28 Kasım 2021

Hayal gücünün yarattığı büyülü gerçeklik

Bilim insanları tüm dikkatlerini patlama öncesine yönelttiler. Bunun daha öncesi de olmalı, dediler. Niye olmalı diye sorarsanız yanıt şöyle: "Oralarda bir şeylerin olması, olmamasından daha akılcıdır."

Evrenimiz büyük bir patlamayla başladı. Bu büyük patlama, uzay-zaman dokusunu gererek, büyük miktarda enerjinin her yöne saçılmasını sağladı. Saçılan enerji hızla genişledi, genişledikçe soğudu; ardından madde oluştu ve oluşan madde yer yer toplanarak önce atomları, sonra elementleri, ardından yıldızları, galaksileri ve bildiğimiz günümüz evrenini oluşturdu.

Sonra bilim insanları tüm dikkatlerini patlama öncesine yönelttiler. Bunun daha öncesi de olmalı, dediler.

Niye olmalı diye sorarsanız yanıt şöyle: "Oralarda bir şeylerin olması, olmamasından daha akılcıdır."

Ve dediler ki: Belki de tek evren bizimkisi değildir!

İnsan aklı ve hayal gücü, birbirinden bağlantısız çoklu evren modelleri geliştirdi.

Çoklu evrenler bir kuram değil; kuramlar uzantısında öngörülen çoklu evren modelleridir.

Çoklu evren modelleri

Kozmolog Max Tegmark, bilim dünyası tarafından ileri sürülen çoklu evren modellerini dört farklı grupta ele alıyor:

Seviye I: Bu grupta yer alan evrenlerin, sonsuz büyüklükteki uzayda aynı noktadan bir büyük patlama ile ortaya çıktığı, aynı fizik yasalarının geçerli olduğu, ancak farklı başlangıç koşullarına sahip olmaları nedeniyle her birinin farklı evrelerde bulundukları varsayılıyor. Bizim evrenimizin de içinde bulunduğu bu evrenler birbirinden uzakta ve Hubble hacmi ile tanımlı olup Hubble hacmi, her bir evrenin etrafını saran bir uzay baloncuğu olarak tanımlıdır. Dolayısıyla ışık hızının sınırlı değer alması nedeniyle evrenlerin birbirleri ile teması veya görüntülenmeleri imkansızdır. Brian Green tarafından tanımlanan "Kapitone çoklu evrenler" bu sınıflama içinde yer alır.

Seviye II: Bu sınıflama içinde yer alan çoklu evrenlerin çıkış noktası, Büyük Patlama sonrası oluşan sonsuz şişme (inflation) kuramına dayanır. Sonsuz şişme, bazı uzay bölgelerinde şişmenin durması ve diğer bazı bölgelerin ise şişmeye devam etmesi sonucu çok sayıda yalıtılmış "kabarcık evren"in ortaya çıkmasını sağlıyor. Uzay genişlemeyi sürdürür, evrenler arasındaki mesafe sürekli artıyor olduğundan ışık, genişleme karşısında yavaş kalır. Bu grupta yer alan evrenlerin her birinde temel sabitler ve fizik yasaları farklıdır. "Kabarcık çoklu evrenler" ve "enflasyonist cep evrenler" bu sınıflamaya giriyor. 

Seviye III: Bu grupta yer alan evrenler, Hugh Everett tarafından ortaya atılan kuantum fiziğinin paralel dünyalar yorumundan esinleniyor. Popüler bilimkurgu filmlerinde işlenen paralel evrenler, genellikle bu türden evrenlerdir. Bu seviyede tanımlanan paralel evrenler bizim kendi evrenmizin içindedirler, aynı temel fizik yasalarına sahip, ancak farklı başlangıç koşulları olan evrenlerdir, buna rağmen bu evrenlere ulaşmak olanaksızdır.

Düzey IV. Bu seviye, her bir evrenin bir matematiksel denklemle ifadesine dayanan bağımsız gerçeklikleri ifade eder. Bir başka deyişle bir evren matematiksel olarak tanımlanabiliyorsa, fiziksel olarak da muhtemelen vardır. Bilim insanları, matematiğin evreni tanımlamak için yararlı bir araç olduğunu belirtiyorlar.

Çoklu evrenler test edilebilir mi?

Günümüz terminolojisinde bizim evren olarak tanımladığımız bölge uzayın gözlemlenebilir bölümüdür. Bunun ötesinde neler olduğunu bilmiyoruz. Işık hızının sabit olması, Hubble sınırının dışındaki nesnelerin yaydığı ışığın bizlere ulaşmasını olanaksız kılıyor.

