10 Temmuz 2022

İlk Osmanlı kartpostalcısı Max Fruchtermann

Max Fruchtermann'ın hikâyesini Mert Sandalcı 2000 yılında Koçbank'tan çıkan 3 ciltlik "Max Fruchtermann Kartpostalları" kitabıyla ayrıntılı bir şekilde anlattı. Feriköy Protestan Mezarlığı'nda Max Fruchtermann'nın mezarını gördüğümde Mert Bey'i aradım ve konuşmaya başladık

Geçtiğimiz hafta sonu Feriköy Protestan Mezarlığı'na Hacı Karakin Bey'in mezarını ziyaret etmeye gittim. Ordulu Ermeni aileler içindeki tek Protestan aile. 1915 sonrası yaşananlar, Varlık Vergisi ile dağılan hayatı ve dünyanın dört bir tarafına dağılan çocuklarının hikayesini daha sonra konuşuruz… Bugün, İlk Osmanlı Kartpostalcısı Max Fruchtermann'dan söz edeceğim.

Max Fruchtermann'ın hikâyesini Mert Sandalcı 2000 yılında Koçbank'tan çıkan 3 ciltlik "Max Fruchtermann Kartpostalları" kitabıyla ayrıntılı bir şekilde anlattı. Feriköy Protestan Mezarlığı'nda Max Fruchtermann'nın mezarını gördüğümde Mert Bey'i aradım ve konuşmaya başladık. Mert Bey'in kitap süreci hakkında anlattığı ayrıntılar benim de bu yazıyı yazmama sebep oldu. Bugün Max Fruchtermann'nın mezarı böyle bakımlı ve düzgünse, ailesi, hayatı ve eserleri hakkında tüm detaylara sahip isek bunu Türkiye'nin en büyük kartpostal koleksiyoneri Herman Boyacıoğlu ve Koleksiyoner ve Araştırmacı-Yazar Mert Sandalcı'ya borçluyuz.

Mert Bey, kitap yazım sürecinde birçok ülkeye ziyaret gerçekleştiriyor. Max Fruchtermann'nın 2500 yakın kartpostalını toplayıp bir araya getirmek kolay olmamalı! 1999 yılında Feriköy Protestan Mezarlığı'nda Max Fruchtermann'nın mezarını ziyaret etmeye gittiğinde mezarının çok bakımsız ve yazılarının okunmaz halde olduğunu söyledi. Oysa ki bugün Mert Bey ile konuşurken karşısında durduğum mezar gayet bakımlı görünüyordu! Mert Bey, mezarın bu durumu karşısında bir şeyler yapmak istiyor ve Herman Boyacıoğlu'nun 1970 yılındaki mezar ziyareti sırasında almış olduğu notlar sayesinde taşın üstünde yazan yazıları tekrar elden geçiriliyor, tüm mermeri temizletip toprak eklenerek çiçekler dikiyor ve mezar 22 yıl önce yapılan bu işlemler sonrası bu duruma geliyor. Harika bir saygı duruşu bu!

Mert Bey'i sadece bu çalışmasıyla sınırlandırmak haksızlık olur. Harika işlere imza atan, eserleri ve değeri maalesef yıllar sonra anlaşılacak biri. "Türkiye'de süreç böyle işliyor". Mert Bey ile geçen hafta tabelalar konusunda konuşmamız sonrası Osmanlı dönemi ve Erken Cumhuriyet dönemi tabela işleri ve koleksiyonerleri hakkında beni bir yıl ileri götürecek iki sayfaya yakın not almıştım. Mert Sandalcı güzellemem bitmez, biz Max Fruchtermann'na dönelim. Burada, sizi Mert Bey'in şiirsel anlatımıyla baş başa bırakıyorum:

"Yüksekkaldırım'da bir çerçeveci dükkânı…

43 yaşındaki posbıyıklı adam, düşünceli düşünceli elindeki kartpostala bakar ve hatırlar bir bir:

Dondurucu kuzey soğuğunda yola koyuluşunu…

İstanbul'daki ilk günlerinde sürekli hissetiği ürpertiyi…

İtfaiyecilere yalvar yakar Beyazıt Kulesi'ne ilk çıkışını…

Kuşbakışı İstanbul'u…

Yüksekkaldırım'da bir aşağı bir yukarı koşuşturduğu gençlik günlerini…

Hepsi adım adım yaşanmaktadır yeniden…

Sonra, yine...

