04 Ağustos 2019

Zamanda geleceğe zorunlu yolculuk!

Bir uçak yolculuğu sonrasında evimize döndüğümüzde 'evdekilere göre' mikro salise mertebesinde daha genç olarak geleceğe gitmiş oluyoruz

Geleceğe ya da geçmişe gidebilmek ve geri dönebilmek insanın değişmeyen hayali.

Biliyorsunuz bizim mutlak zaman algımız termodinamik yasalara göre ileriye doğru akıyor. Zamanı, olayların akışı ya da sıralanması olarak da tanımlıyoruz. Bu bağlamda zamanda yapılacak bir yolculuğun bu akışı değiştirebilme olasılığı zihinleri kurcalamaya devam ediyor.

Büyükbaba paradoksu bunlardan biri.

Şöyle özetleyelim: Geçmişe gidiyorsunuz ve genç bir ergen olan büyükbabanızı öldürüyorsunuz. Babanız henüz doğmamıştır ve bu yüzden siz de hiç doğmamış oluyorsunuz. Oysa siz varsınız ve bu durumda geçmişe giderek büyükbabanızı da öldüremezsiniz. Bilim kurgu senaristlerinin en çok sevdikleri tema, büyükbaba paradoksu.

Hayallerimizi süslese de bizim mutlak zaman algımız şimdiki zamanı kullanıyor, zamanda yolculuğa izin vermiyor.

Sonuçta entropi ile sürüklenen zorunlu ve tek yönlü zaman yolcularıyız.

Derken, 1900'lerin ilk çeyreğinde zaman algımızı kökten değiştirecek önemli gelişmeler olur.

Einstein, 1905 de yayınladığı makalesinde ışık hızını evrendeki en üst hız olarak sabitlerken zamanın da hıza bağlı olarak değişeceğini öne sürer. Ama daha önemlisi ışık hızına yaklaşıldıkça zaman yavaşlamakta ve ışık hızına ulaşıldığında ise durmaktadır.

Yalnızca zaman mı? Uzaklık ve kütle de hıza bağlı olarak değişmektedir.

Bilim dünyası daha birinci makaleyi sindiremeden ikincisi gelir, yıl 1916.

Kütle, gergin bir çarşafın üzerine konulmuş bilyeler gibi evrenin dokusu olan uzay-zamanı bükmektedir; büyük kütleler daha çok, daha hafifler daha az.

Bu uzay-zaman bükülmesi, kütlesel çekimin temel nedenidir.

Ve zaman, bükülmenin büyük olduğu yerlerde yavaş, daha az olduğu yerlerde daha hızlıdır. Kısaca yer çekimi az ise zaman hızlı, yer çekimi çoksa zaman daha yavaştır.

Kozmosu uçsuz bucaksız bir okyanus olarak hayal edin.

Kozmos, okyanus örneğinde olduğu gibi sürekli bir devinim halinde. Okyanus suyunun yerini uzay-zaman dokusu alıyor. Galaksiler ve galaksi kümeleri birbirinden uzaklaşıyor; patlamalarla yeni yıldızlar oluşurken ölmekte olan yıldızların kütleleri kendi üzerine çökerek girdaplar yaratıyor ve zaman bazı yerlerde yavaş, bazı yerlerde hızlı akıyor.

Einstein bu öngörülerde bulunduğunda birçok gök cismi ya keşfedilmemişti ya da teoride vardı; örneğin kara delikler henüz kanıtlanmamıştı.

Sonrasında hızla yol alındı, kozmosda daha önce varlığı bilinmeyen birçok gök cismi keşfedildi. Bu gök cisimlerinden en inanılmaz olanı ise kara delikler.

Uzay zamanın en çok büküldüğü yerler olan bu kara deliklerde yer çekimi inanılmaz büyük ve zaman o oranda yavaştı, doğal bir zaman makinesi gibi.

İnsanın aradığı zaman makinesi bulunmuş olabilir miydi?

Bugün biliyoruz ki içinde yer aldığımız Samanyolu'nun merkezinde, Dünya'dan 26 bin ışık yılı uzakta galaksinin en ağır gök cismi bulunuyor. Bu süper kara delik çok büyük bir kütlesel güce sahip, ışık bile onun çekim etkisinden kaçamıyor.

Bu kara deliğin zaman üzerindeki yavaşlatıcı etkisi, onu doğal bir zaman makinesine dönüştürebilir mi?

Hawking, bu korkutucu gerçekliğin geleceğe yolculuğun kapısını aralayacağını söylüyor.

Peki bu nasıl olacak? Ve neden yalnızca gelecek, niye geçmişe değil?

Çünkü zaman kara deliğe yaklaşıldıkça yavaşlıyor, yer çekim kuvveti çok büyük. Kara delik kenarına gelindiğinde ise duruyor. Olay ufku olarak tanımlanan sınırdan sonrası artık dönüşü olmayan bir yol, olay ufkundan içeriye girenler için bir daha geri dönüş şansı yok.

