26 Mayıs 2015

8 Haziran: Savaşın başlangıcı mı, gerçek barışın ilk adımı mı?

Bugün Türklerle birlikte özgür bir ülke kurmak için bu kadar güçlü bir irade sergileyen Kürtlere ve barışa sahip çıkmayacak mısınız?

Barışa ve savaşa aynı anda ve aynı hızla koşmak mümkün mü?

Geçen hafta birkaç kez bu izlenime kapıldım ve bu soruyla boğuştum.

Bir bakıyorsun, bunca mücadeleden, çileden, kandan sonra artık barış yolu açılmışken ve halkın çoğu sürece destek veriyorken bu işten geri dönüş yok...

Sonra bir daha bakıyorsun, her şeye rağmen gelinen aşama – çok önemli de olsa – sadece bir ateşkes ve bir adım bile daha ileri gitmesine izin verilmiyor...

Ve belki de bir süredir iç savaşın yeniden başlatılması için hazırlık yapılıyor, nabızlar tutuluyor.

Hangisinin, barışın mı savaşın mı kazanacağını gösterecek çok önemli bir tarih var: 7 Haziran 2015.

*    *    *

 

Urfa ve Mardin’e birer günden daha az süre düştü. Diyarbakır’a, yani Amed’e ise iki günden biraz fazla.

Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun bu kentlere düzenlediği seçim gezisi, milletvekili adaylarıyla görüşmeler, yerel gazetecilerle sohbetler ve “sokaktaki adam” üzerine izlenimler için bir fırsat oldu.

Bu yazının ilk satırlarını, gezinin sonunda Amed’in büyüleyici bir köşesinde, Sülüklü Han’ın loş ışıkları altında ve hüzünlü bir müzik eşliğinde şarabımı yudumlarken yazmıştım.

İlginç ve yorucu bir gün geride kalmıştı.

Buranın insanları çok candan, konuşkan ve meraklı.

Biz onlara soruyoruz bölgede neler oluyor diye, onlar da - cevaplarını bitirir bitirmez - bize “Batı’daki durum”u ve ne düşündüğümüzü...

 

*    *    *

 

Ne olacak?

Barış mı savaş mı, ne?

Daha yetmedi mi?

On yıllardır Kürtleri yok saymak, “kart-kurt” ve “dağ Türkü” olarak aşağılamak, onları “ikinci sınıf vatandaş” görmek yetmedi mi?

Binlerce Kürt köyünü boşaltmak, insanlara eziyet etmek, dışkı yedirmek, kendi dillerinde konuşmalarını yasaklamak, en ufak bir tepkilerinde hepsinin alnına “terörist” damgasını vurmak yetmedi mi?

Koca bir halkı ezerek susturabilir misiniz, yok edebilir misiniz?

Çocukluktan başlayarak durmadan beynimize şırıngalanan milliyetçi şablonları, insanların ve insancıllığın tepesine tepesine indirilen “vatan bölünmez” kalıplarını kimin nasıl kullandığını sorgulamadan daha ne kadar düşmanlık yapacaksınız?

Özellikle de bugün, Kürtlerin Türklerle birlikte demokratik bir ülke kurmak için bu kadar güçlü bir irade sergiledikleri ortamda, onlara ve barışa sahip çıkmayacak mısınız?

Siz “yeni” olanı ve “umudu” görmemekte direnir, bildik alışkanlıklarınıza ve tercihlerinize sığınırsanız, AKP’nin tezgâhladığı savaş provokasyonlarına gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatırsanız...

Ne olacak?

Barış mı savaş mı, ne?..

 

*    *    *

 

Kürtlerin bana ve diğer gazeteci arkadaşlara sorduğu sorulardan anladığım, hayır, anladığım değil, hissettiğim şu:

“Biz her şeyi sinemize çektik. Acılarımızı, kayıplarımızı, aşağılanmalarımızı... Sizlerle birlikte tek bir vatan içinde dostça yaşamak, demokratik bir ülke kurmak istiyoruz... Siz buna destek veriyor musunuz? HDP’nin yüzde 10’luk barajı aşmak için (bizim oylarımız dışında) gereken yüzde birkaç (3-4?) oyu vermeyecek misiniz? Bizi umursamıyor musunuz? Ölen on binlerce insanı önemsemiyor musunuz? Yeni binlerin, on binlerin ölme ihtimalini fark etmiyor musunuz?..”

Abarttığımı düşünebilirsiniz.

Ama benim kuşkum yok.

Bu netlikle dile getirilmese de, bazen kibarca yumuşatılsa da, kimi zaman da kahredici bir sessizliğin içine gizlense de ben bu soruları hissediyorum.

 

*    *    *

 

Kürtler barışı çok ama çok istiyor. Ve Kürtler savaşa hazır.

Daha fazla kandırılmak, ezilmek, aşağılanmak, yok edilmek istemiyorlar.

Çözüm süreci denilen ateşkese büyük önem veriyorlar.

