Şampiyonlar Ligi maçı; Arsenal kendi sahasında Bayern Münih'e karşı oynuyor. Bir İngiliz takımı bir Alman takımına karşı. Yani reytingi en yüksek maçlardan biri.
Ve insan böylesine üst düzey bir karşılaşmada olası en adil kararları bekliyor maçın hakeminden.
Çıkan ve çıkmayan kartlar
Dakika 8. Bayernli Boateng ceza alanı içinde Mesut'u düşürüyor. Penaltı ve sarı kart.
Ne var ki aynı Boateng 31'de bir sarı kartlık hareket daha yapıyor. Arsenal top kapıp hızlı atağa çıkarken Gibbs'i arkadan yere indiriyor. Ama maçın hakemi Rizzoli, ki kendisi üst düzey bir hakem, faulü çalıyor ama ikinci sarıdan kırmızı gösteremiyor Bayernli Boateng'e. Bu cesareti gösteremiyor. Gözü yemiyor.
Üstelik bu pozisyonda Arsenal'li Gibbs sakatlanıp oyunu bırakıyor. Ve Arsen Wenger zorunlu bir değişiklik yapmak zorunda kalıyor.
Maçı izlediyseniz bilirsiniz; bundan sonra karşılaşmanın seyri değişiyor, Arsenal kalecisinin atılmasıyla denge bozuluyor. Rakibi daha önce on kişi kalması gerekirken Arsenal on kişi kalıyor.
Tamam, Bayern zaten Arsenal'e göre daha güçlü bir ekip. Zaten geçen yılın Şampiyonlar Ligi şampiyonu. Arsenal'e karşı galibiyet alması da çok şaşırtıcı değil.
Ama asıl soru şu:
Dünyanın en elit hakemlerinden biri, çok açık bir kuralı neden uygulamıyor? İkinci sarı kartı neden göstermiyor?
Daha açık söyleyeyim: Hakemi Bayern'e karşı korkak yapan ne?
Yoksa "Bu bir tesadüf" deyip geçmeli miyiz?
Keşke öyle olsa.
Büyüklere zeval gelmesin
Bir futbol sever olarak her şeyden fazla isterim bunu. Yani futbolda bir takım güç odaklarının olmadığına, futbolun dışardan yönetilmediğine ikna olmayı.
Ama işler ne yazık ki paranın gücüne göre yönetiliyor. Her geçen gün adım adım futbolun bağımsızlığını yitirdiğini görmek çok acı.
UEFA ve FİFA'nın yıllardır en büyük destekçileri Almanya firmaları... Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Şampiyonası yüzünden UEFA'nın kasasına olukla para giriyor.
Bu yüzden şov sürmeli, paralar akmalı. Dolayısıyla da para getiren takımların ilk turlarda kazaya uğramaması gerek. Biliyorsunuz belli liglerin üst sıra takımlarının doğrudan gruplara katılması kuralı, Manchester United ön elemede Galatasaray'a elenince uygulamaya konmuştu.
Ve hesaplar kitaplar futbolun adaletli yönetiminden çok, futboldan edinilen karların nasıl maksimize edileceği, gelirlerin nasıl teminat altına alınacağı üzerinde yoğunlaşıyor. Bu kaygının egemen olduğu bir düşünsel ortam yaratılıyor. Sonunda hakemler de bu ortamdan etkileniyor. Şovu sürdürmeye katkıda bulunan unsurlar haline geliyor.
Ve hemen insanın aklına böylesi bir ortamda 'iyi' olmak için hakemlerin hangi özellikleri taşıması gerektiği sorusu geliyor.
Çok düdük çalan, iyi futbol için inisiyatif almayan ama oyunun gidişatını ince ince istediği yönde değiştirebilen hakemler itibar kazanıyor gün be gün.
Maç mı, borsa mı yönetiliyor?
Paranın gücü nereye kadar futbolu yönetecek?
Futbol bu baskıya ne kadar dayanacak?
Güzel oyun kendisini gözleri para bürümüş bu güçlerden nasıl kurtaracak?
Düşünün; bir tek fubolcu için 80 milyon Avro ödenebiliyor. Şampiyonlar Ligi gelirlerini düşünün. Legal ve illegal bahis rakamlarını düşünün.
Hakemin bir düdüğüyle bir taraftan öteki tarafa geçecek milyonlarca Avro'yu düşünün.
Böyle bir baskı altında sahaya çıkan hakemlerin, bütün bu kaygıları unutup gördüğünü çalması mümkün mü? Mümkün olsa bile kolay mı? Çalsa bile böyle"bildiğini okuyan" bir hakemin elit seviyesine yükselmesi mümkün mü?
Her düdük rejim sorunu
Şimdi bir an Avrupa'yı bırakıp halimize bakalım. Bizde artık hakemin bir taç kararı bile rejim meselesi haline geldi. Her düdük belli bir kesimin belli bir kesime düşmanlığının göstergesi, savaş ilanı düzeyinde değerlendiriliyor. Kara listeler ilan ediliyor falan.
Böyle bir ortamda sahaya değil 6, 66 hakem sürün. Bu insanların aklının ve gözünün oyunda ve topta olması mümkün mü?
Soruyu cevaplamadan önce kendinizi onların yerine bir koyun bakalım.