Çoklu evren olarak kastedilen yapı ise Hubble hacmi sınırlarının ötesinde ya da dışında olası tüm evrenleri kapsıyor ve bizim evrenimiz de doğal olarak onun küçük bir bölümünü oluşturuyor.

Bilim insanları çoklu evren modelleri için bunları söylüyor. Diyelim ki öyle: Gerçekten çoklu evrende yaşıyor olabilir miyiz?

Çoklu evrenler için henüz deneysel ya da gözlemsel bir kanıt yok, ancak ipuçları bizlere o sınırların ardında bir şeylerin olması gerektiğini söylüyor.

Bu ipuçlarından en önemlisi "ince ayar" olgusu. Yıldızların uzun ömürlülüğü, ışığın sabit hıza sahip olması, karbonun bolluğu, fotosentez için ışığın varlığı ve karmaşık kuantum parçacıklarının sahip olduğu özellikler gibi daha birçok şey yaşamın var olması için hassas bir denge içinde. Bilim insanları bu özelliklerin bir araya gelmesini istatistik yöntemlerle açıklamaya çalışıyorlar: Onlara göre, eğer yalnızca tek bir evren varsa, içinde yaşam şansı olamazdı; ancak çoklu evrenlerde ve onlar arasından en az birinde yaşamın ortaya çıkması için yeterli "şans" vardı.

Bir başka ipucu da şişme kozmolojisi. Sonsuz şişme kuramı kabul gördükçe, daha fazla fizikçi, rastgele evrenlerden oluşan çoklu evrenin var olabileceği fikrine sıcak bakıyor.

Henüz deneysel ya da gözlemsel bir kanıt olmasa da bu durum çoklu evren argümanının hiçbir zaman test edilemeyeceği anlamına gelmiyor. Örneğin, evrenimiz birbiriyle bağlantısız birçok evrenden biri olarak, geçmiş bir zaman içinde başka bir evrenle çarpışma gibi bir etkileşim içinde olabilir. Bilim insanları bu tür bulguların çoklu evrenler için bir kanıt olabileceğini belirtiyorlar.

Ancak Princeton Üniversitesi'nden kuramsal fizikçi Paul Steinhardt, enflasyon kuramına ilk katkıda bulunanlardan biri olmasına karşın, çoklu evren fikrine karşı çıkıyor. Steinhardt ve diğer karşıtlar, doğanın özelliklerini açıklamaya çalışırken çoklu evren öngörüleri konusunda bilimden uzaklaşıldığını ileri sürüyorlar. 

Kavramsal olarak çoklu evrenlerin, ya da popüler deyişle paralel evrenlerin, insanı kendi içine çeken ve hayal gücünü okşayan bir yanı var. Masallarla büyüyen bizler için, bu masal tadındaki evren hikayelerinin bizleri büyülemesi çok da şaşılacak bir durum değil.

Belki de çoklu evrenler için en büyük kanıt, özellikle kozmolojik gözlemler yapabilen akıllı yaşamın var olmasıdır.

Ne diyordu kuantum öncüleri: Gerçeklik biz ona baktığımız için vardır!


Kaynakça

Yazarın Diğer Yazıları

Uzayda niye akıllı bir yaşama rastlamıyoruz?

Bilgisayarlar teknolojik aşamaya ulaştığında, işleme kapasitelerini nasıl artıracaklarını da öğrenecekler, gelişmeleri daha da hızlanacak ve artık kontrol tümüyle kendilerinde olacaktır. Bu yeni zekâ, ölümsüz olacak ve evrenin her yanına yayılabilecek

Uzayın keşfinde robotik astronotlar dönemi

Öyle görünüyor ki yapay zekâ, insanın yakın gezegenleri kolonize etme tutkusunu tetikleyecek ve bu amacın gerçekleşmesinde insanın önemli bir müttefiki olacak. Tüm bunlar olanaksız bir hayal ürünü gibi görünse de unutmayalım, bugün yaşamakta olduklarımızı daha önce kim hayal edebilirdi ki?

Yapay zekâ duraklatılmalı mı?

Yapay zekâ, yaşamımızı ve çalışma tasarımlarımızı değiştirdi ve değiştirmeye de devam edecek, görünüyor. Peki neden yapay zekâyı geliştirme çalışmalarını duraklatmalıyız?

"
"