Her günkü hayali gözünün önünde canlanır:

Cadde-i Kebir'de bir dükkân…

Vitrininde Prusya sefirinin Paris'te görüp de anlata anlata bitiremediği şu ferforje kartpostal standlarından biri…

Sonra kartpostallar ve kartpostallar…

Komşularından ressam Vereano, şapkacı Toumanoff, kitapçı Vlastos, kunduracı Daffos, mobilyacı Bellis…

Hepsi başka başka şeyler söylemektedir kartpostalcılık hakkında…

Kafası karmakarışıktır…

Bir hokkaya bir de kaleme bakar…

Heyecandan titreyerek ikisini buluşturur…

Mavi pelür kâğıt üzerinde ilk kelimeler dökülmeye başlar;

Emil Pinkau, Imprimerie, Berslau…

Monsieur…

İşte o andan itibaren, İstanbul'a ve Osmanlı'ya ait ilk kartpostalların basılmasının kararı verilmiştir artık…

Breslau'da Emil Penkau Matbaası'nın litolarına ilk aktarınlar: Sarayburnu, Köprü, Dolmabahçe, Beyazıt Kulesi, Sultanahmet Camii, Arnavutköy, Kuzguncuk, Hamallar, Sakalar, Dervişler, Balıkçılardır…

28 Aralık 1895…

İnsanın iliklerine işleyen soğuk bir günde, posbıyıklı adam adına gelen kolileri Sirkeci Gümrüğü'nden hamallarla Yüksekkaldırım'daki dükkâna taşıtır. Sabrı tükenmiştir. Hızla paketleri açar ve kartpostalları birer birer Vahan Usta'ya yaptırttığı ferforje kartpostal standına dizmeye başlar…Tam o sırada yoldan geçmekte olan devetüyü paltosunun yakasını kaldırmış bir adam, vitrindeki kartpostalları fark edince içeriye girer ve incelemeye başlar.

- Acaba bugün postaya versem yılbaşında İsviçre'ye varır mı? diye düşünür kendi kendine ve denemeye karar verir.

Aslında hangisini alacağına daha ilk bakışta karar vermiştir ama yine de hepsine bir göz atmadan duramaz. Sonunda bir kuruşluk mecidiyeyi tezgâhın üstüne bırakır, az evvel üzerinde yürüdüğü Köprü'nün kartpostalını küçük deri çantasına özenle yerleştirir, teşekkür eder ve Galata, Kara Mustafa Sokağı'ndaki Avusturya Postanesi'ne doğru yola koyulur.

Avusturya Postanesi'nin gişe memuru Pauy Sucanoff, devetüyü paltolu adamın postaneden çıkmasından hemen sonra damgalamak üzere sepete attığı kartpostalı eline alır. Hızla müdür Charles Jeglinger'in odasına yönelir, kapısını tıklatır.

Az sonra Klezl, Rainalter, Falconetti, Tedeschi, Gandolfi, Winter nerdeyse tüm memurlar müdür Jeglinger'in odasında toplanırlar. Hepsi merakla kartpostalı incelemektedirler ki…

Birden Şef Muavini Gösti:

"Bunu bizim Yüksekkaldırım'daki çerçeveci basmış" der.

Posbıyıklı adam kimine göre akıllıdır, kimine göre deli.

Ama ne fark eder…

O akşam Orient Express'in posta vagonunda ilk Osmanlı Kartpostalı Neuchatel'e doğru yola çıkmıştır bile…

31 Aralık 1895…

Eczacı Fritz Jordan asırlık dükkanının kapısına bağlı küçük çanların çalmasıyla yerinden kalkar. Gelen postacıdır, getirdiği ise İsviçre'nin İstanbul'daki büyükelçiliğinde çalışan oğlunun gönderdiği bir kartpostaldır. Eczacı evine vardığında, elinde yeni yılın en büyük sürprizi, karısına sarılır… O gece Jordan'ların evinde toplananlar bu İstanbul manzarasını, Beyazıt Kulesi'ni, Köprü'yü ve yelkenlileri hayranlıkla seyrederler.

Gecenin sonunda Eczacı Fritz çalışma masasına oturur, çekmeceden büyütecini çıkartır ve tekrar tekrar bakar, kartpostalı sağ doğru çevirir sonra büyüteci biraz daha gözüne yaklaştırır ve okur.

Editör Max Fruchtermann, Constantinople…

Posbıyıklı adam ise aynı saatlerde Janni'de içtiği biraların etkisiyle çoktan sızmıştır.

Mutludur…Rüyasında yeni dükkanının tabelasını asmaktadır… Yüzündeki tebessüm gittikçe genişler. Tabelayı asar, biraz geri çekilir, bir daha, bir daha okur:

"Max Fruchtermann, Grand Rue de Pera…"

O artık koca imparatorluğun ilk kartpostal editörüdür! …"

Yazarın Diğer Yazıları

Fânî

Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir: "Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

Hakikat, insan hikâyesidir: Kiske Kuşunun Peşinde, Katamizeler

Hakikati nerede bulacağız? Devletlerin çok amaçlı resmî anlatılarında değil elbette. Hakikat, insan hikâyesidir. Devreden değerler mirasındadır. Hayatın absürt gerçekliğini kavramak üzere yaratılmış sözlü tarihtedir

Turuncunun hüznü

1942'de Ordu Varlık Vergisi listesinde Hamdi Evrensel (Agop Çilciyan) ismini görüp görüştüğümüzde artık ailenin hikâyesini not düşmenin zamanı geldiğini düşündüm