3 Temmuz’un ardından olayların üstünü kapatma yolundaki üstün gayretlerimizi görünce “Ama yukarıda UEFA var” demiştim bir yazımda. Ne var ki o yukarıdaki UEFA’dan da yaklaşık iki yıldır ses çıkmamıştı. 2012 Haziranında “Dosyaları inceleyeceğiz” açıklamasının dışında. Biz de “Bu olay kapandı, paçayı sıyırdık” demiştik. Ve normal(!) hayatımıza geri dönmüştük.
Zaten biz her şeyi hasıraltı yapmak için çok çaba sarf etmiştik. İlk olarak Spor Hukuku’nu devreden çıkardık. Oysaki Spor Hukuku tam da net kanıtları yakalayamasanız bile kanaatle karar verme yetkisi veriyordu ülkelerin futbol federasyonlarına. Bizim TFF ise Spor Hukuku’nu ve kanaatle karar verme yetkisini yok saydı ve topu mahkemelere devretti. Aydınlar Federasyonu’nun UEFA’yı dikkate alarak 3 Temmuz’un ardından Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe yerine Trabzonspor’u gönderme kararı dışında…
Kişilerden ayrı kulüpler
Daha sonra yasa değişikliğiyle kulüplerle kişileri birbirinden ayırarak garabet bir karar aldık. Böylece kişiler ne yaparsa yapsın kulüpleri bağlamayacaktı artık. Yani A kişisi şike mi yaptı; sadece A kişisi cezalanacaktı, uğrunda şike yaptığı kulübü değil.
Bu kadarı da yetmedi; şikenin sahaya yansıyıp yansımadığı tartışmasını açtık. Sahaya yansımayan şike şike değildi bazılarınca. Bu şikenin cezasız kalmasının en etkili yoluydu oysa ki. Çünkü sahaya yansıma hiçbir zaman yüzde yüz kanıtlanamaz bir şeydi. Sahadaki olaylar bağırırcasına şike olduğunu anlatsa bile. Böylece sahaya açıkça yansımayacak biçimde şike yapma özgürlüğünün kapıları sonuna kadar açılmıştı memleketimizde.
Tüm bu önlemlere ve baskılara rağmen mahkeme süreci cezasız sonuçlanmadı, sonuçlanamadı. Okuyanın yüzünü kızartan, “Bu kadar da aleni olur mu” dedirten tapeler vardı ortada. Ve en son durak temyizdi. Temyizden bugüne kadar karar çıkmadı. Herkesin işine gelen bir durumdu bu zaten. Nasıl olsa köprünün altından daha çok su akacaktı.
İki türlü ceza aldık
Aktı ama farklı yönde. Yukarıdaki UEFA bizim TFF’lerin yapmadığı ya da yapamadığı işi devreye soktu şimdi.
Bizim için çok utanç verici bir durum. Böylece iki türlü cezalandırılıyoruz; bir ayıbımız nedeniyle, iki ayıbımızı örtmemiz nedeniyle.
Ama bakıyorum da bizim kafalar hala aynı. Pek değişen bir şey yok.
Baksanıza hâlâ hiç kimse biz yanlış bir şey yaptık mı acaba sorusunu sormuyor kendine. Çarşaf çarşaf yayınlanan tapeler hiç var olmamış sanki.
Yanlıştan dönmek, hukuku devreye sokmak, futbolu temiz bir zeminde yeniden inşa etme yollarını açmak yerine nasıl en az cezayla bu işten kurtuluruz hesapları içindeyiz. Kötü örnekler buluyoruz kendimize; yok şu da yapmıştı, yok bu da yapmıştı falan. Steau Başkanı Becali hapisteymiş ama onlara bize verilen cezalar kadar ceza verilmemişmiş mesela. Hapse atılmış adamı kendimize örnek yaptık sonunda!
Özeleştiri yapacağımıza hâlâ az cezayla sıyırma, ya da Tahkim’den indirim koparma pişkinliği içindeyiz.