Şimdi bu kara deliğe düzenlenen bir geziye katıldığınızı ve olay ufku dediğimiz çizgiyi geçmeden kara delik yörüngesinde bir iki tur attıktan sonra geriye Dünya'ya döndüğünüzü hayal edin. Sizi karşılayacak olan Dünya zamanı ile gelecek olacaktır; yaşıtlarınız yaşlanmış, siz ise ayrıldığınız yaştasınızdır.

Peki, ya geriye, geçmişe gitmek mümkün mü?

Maalesef geri dönüş yok, artık gelecektesiniz. Tekrar bir kara delik yolcuğu yapıp yine olay ufkunun gerisinde bir iki tur atıp geri dönseniz bile bu yolculuk sizi Dünya zamanı ile daha uzak bir geleceğe taşır, yani bu yöntemle geçmişe dönüş yok.

Siz, kara delik yakınlarında oyalanırken dünya ile saatlerimizi senkronize etseniz bile, Dünya'ya dönüşte Dünya zamanı yine sizden ileride olacaktır.

Aynı deneyimi Dünya üzerinde mikro düzeyde deneyimlemek mümkün. Biliyoruz ki Dünya'nın yüksek dağlık yerlerinde yer çekimi deniz kenarına göre daha az ve dolayısıyla zaman dağda daha yavaş akarken, deniz kenarında mikro düzeyde daha hızlıdır. Sezyum saatler kullanılarak bu etkiyi Dünya üzerinde de tespit etmek mümkün.

Einstein'ın diğer devrimsel öngörüsü ise ışık hızı ve hızın zamanı yavaşlatması. Yani, ne kadar hızlı hareket edersek, zamanın da o denli yavaşlıyor olması.

Eğer bir astronot, ışık hızına yakın bir hızda uzayda yol alıp Dünya'ya geri dönerse, o da yaşıtlarını bulamayacaktır.

Maryland Üniversitesi'nden Profesör Carol Allie, hızın zamanı nasıl etkilediğini mikro ölçek düzeyde test etmek üzere senkronize iki atom saatinden birini yeryüzünde bırakıp diğerini bir jet uçağına yerleştiriyor. Yıl 1975. Uçağın uçuşu sonrası saatlerin zamanları karşılaştırıldığında uçaktaki saatin salisenin çok küçük bir parçası kadar yavaşlamış olduğu görülüyor.

Zamanın hıza ve yer çekimine bağlı olarak yavaşlaması artık bir fantezi değil, bir gerçek. Bu olgu, geleceğe yolculuğun kapısını açabilir mi, onu da zaman gösterecek.

Einstein'in öngörülerine göre hepimiz zamanda yolculuk yapıyoruz. Bir uçak yolculuğu sonrasında evimize döndüğümüzde 'evdekilere göre' mikro salise mertebesinde daha genç olarak geleceğe gitmiş oluyoruz.

Görelilik Teorisi'ne adını veren de bu olgu: Kime göre?

Sonuçta zaman bir nehir gibi akıyor ve öyle görünüyor ki her birimizi 'an'a kilitleyerek acımasızca sürüklüyor.

Ama geriye akmıyor, geçmişe gidiş görelilik kavramında da yok.

Peki ya solucan delikleri? Ya da kuantum dünyası, paralel evrenler?

Geçmişe yolculuk için umut bir ölçüde onlara bağlansa da öngörüler henüz bilim kurgu tadında, bir başka yazının konusu olacak kadar hacimli.

Ama yine de hatırlatalım: Jules Verne, 1865 yılında "Ay'a Seyahat"i yazdığında bir gün gerçekleşeceğine kaç kişi inanıyordu?

Yazarın Diğer Yazıları

Uzayda niye akıllı bir yaşama rastlamıyoruz?

Bilgisayarlar teknolojik aşamaya ulaştığında, işleme kapasitelerini nasıl artıracaklarını da öğrenecekler, gelişmeleri daha da hızlanacak ve artık kontrol tümüyle kendilerinde olacaktır. Bu yeni zekâ, ölümsüz olacak ve evrenin her yanına yayılabilecek

Uzayın keşfinde robotik astronotlar dönemi

Öyle görünüyor ki yapay zekâ, insanın yakın gezegenleri kolonize etme tutkusunu tetikleyecek ve bu amacın gerçekleşmesinde insanın önemli bir müttefiki olacak. Tüm bunlar olanaksız bir hayal ürünü gibi görünse de unutmayalım, bugün yaşamakta olduklarımızı daha önce kim hayal edebilirdi ki?

Yapay zekâ duraklatılmalı mı?

Yapay zekâ, yaşamımızı ve çalışma tasarımlarımızı değiştirdi ve değiştirmeye de devam edecek, görünüyor. Peki neden yapay zekâyı geliştirme çalışmalarını duraklatmalıyız?

"
"