce. Ama bu pazar yazdığım yazıyı dikkatle okumamış olacaksın ki (pardon, sen okumuyordun, değil mi, bakıyordun; iki de görsel de vardı gerçi o yazıda), yine sapla samanı karıştırmışsın.
Ve sanırım "yandaş" dememe bozulmuşsun. Her ne kadar "Hayır, elbette alınganlık göstermiyorum. Şerbetliyim" desen de, besbelli alınmışsın.
Aslında bana adadığın iki yazı içinde en çok bu bölüm beni etkiledi. Demek hâlâ seni "yandaş" görenlere bozulup kırılabiliyorsun. O halde umut var demektir. İçinde, yüreğinin derinliklerinde bir yerde kendi kişiliğini ve bağımsızlığını koruma güdüsünden kırıntılar kalmış demektir. (Pardon, "psikolojik analiz" yapmayacaktım, ama senden etkilendim sanırım.)
Galiba Ahmet Kekeç olmak epeyce zor, değil mi Ahmet Kekeç?
Belki kendini kurtarabilirsin, ha? Belki bir kez olsun birilerine omuz atmadan, sataşmadan, çekiştirmeden, kavga çıkarmadan, ihbar etmeden sadece kendini ve kendi görüşünü ortaya koyacağın, kavgasız-polemiksiz bir yazı yazabilirsin bir gün?..
Yoksa bu seninki de gerçekten hayat değil yani: Her Allah'ın sabahı uyanır uyanmaz "Bugün yine kime 'çakayım', kelimelerimin şarjörünü kime boşaltayım" diye gailelerle boğuşmak... Yazık ettin kendine be Kekeç!
* * *
Yazılara bakıp okuyamıyorsun, ama twit okumada başarılısın. Ne de olsa kısa ve okuması kolay, değil mi? Bugün de benim bir başka 140 işaretime kızıp Mandela ve Özkök konusuna devam ediyorsun.
Yazdıklarından anladığım kadarıyla, Mandela tartışmasında mutlaka ya seni ya da Özkök'ü "tutmamı" bekliyorsun gibime geldi. Üçüncü bir seçeneğe yer bırakmayacak kadar kendine (ve karşıtına) güvenlisin.
Özkök, Türk medyasının kirlenmesinde özel bir yere sahip. Mandela da dahil, başlıklarıyla, haberleriyle, yayın politikasıyla, medyamıza getirdiği "yenilikler"le onu iyi tanıyoruz. Ama Türkiye gazeteciliğinin hastalığı tek değil ki!
Şimdi artık "sınır tanımaz yandaş gazetecilik" de medyamızın felâketi olmuştur.
Sen attığım mesajlara o kadar kızmışsın ki, bana karşı neredeyse iki gündür Özkök'ü savunmaya ve garip-hayali suçlamalar yapmaya bile çabalıyorsun.
Oldu mu ya, "delikanlı Kekeç"; tek başına dayılanmayı beceremiyor musun ki, karşıma bir de Özkök'le kol kola çıkmaya çalışıyorsun? :)
* * *
Aslında senin anlamadığın önemli bir şey var, Ahmet Kekeç; bütün mesele de zaten orada düğümleniyor. Bana şöyle soruyorsun:
"Sen neyin yanındasın birader? Ben meşru bir siyasi partiyi destekliyorum ve onun yandaşıyım. Sen kimin yandaşısın?"
Bak, Ahmet Kekeç, seni, yazılarımı analiz etmeye çalışırken sıkıntı çektiğin Tolstoy ve Nâzım ile falan hiç yormadan, anlayabileceğin dilde yazayım: Biz seninle ayrı dünyaların insanlarıyız (gazetecileriyiz).
Sen en "delikanlı" tavrını takınıp dayılanırken, bağırıp kükrerken bile, yan gözle birilerine bakarsın. ("Nasıl, amirlerim beğeniyorlar mı beni? Yoksa çok mu ileri gittim acaba?")
Bense kızdığımda da sevindiğimde de kelimelerimi seçerken sadece kendi yüreğimin sesini dinlerim. Kimseye bağımlı da değilim, biat da etmem. Emin ol, senin "müşteri" dediğin okurlar bile asla vicdanımın önüne geçemez.
Sen duymamışsındır herhalde, Latin Amerikalı bir gazeteci-yazar var: Eduardo Galeano. Biz Hayır Diyoruz kitabında, çevirmeni Bülent Kale onunla ilgili şöyle diyordu: "Galeano için sözün onuru vardır, insan etten ve kemikten yapılmıştır, ama söylediği kelimelerden de yapılmıştır."
Anlıyor musun, Ahmet Kekeç?
Hani "Hakan Aksay diye biri... Doğan Akın'ın sitesinde yazıyor." diye yapmışsın ya dünkü yazının girişini. O sitenin bir adı var, Ahmet Kekeç: T24 Bağımsız İnternet Gazetesi. Ve de yayın ilkeleri. En başta gelenini söyleyeyim: Hiçbir ekonomik, siyasi, ideolojik, dinsel odakla ilişkili olmadan bağımsız gazetecilik yapmak.
Bağımsız gazetecilik!
Tekrar edeyim: Bağımsız gazetecilik!..
Ne o? Neden yabancı dilde konuşuyormuşum gibi bakakaldın?..
