04 Nisan 2014

Yeni başlayanlar için milli hukuk

Aslında Anayasa Mahkemesi’nin Twitter kararı ve AKP genel başkan yardımcılarının bu karara yaklaşımları konusunda uzun ve detaylı bir yazı hazırlamıştım

Dün Anayasa Mahkemesi’nin Twitter kararını yazarken, henüz Başbakan’ın bu konudaki açıklaması gelmemişti. Ertesi sabahki “Anayasa mahkemesi kararını milli bulmuyorum” beyanı ise, her şeyi yeniden anlatmayı gerektirdi. Anlaşılan, hukuk nosyonu yönünden “her şey önce gaz ve toz bulutuydu” noktasına dönmekte sonsuz fayda var.

 “Ama saygı duymak zorunda değilim. Bu karara saygı duymuyorum. Şu anda alınmış olan bu karar, birincil mahkemelere müracaat edilmeden, hukuk yolları tüketilmeden AYM’ye götürmüştür. AYM’nin bunu reddetmesi gerekirdi bu bir. İkincisi özgürlükler yaklaşımını doğru bulmuyorum. Zira bu ticari şirkettir. ABD’li şirketin savunması yapılırken, bizim milli ahlaki her türlü değerlerimiz bir kenara konuluyor.” (Kararı gayrimilli bulduğunu Sn. Aktay da belirtmişti, not düşelim.) 

Başbakanın bilgisi elbette doğru. Fakat başka doğrular da var.

İç hukuk yollarının tüketilmesi, gerek AİHM’ye gerekse Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru prosedüründe ön koşuldur. Fakat her iki başvuruda da, eğer iç hukuk yollarından bir sonuç alınamayacağı baştan belli ise, önce o yola başvurulması aranmaz. Nitekim Anayasa Mahkemesi, bu kararda da Türkiye Barolar Birliği’nin Ankara İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyu ve aldığı yürütmenin durdurulması kararını anıyor zaten ve diyor ki, “TİB bu karara rağmen yasağı kaldırmadığına göre, orada etkili olmayan bir yol vardır.”

İç hukuk yolunu böylece aradan çıkardığımıza göre, gelelim özgürlükler yaklaşımıyla bunun bir ticari şirket olması arasındaki alakaya. Acaba Başbakan bunu söylerken ne düşündü, nasıl bir alaka kurdu, bunun bir ticari şirket olmasıyla insanların özgürlüğünün kısıtlandığı gerçeğinin nasıl bir bağlantısı var, inanın anlayabilmiş değilim. Zaten sanırım buna kafa yormak çok da gerekli değil, her söylenene zorla anlam yüklemek zorunda değiliz. Anayasa Mahkemesi’ne saygı duyulmayabiliyorsa, Başbakan’ın sözlerindeki anlamı bulamamak da mümkün olmalı. 

Milli hukuk meselesine gelirsek, dışı sizi, iç dış komple beni yakar. 

Hukukçuların “yerel” insanlar oldukları, bize hep söylenir. Ülkelerdeki kanunların farklı olması, hukuku tekinsiz kılan ve ona duyulan saygıyı azaltacak bir şey gibi anlaşılır. Bu bir yanıyla makul, diğer yanıyla ise asla kabul edilemez bir anlayış. 

Sorun, bana göre, hukuk ve mevzuat kelimelerinin eş anlamlıymış gibi kullanılması. Hukuk bir adalet duygusudur, elbette ki zamana ve yere göre farklı olabilse de genel olarak evrenseldir. Mevzuat ise, yani bizim hukuk sandığımız, mecliste çoğunluğa ulaşan herhangi bir görüşün uygun gördüğü geçici bir metindir. Beş yılda bir değişen hukuk olur mu, elbette olmaz. Ama mevzuat tam olarak da öyle bir şeydir, hatta beş yıla bile kalmadan değişir, hukuk diye de bize bu gösterilir. 

Milli hukuk diye bir şey olmaz, çünkü adaletin milliyeti olamaz. Milli dediğimiz, ancak mevzuat olabilir. Mevzuat da, hukukun efendisi değil ancak kölesi olarak kalması gerekendir. Fakat dedik ya, meclis çoğunluğuna göre kanun değiştirilip adına hukuk deniyor, işte artık ülkemiz hukukun mevzuata değil, mevzuatın hukuka yön verdiği bir yer haline gelmiştir. 

Hukuk nedir tartışmasına girmeden, mevzuattan gidelim. Bu olaydaki milli mevzuat nedir? Anayasa. Milli mevzuatı uygulamakla görevli olan mahkeme neresidir? Anayasa mahkemesi. Başvuranlar kimler? Türkiye vatandaşları. Kendisine karşı başvuruda bulunulan kim? Türkiye’nin bir idari kurumu. Kendisine karşı başvurulan ne? Türkiye’nin idari kurumunun verdiği karar. Bu kararın uygulama alanı ve karardan etkilenenler kimler? Türkiye ve Türkiye vatandaşları.

 

Gayrimillilik derken?

Milli değerlerimize aykırı kararlar verilmiş. Sizin milli değeriniz pire için yorgan yakmaktır? Geçenlerde sormuştum, telefonda birine hakaret etsem, memlekette telefonla konuşmayı mı yasaklayacaksınız?

Bu arada, mevzuat kavramını da o kadar küçümsemeyelim. Dünyada iki büyük hukuk sistemi var, bunlardan biri bizim de kullandığımız Kara Avrupası sistemi, diğeri İngiliz-Amerikan sistemi. İngiliz kanun yazma hareketinin tarihini bilmiyorum. Amerika zaten kaç yıllık. Avrupa’daki yazılı hukuk ise, ben size söyleyeyim, 150 yıllık yoktur. Mevzuat dediğimiz bu kadar da yeni bir şey. Öte yandan, Kara Avrupası’nın en temel kanunları, hiç de öyle bizdeki gibi yılda yüz kere filan değişmiyor. Yani aslında mevzuat da son derece “ağır ve kıymetli” bir şey, bakmayın bizim buradaki iktidarların elinde ziyan olduğuna.

İstanbul Hukuk’un ilk senesinde öğretilir, hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir. Bununla mevzuatı karıştırmayalım. Bakunin, hukuku iktidarın fahişesi ilan ederken pratikte haklıydı çünkü mevzuat gerçekten de öyledir, fakat aslında doğru olan, iktidarın hukuka hizmet etmesidir. Hukukun adalete yöneldiği, adaletin de milliyet tanımadığı bir “olması gereken” evreninde, mahkemeyi milli olmamakla suçlamanın altında herhangi bir sağlam temel bulmakta çok zorlanıyorum.

 

@goksungokce

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz

"
"