Mehmet Ali Ağca televizyona çıktı dün gece.
Yüzü eskimiş bir Kavgam kitabına benziyordu. Yıpranmış, soluk, soğuk, sert, acımasız… Ve bir kenara atılmış olmasına karşın, hâlâ her şeyi en iyi bilen tarihi bir kahraman havasında…
Rol yaptığı zamanlar - yani genellikle - ifadeleri pek insani değil, mekanikti. (O da zaten kendini insandan fazla bir şey, bir mesih olarak gösterme çabasındaydı.)
Aktörlük duygusu zayıfladığında, sıkıldığında ve biraz sıkıştığında ise (biraz diyorum, çünkü TRT’deki Kozmik Oda programının sunucusu Rıdvan Memi, onu çok fazla sıkıştıran soru sormadı), sık sık bakışları sola kaydı, ellerini aşırı derecede salladı, durmadan “ya...”, “olay bu yani”, “o kadar basit” gibi anlatımlara başvurdu.
En fazla altını çizmek istediği şey kendine olan güveniydi. Hiçbir şeyden asla pişman olmadığını ve her şeyi en ince ayrıntılarına kadar bildiğini, hatta yönlendirdiğini vurguladı durdu.
Herhalde uzun yıllar sonra yeniden “fethettiği” bir televizyon programından oldukça mutlu ayrıldı.
* * *
Konu, Ağca’nın 1981’de gerçekleştirdiği Papa II. Jean Paul suikastiydi.
“İlahi mucizeyi gerçekleştirme” peşindeki Vatikan’ın emrini yerine getirerek, “sadece yaralamak için” Papa’ya iki kurşun attığını söyledi. Sonuçta “Papa acı çekti, ama Sovyet İmparatorluğu dağıldı” dedi.
Dört tane imparatorluğu (Sovyetler, ABD, Avrupa ve Vatikan) “maşa gibi kullandığını”, sonunda SSCB’nin yıkılması planı yapılmasına ve Soğuk Savaş’ın bitmesine “öncülük ettiğini” savundu.
“Ben, dünya tarihindeki en büyük Hıristiyan mucizesinin merkezindeki tek adamım” buyurdu.
Suikast konusunda kendisi dışında adı geçen insanları, örgütleri ve devletleri sık sık “Bunlar basit tetikçiler. Bunlar kim ki ya?” diye küçümsedi.
“Ortada bir fabrikasyon var. Biz de, hazırlanan senaryolara göre, bazen masum insanları suçluyoruz işte. Birileri de o arada gitti” gibi cümleleri rahatlıkla sarf etti.
İtalya’da suikast öncesi organizasyonu nasıl yaptığını, bazı adamları ayağına dolaşmasın diye nasıl bertaraf ettiğini, silah ve bilgi alışverişinde nasıl bilinçli davrandığını ballandırarak anlattı.
Daha o zamandan ne kadar zeki bir “wunderkind” olduğunu sergiledi; 21 yaşında Abdi İpekçi’ye, 23 yaşında Papa’ya kurşun sıkan adam...
Papa’yla 1983’te hapiste konuşmasının ayrıntılarına girmedi, “İnsanlar zaten anlayamazlar şimdi. Yakında çıkacak kitabımı okusunlar”, demekle yetindi.
* * *
Elbette bütün bunları “Ne olmuş yani!” diyerek küçümseyebilirsiniz. Çünkü Ağca yıllardır garip şeyler söylüyor, peygambermiş gibi açıklamalar yapıyor. Ve 30 yıldır gizlediği sırların bir türlü ortaya çıkarılmamasını da herhalde kanıksadık.
Ama galiba katillerimizi ve katillerden bu kadar kolay etkilenen, şiddete yatkın ruh halimizi daha iyi incelememiz gerekiyor.
Ağca 52 yaşında. Bu 52 yılın 29’unu hapiste geçirdi. Çocukluk yıllarını da çıkarsak? Kaçaklık dönemini ve suça hazırlandığı zamanları da çıkarsak? Geriye ne kadar zaman kalır? 3 yıl mı, 5 yıl mı? “Normal geçen” kaç yılı vardır acaba Mehmet Ali’nin?
Malatya Hekimhan’a bağlı Güzelyurt köyünde nasıl bir çocukluk yaşadı? Sevgiyi, duygusallığı hiç tatmadı mı? Eline silah almadan bir kızın elini tutmadı mı?
İtalya’da hapisteyken medyada fotoğraflarını görerek aşık olduğu (sonradan nişanlanıp ayrıldığı) Rabia Özden Kazan’a iki yıl içinde 150 kadar mektup yazarken neler hissetti? Eski nişanlısının solcu bir İtalyan avukatla evlendiği haberini alınca içinden neler geçti? Böyle kahraman ve yıkılmaz mıydı hep?
Yerli ve yabancı çeteler ve örgütler, onu kullanırken hangi kişisel zaaflarından nasıl yararlandı?
Ya başka “Ağcalar”?
Mesela, Ogün Samast?..
Ya öteki katiller?
Ya onlara hayran olanlar, onları destekleyenler ve koruyanlar?..
Peki ya gerçek katillerle neredeyse birbirine karışan film ve dizilerin eli kanlı kahramanları? Onlar nerelerden çıkar ve nasıl bu kadar kolay evlerimizin baş köşesine kurulur, içten içe sempatimizi kazanabilirler?
* * *
Katillerin bu kadar doğal karşılandığı ve böylesine popüler hale getirildiği ülkemizde, Mehmet Ali Ağca gibi “uluslararası birikim sahibi” bir ismin bir kenarda oturması düşünülebilir mi?
İşte dün devlet televizyonunda bir saati aşkın konuştu. Ve herhalde epeyce reyting getirdi.
Belki ilerde televizyonlarla samimiyeti ilerletebilir. (Zaten bir ara Ağca’nın adı, “iyi para karşılığı” bir dans yarışmasında yarışmacı olacağı haberlerine karışmamış mıydı? “Demokratik görüşlü” bir yapımcı da “Adam cinayet işlediyse, 30 yıl yattı. Yasalara göre cezasını çekti, çıktı sonuçta. Hapisten çıkanları topluma kazandırmak gerekmez mi?” diyerek – kamu vicdanını değilse bile – yasal hak ve özgürlükleri parlak bir şekilde savunmamış mıydı?)
Ağca şimdi niye bir program sunmasın? Veya bir gazetede köşe yazarı olmasın? “Süpermarket” gazetelerimizden birinde kendine yer bulamaz mı acaba?