Ama iktidarın kendi kontrolünde olmadan ve kendisi “bahşetmek” istemediği zaman sürecin tek bir milimetre ilerlemediğini görüyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kısa süre içinde “Dolmabahçe”yi, “masa”yı, Kürt sorununu ve hatta Kürtlerin varlığını reddeden bir konuma gelmesini sadece “seçim kampanyasının anlaşılır söylemleri” olarak olağan karşılamıyorlar.

İktidarın son dönemde Kürtlerin içerde ve dışarda güçlenmesinden çok rahatsız olduğunu ve her şeyden vazgeçip tekrar iç savaş yoluna sapma ihtimalini görüyorlar.

HDP’nin en adaletsiz biçimde, yasal olmayan yöntemlerle, hile ve kalleşlikle “barajın altına itilmesi” sonucu kara bir senaryonun gündeme sokulabileceğini tahmin ediyorlar.

8 Haziran’da kanlı bir yola ilk adımların atılabileceği kanısındalar.

Ve bundan korkmuyorlar.

Ben buna inanmıyorum; çünkü ben bundan çok korkuyorum, “siz nasıl korkmazsınız?” diye üsteliyorum...

Elbette iç savaş çıksın istemiyorlar. Ama daha çok istemedikleri bir şey var:  Yok sayılmak, ezilmek istemiyorlar artık.

Bir meslektaşımız itiraz vurgusuyla soruyor:

“Ama HDP yöneticileri, barajı geçemezsek de barışçı yöntemlerden ayrılmayacağız diyor?..”

HDP yöneticilerine inanıyorlar. Kimse HDP’nin söyleminde yalan dolan aramıyor.

Ancak HDP’nin bugünkü canhıraş çabaları –ve kendilerine yönelik saldırılara karşı gösterdiği olağanüstü sabır– sürse bile, kimse ama hiç kimse gelişmelerin önüne geçemeyebilir. İktidar yeniden kan dökme yoluna girerse karşısında çok güçlü bir direniş bulabilir. Buradaki Kürtlerin sözlerinden, bakışlarından, ruh halinden çıkardığım sonuç bu.

*    *    *

 

Bir arkadaşımız soruyor:

“Ne olursa olsun, sizin AKP dışında ortak dil bulabildiğiniz başka parti var mı ki?”

İçinde cevap önermesini ve baskısını taşıyan bir soru bu. Ama cevap genellikle siparişe uygun çıkmıyor.

Benim izlenimim, son zamanlarda Kürtlerin önemli bir bölümünün en büyük tepkisini kazanan parti AKP, kişi ise –açık ara– Erdoğan...

Erdoğan’a tepkilerin yoğunlaşmasının nedenlerinden biri “düştü düşecek” dediği Kobane.

Sadece bu “talihsiz” demeci verdiği (“talihsiz” demek ne kadar hafif kalıyor!) 7 Ekim 2014 tarihi ve civarı değil söz konusu olan...

Bugün de sürüyor Kobane...

Biz ziyaret ettiğimiz sıralarda Şengal, Rojava ve Kobane’den çok sayıda ölü gönderildi bu kentlere.

IŞİD’e karşı savaşmaya giden buralı Kürt gençlerinin cansız bedenleri...

Ve sağ kalan, şimdi bu gençlerin yasını tutan Kürtler, bu kayıpları sadece IŞİD’le değil, onu destekleyen Erdoğan’ın sembolize ettiği Türkiye iktidarıyla savaşın sonucu olarak görüyorlar.

Savaşın... Hâlâ devam eden kanlı çatışmaların...

*    *    *

 

Savaş! Bütün sözlüklerdeki en korkunç kelimelerden biri.

Dünyanın her yerinde...

Burada da...

Ama burada bu kelimeye alışılmış. O kadar korkutucu değil sanki birçoklarına göre.

Çocuklar bile çok rahat konuşuyor bu konularda.

Çatışmalar ve ölümler ne yazık ki çok sıradanlaşmış buralarda.

Genç ölülere sessizce ağlamasını öğrenmiş bölge halkı.

Ne kadar yürek sızlatan bir gerçek...

Bir Kürt arkadaşım şehirdeki “yas evleri” konusunda benim peş peşe sorular sormamı biraz yadırgıyor. Belli ki çoktandır bu konuda düşünmemiş bile.

Ölüm, ağıt, yas...

Müziğin notalarıyla uyumlu bir sesle Amed sokaklarını hüzünlendiren dengbêj” kim bilir neler anlatıyor...

Oradaki arkadaşlarıma, yeni tanıştığım güzel insanlara söylüyorum; ama aslında onlara değil kendime vaat ediyorum:

“Sonbaharda buraya tekrar geleceğim mutlaka. Hem de öyle 1-2 günlüğüne, koşturmaya değil, daha yakından tanımaya...”

Sonbahar...

Sonbahara daha çok var...

Önce şu seçimleri kazasız belasız atlatmalıyız.

Ve HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasını sağlamalıyız.

Sonbaharda barış ve demokrasi rüzgârları altında gezmek mümkün olsun Kürt kentlerinde...

Savaş tümüyle tarihe karışsın, onu savunanlarla birlikte...

 

@AksayHakan 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"