UEFA kulüplerle kişileri ayırmıyor
Kulüplerle şahısları ayırma saçmalığını sanki biz icat etmemişiz gibi şimdi de UEFA’nın kulüpleri cezalandırıp kişileri sonraya bırakmasını saçma buluyor, üzerine bol bol yorum yapıyoruz. Efendim kulüpler suçluysa neden kişiler de ceza almamış. Oysa ki kimsenin kulüplerle kişileri ayırdığı falan yok. Sadece öncelikler var. Öncelik UEFA kupalarına katılacak kulüplerin belirlenmesinde. Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı yöneticilerin sportif hayatlarının devamına sonra karar verecekler. Bu yüzden ek dosya, ek savunma istiyorlar. Durum çok açık ama yine insanların kafasını karıştırıp, yine taraftarlık duygularını olmadı milli duyguları devreye sokup esas meselenin üstünü örme çabası devam ediyor.
Efendim UEFA mahkeme kararlarını kes yapıştır yapmış ama temyiz kararını neden beklemiyormuş. Onu siz bekliyorsunuz. UEFA kanaatle de karar verebilir, mahkeme kararlarına bile ihtiyaç duymayabilirdi. UEFA’yı ilgilendiren mahkeme dosyalarındaki deliller, tapeler.
Hedef yine şaşırtılıyor
Ben de size şunu soruyorum: Diyelim ki Temyiz şu veya bu gerekçeyle mahkeme kararlarını bozdu. O zaman tapeleri okuyan kaç elini vicdanına koyan kişi Türkiye’de futbolun tertemiz olduğunu iddia edebilir?
Ya da binlerce faili meçhul cinayetin olduğu ülkemizde faillerin hala bulunamaması o insanların katillerini suçsuz mu yapar?
Biz ne yazık ki tüm bu yaşananlara rağmen hala gerçekleri görmemekte ısrar ediyoruz. Olayların detaylarında kaybolmaya devam ediyoruz. Şu noktada tek hedefimiz az ceza almak. Mümkünse hiç almamak.
Ama mesele ceza almak ya da almamak değil. Mesele olayların, yapılanların farkına varmak. Yaşananlardan ders çıkarabilmek. Köklü bir eleştiri-özeleştiri ve hesap sorma sürecini başlatabilmek… Ve futbolun en büyük düşmanının ırkçılıkla birlikte şike olduğunu anlayabilmek. Çünkü futbola olan güven kaybolduğunda milyarlar dökseniz geri getiremiyorsunuz onu.
Beşiktaş, Fenerbahçe’nin yanında çerez yapıldı
Gönlüm hangi kulüpte olursa olsun benim için doğrular değişmez. Hele şike gibi hassas bir konuda. Şike varsa kim yaparsa yapsın karşısında olmak her futbolsever gibi benim de boynumun borcu.
Ne var ki 3 Temmuz’da başlayan süreçte Beşiktaş’ın biraz da Fenerbahçe’nin yanına çerez olsun diye harcandığını düşünüyorum.
Aslında Beşiktaş için cezalandırılma şike sürecinden önce Demirören döneminde başladı biliyorsunuz. Sahte evrak nedeniyle iki yıl Avrupa kupalarından men edildi Beşiktaş. Bunun bir yılı geçen sezon uygulandı. Öteki yıl, Beşiktaş mali kriterlere uymazsa, o suçun cezasına eklenecek.
Bu yetmedi; aynı Demirören, 3 Temmuz’un ardından Futbol Şubesi Başkanı Serdal Adalı ve Teknik Direktör Tayfur Havutçu’nun İBB’li iki oyuncuyla yaptıkları görüşmelere ilişkin verdiği ifadeyle bu insanları ateşe attı. Tabii Beşiktaş’ı da ateşe attı bu arada. Israrla “İbrahim Akın transferinden haberim yoktu, olsaydı da bu futbolcuyu kesinlikle almazdım” dedi eski Başkan. Savcının iddiası ve mahkeme kararı tamamen bu ifadeye dayanıyor. Demirören bunu hangi düşünceyle yaptı bilinmez. Daha doğrusu biz bilmiyoruz. Hesap sorulmadan ortalarda dolanmasını, hattâ TFF’nin başında olmasını ise hangi sözcükle tanımlamak gerek, bilemiyorum.
Oysa ki ne Fenerbahçe ne de Beşiktaş bunları hak ediyor. Kişilerin kariyer hırslarının kurbanı olmayı hiç mi hiç hak etmiyorlar…
Evet, doğru; kişilerle kulüpleri birbirinden kesin sınırlarla ayırmak gerek… Gerek ki bu tür adamlar, 100 yıllık çınarların adını böylesine lekelemesinler.