Saygılarımla...
E-M@IL:
Misafirler yaşam tarzlarını değiştirmeli mi?
Sevgili Eyüp Can,
Özellikle Gezi sürecinden bu yana merkez medyanın izlenmeye değer yazılı yayınları arasında ön sıralarda gelen Radikal'de dün benim yadırgadığım bir başlık ve haber vardı: Gülistan Alagöz'ün "Tek eşe oturma izni Araplara yetmedi" başlıklı haberinden söz ediyorum.
Başlıktaki "Araplar" sanki biraz ayrımcılık ve aşağılama kokuyor gibi. Ya da bana öyle geldi. Ama içerikteki konuya ne diyelim? Adamlar kendi ülkelerinde dört eşe sahip ve onlara göre bu yasadışı bir durum değil.
Şimdi Türkiye hem çağdışı sınırlamaları kaldırma, hem de para kazanma anlamına gelen "Mütekabiliyet Yasası" ile yabancıların gayrimenkul almasını kolaylaştırıyor. Bu yılın 10 ayında yaklaşık 15 bin yabancı, toplam 21 bin 691 taşınmaz satın almış. Özellikle Ruslar ve Araplar oldukça iştahlı.
Elbette bu arada 3 ay olan oturma izninin 1 yıla çıkarılması da yabancıları özendiren bir kolaylık. Ancak...
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 31. maddesi gereği, ev alan kişiye, eşine ve çocuklarına 1 yıl Türkiye’de kalma izni veriliyormuş. Haberde mercek altına alınan bazı Arap misafirlerse birden fazla eşe sahipmiş.
Sanki resmî tutum ve haberin başlığı, "bir tane eş getir kardeşim, burası Türkiye" mesajını taşıyor. Yani "bize misafir olacaksan, bize göre hayat tarzını değiştirmeye mecbursun."
Öyle mi?
Biz böyle yapacağız, adam da öteki eşlerini getirmek için "başka yollar" arayacak, yalan söyleyecek, rüşvet verecek vs.
Bugün "çok eşli", yarın "eşcinsel", öbür gün farklı nedenlerle başkaları...
Bence kimse kimsenin yaşam tarzına karışmamalı. İçerde de, "dışardan gelenlerde" de.
Ve "Tek eşini getir işte, yetmez mi!" vurgusu taşıyan haber, Radikal'e yakışmadı.
Selamlar...
FACEBOOK:
'Baaddin'i de seçim malzemesi yapmayın lütfen!
Mizah hayatımızda hızlı bir fırtına esiyor: Baattin veya Baaddin fırtınası. Uykusuz Dergisi'nin başarılı karikatürü Uğur Gürsoy'un yarattığı bir tip Baattin. Türkiye insanının saf, temiz, yaratıcı, uyanık, kolaycı, numaracı, şakacı, sinirli, kavgacı yanlarını o kadar basit bir şekilde yansıtıyor ki... Kızınca da bıçağı (pardon, "pıçağı") karşısındakinin bir yerine batırıveriyor.
Aslında Baaddin hiçbir şey yapmıyor. Genellikle turuncu bir fonda tek bir yakışıklı pozuyla öylece duruyor. Yanındaki baloncuktaki metinler durmadan değişiyor.
Öyle şeyler yazıyor ki! :) Mesela:
- Sen güçlüsün, bunu da atlatırsın. Yani diyor ki, gelen pıçaklamış giden pıçaklamış, sen alışıksın.
- Ulan 300 lira burs vereceksiniz, istiyorsunuz ki tüm akrabalarım ölmüş olsun, tutunacak dalım kalmasın, sakat kalayım.
- Dişini fırçalayan erkeği bulmuş da macunu ortadan sıkmayanını istiyor. Bak bak lükse bak.
- Apartmanda sensör lambayı yakacaz diye bize Afrika'nın yerel dansını yaptıran teknolojinin Allah belasını versin.
Baaddin öylesine tuttu ki, bir anda yüzlerce, binlerce esprisi çıkıverdi. Özellikle Facebook'ta fırtına gibi yayılıyor. Bu duruma "Baaddin'in babası" (aslında Bahattin onun kendi babasının adı) Uğur Gürsoy da şaştı. Eline kalem alan herkes o baloncuğun içini dolduruveriyor. Artık hangisi orijinal, hangisi çakma, anlayabilene aşk olsun. Aslında çok önemli de değil. Mizahın halka mal olması bu işte. Tebrikler Uğur Gürsoy.
Yalnız "taklitleri" arasında bazen "çok sert konuşanlar" ve bu arada harbiden politikaya soyunanlar var. Özellikle burada gördüğünüz iki Baaddin'den biri, "ülkücü Baaddinseverler" tarafından üretilmiş.
Ülkücülerden ricamdır: Lütfen Baaddin'i siyasallaştırmayın ve tekelinize almaya çalışmayın. Bırakın hiç olmazsa o bizi birleştirsin gülerken...
TWITTER:
Öyle de böyle de 16'ıncıyız
Ey Gallup! Başbakanımız Türkiye dünyanın 16. ekonomisidir diyor, sen "en çok acı çekenlerde 16.'sınız" diyorsun. Sende hiç utanma yok mu be!
@AksayHakan