Bir önceki hafta sonu Londra’daydım ve iki Premier Lig’i maçı izledim; cumartesi Fulham-Southamton, pazar Arsenal-Crystal Palace.Geçmişte yıllarca sezonluk bilet sahibi olarak Craven Cottage’te çok zaman geçirmiş biri olmama rağmen yine hayran kaldım İngiltere’nin futbol seyircisine. Hele bizim lig’in halini, bizim futbolun halini, bizim tribünlerin halini düşünürsek. Nerden nereye gelmiştim.
Bağlı olmak ya da olmamak
Ev sahibi takımlardan Fulham 3-0 kaybetti maçı, Arsenal ise 2-0 kazandı. Biri küme düşmemeye oynuyor bu yıl, diğeri ise şampiyonluğa.
Fulham’ı ben 90’ların ortalarında Lig’lerin en dibinde, üçüncü Lig’teyken yani Pemier Lig’i de sayarsak dördüncü Lig’deyken tanımış, siyah-beyaz renkleriyle, mütevazi haliyle, semt takımı hüviyetiyle Beşiktaş’ın yerine koymuş, Londra’da maçlarını kaçırmadan izlemeye başlamıştım. Hatta Londra’ya yakın deplasmanlara bile gitmiştim.
Fulham o süreçte neredeyse her iki yılda bir kademe yükselerek Premier Lig’e kadar çıkmıştı. Ben de 2001’de İstanbul’a kesin dönüş yapmış, bu kez Beşiktaş’ın Serdar Bilgili dönemindeki değişimlerine tanık olmuştum.
Arsenal da o yıllar Arsen Wenger gelene kadar çok sıkıntılı bir dönemdeydi. Açıklar orta yapacak, santrfor kafayla bir gol atacak da Arsenal galip gelecekti. “Boring Boring – Sıkıcı Sıkıcı Arsenal”di adları…Sonra toparlandı Arsenal. Hatta uzun yıllar sonra şampiyonluklar kazanmayı da başardı ve sürekli Şampiyonlar Lig’ne katılan takımlaradan biri haline geldi.
Ama burada asıl anlatmak istediğim şeyler farklı.
Ben sahadaki takımların performansından ziyade takımların taraftarlarından bahsetmek istiyorum.
Aslına bakarsanız hem Fulham taraftarı hem de Arsenal taraftarı bu sezondaki gidişattan memnun değil.
Arsenallılar Arsen Wenger’in ezeli rakiplerinin aksine transferde tutumlu tavrından şikayetçiler mesela. Ellerindeki parlayan futbolcuların Man United tarafından Chelsea ya da Man City tarafından büyük paralar karşılığında alınmasına içerliyorlar. Ve mesela Van Persie’nin attığı gollerle Man United’ı kurtarmasını izlemek ağırlarına gidiyor. Arsen Wenger ise inatla ellerinde para olmasına rağmen rakipleriyle yarışıp bir futbolcuyu ederinin çok üstünde ücret vererek almayı doğru bulmuyor. Asla prensiplerinden vaz geçmiyor.Endüstriyelleşen futbolda buna ne kadar dayanılabilir bilmiyorum. Baksanıza taraftarlar arasında Arsen Wenger’i istemeyenler gün be gün çoğalıyor.
Fulham ise mütevazi kadrosu ama dengeli çalışkan takımıyla Premier Lig’in değişmezlerinden biri olmuştu. Ne var ki yanlış teknik direktörler ve yanlış transferlerle şimdi küme düşme potasında.
Onları bir mucize kurtarabilir anacak. Hele çıplak gözle oynadıkları verimsiz, dağınık dahası sadece Berbatov’a bağlı oyunlarını görünce. Berbatov sakatlandı Fulham bitti.. Zaten ara transferde Berbatov’u tamamen kaybettiler.
Ne var ki Fulham taraftarı her zaman takımının yanında. Geçmişte de öyleydi şimdi de. Tribünler yine dolu. Taraftarın desteği yine üst seviyede. Skor 3-0’ken ve takımları ligin dibine inmişken bile terketmediler stadı ve alkışlayarak soyunma odasına yolladılar futbolcuları.
Kim gider Olimpiyat'a gece yarısı
Ama burada futbolu yönetenlerin hakkını da teslim etmek lazım.
Cumartesi üçte, Pazar dörtte oynanan maçlara çoluk çocuk herkes rahatlıkla gelebiliyor ve rahatlıkla da dönebiliyor. Kış hava koşulları düşünülürse, çocukların yatma saati düşünülürse, gündüz oynanan maçlar çekiciliğini koruyor.
Ben oralardayken geçen hafta Beşiktaş da İstanbul’da pazartesi günü akşam sekizde Olimpiyat Stadı’nda Kayseri Erciyes’le oynuyordu.
Beşiktaş’a seyircisiz maç cezası gibi bir şeydi bu.
O saatte, o hava koşullarında Olimpiyat Stadı’na ulaşım sorunları düşünülürse taraftarın maça gelmesini beklemek abes değildi de neydi?
Zaten biz seyirciyi stadlardan uzaklaştırmak için elimizden ne gelirse yapıyoruz.
Tribün sorununu seyirciyi stadlardan uzaklaştırarak çözüyoruz.
Deplasman seyircisinin giderek yok olması da bu yüzden. Zaten çoğu maçta da deplasman yasağı var.
Tribünler eğleniyor
Premier Lig’de ise genellikle kocaman bir kale arkası , büyük statlarda ise büyükçe bir bölüm deplasman takımına ayrılıyor hep.
Bu arada Arsenal karşısında yenik olmalarına rağmen son dakikaya kadar takımlarını, bir saniye susmadan ve sık sık esprili bir şekilde destekeleyen Crystal Palas taraftarlarından bahsetmeden geçemiyeceğim.
Aralarına bizim Çarşı’dan birileri mi sızmış diye bayağı meraklanmadım değil. Aslında, takımları hangi kümede olsun Londra’nın en canlı ve renkli taraftarıdır “Kartallar”.
Sakin sakin tiyatrodaymış gibi maçı izleyen Arsenal taraftarına tribünde ezici bir üstünlük sağladılar. Önce “Arsenal tezahüratlarını duyuyor musunuz?” diye sordular, yine kendileri cevapladılar: “Hiç bir b.. duyamıyoruz”. Esas darbeyi de maç sonuna doğru indirdiler: “Arsenal için de tezahürat yapalım ister misiniz?”… Takımları alt sıralarda üç puan kaybetmişti ama en çok eğlenen onlardı.
Çünkü orada futbol endüsriyelleşmesine rağmen hala bir eğlence. Hala renklere, semtlere, şehirlere bağlılık çerçevesinde, birlikte yaşama, birlikte yarışma kültürünün parçası.
İnsanlar takımlarını şampiyon görmek için değil yense de yenilse de desteklemek daha önemlisi futbol maçı izlemenin keyfi için gidiyor stadlara.
Kısacası futbolun kendisi seviyor onlar…