İnsanın sevdiği işi yapması gibisi yok. Ben şanslı azınlıktanım, hukuk çalışırken kendimi Woody Allen’la Coen kardeşlerin ortaklara yönettiği bir filmi izlerken bulup aşırı eğleniyorum. Nasıl olup da ikisini bir arada düşünebildiğimi anlatamam, ama denemeye çalışayım. Bir yandan “Dostum her şeyi gözünde o kadar manasızca büyütüyorsun ki…” tarzı Woody Allen mizahı, bir yandan da bu mizahı son derece ciddi bir şekilde gizleyen Coen’ler. Sokakta olmayı çok sevmesem, üç beş yıla kadar beni ders çalıştığı masanın başında kahkaha atarak delirmiş bir halde bulabilirdiniz. Neyse ki hayat kısa, kuşlar uçuyor.
Gelelim sebeb-i ziyaretimize…
Hukuk vallahi zor değil. Hiç değil. Sadece kendine özgü ifade şekilleri var, o dili bildiğiniz zaman her şey ayan beyan ortaya çıkıyor. İşte ben de size bunu anlatmak için geldim.
Hukukçu olmanın sosyal ilişkilerde şöyle bir dezavantajı var, insanlar kafanızın çalışma şeklinden pek hoşlanmayabiliyor. Çünkü sorguluyorsunuz. Üstelik serde “haklı çıkmayı meslek edinmiş” olmak da var malum. Herhangi biriyle tartışırken, hukukçu olmayan taraf kendini savunduğunda mesele yok, ama siz savununca “bana avukatlık yapma!” Yahu ben bir şey yapmıyorum, kendimi savunuyorum, ama bunu nasıl yapacağımı bildiğim için duydukların hoşuna gitmiyor. Hepsi bu. Ne yapayım “Hmm madem avukatım o zaman kendimi savunmamalıyım, çünkü mesleğimi yapmış olurum, ayıp olur.” diye susayım mı?
Buyrun arkadaşlar, madem bir avukatla tartışmaktan hoşlanmıyorsunuz, ben size bildiklerimizi tane tane anlatayım.
Bizim dilekçelerde “kabul anlamına gelmemek kaydı ile” diye başlayan bir kalıp var mesela. Karşı taraf bir beyanda bulunuyor, ama o beyan doğru olsaydı işlerin öyle olması mümkün olmazdı. Öyle hallerde, “kabul anlamına gelmemek kaydı ile bir an için, davacının beyanının doğru olduğu düşünülse dahi, bu durumda somut olayın neden bu şekilde gerçekleştiğinin yine davacı tarafından izah edilmesi gerekir.” gibi afili cümleler kuruluyor. İşte bu cümle aslında, sizin sevgilinize “Ya bırak Allaşkına, kadınla öpüşmemiş de suni teneffüs yapmışmış, boynunla mı yaptın suni teneffüsü arkadaş o ruj izi ne!!!!” demenizle aynı şey.
Fazlaya ilişkin hakları saklı tutma meselesine de gelelim. Tartıştınız, kalbiniz kırık, adamdan bir güzellik bekliyorsunuz. Ama adam ne yaparsa yapsın, sizin o meseleyi unutmanız tabii ki düşünülemez. Beklediğiniz davranışı gördüğünüzde olanları unutmayacak, sadece uygun zamana kadar bekleteceksiniz. Çünkü kadınlık bunu gerektirir.
İşte tam da o günlerde, kapınızda devasa bir buket kırmızı gül buldunuz. Çok hoşunuza gitti, bir sevinç bir mutluluk… Teslimat fişini imzalarken “Gitmiş ucuz çiçekçiden almış bir de, sorarım ben bunun hesabını sana” diyorsunuz ya, işte “fazlaya dair haklarını saklı tutmak” tam olarak bu demek. “Sen bana şimdilik şu çiçeği al, ben üstünü nasıl olsa bir şekilde hallederim. Ya da etmem, o benim bileceğim iş, ama sen hep bununla yaşarsın.”
Çok sevdiğim ve çok da sık kullandığım bir ilkeye daha değinmek istiyorum, “usulde paralellik.” Bu da şu demektir, siz bir işlemi ne şekilde yapıyorsanız bunun karşılığı da o şekilde verilmelidir. Arıyor musun, aranacaksın. Sevdiğini açık seçik söylüyor musun, sana da aynı şekilde söylenecek. Yemek mi yapıyorsun, bulaşık yıkanacak. Bu ilkeden sonra derseniz ki “O halde madem aldatılıyorum o zaman ben de aldatayım,” işte o olmaz. Çünkü kanuna göre “ihkak-ı hak yasaktır.” Yani kişi, kendine yönelmiş olumsuz hareketin aynısını yaparak intikam alamaz. Hukuk sistemimiz buna uygun değil arkadaşlar, üzgünüm. Efendi gibi ayrılacaksınız.
Gelelim tazminat konusuna, en sevdiğim.
Sözleşme hukukunda, taraflar imza attıkları koşullara uymazlarsa bunun sonuçları olur. Mağdur olan taraf, ilişkiyi sözleşmenin hiç var olmadığı bir hale döndürmek ya da var olan sözleşme yüzünden uğradığı zararı istemek yollarından birini seçebilir. Hiç olmamış gibi yapmak yoluna giderse “menfi zarar,” yok olmuş ama bu yüzden zarara uğramış gibi yapmayı seçerse “müspet zarar” tazmin edilir.
Menfi zararı tarafların birbirleri için yaptıkları masraflar; müspet zararı da birbirleri var diye “mahrum kaldıkları kazançlar” olarak düşünebiliriz.
Diyelim ki, sevgiliniz sizi aldattı – Allah korusun. Bu elbette ki aranızdaki sevgililik sözleşmesine aykırıdır. İsterseniz o ana kadar birbiriniz için yaptığınız tüm masrafları, efendim bir gün sinemaya götürmek olsun, öteki gün yemek ısmarlamak olsun, isteyebilirsiniz. Tabii mahsuplaşmak önemli, adama 5 bin lira borç çıkarıp sonra kendiniz 10 bin borçlu çıkmak hoş değil. İşte bu “sözleşmeden dönmek” demektir ve talep ettiğiniz de menfi zarardır. Artık birbirinizi hiç tanımayan iki kişi haline gelirsiniz.
Yok derseniz ki, tamam kardeşim biz iyi kötü belirli bir süre sevgili kaldık kabul ediyorum. Ama senin yüzünden ne doktorlar ne mühendisler istedi de hiçbirine varmadım, bana bunun hesabını ver. İşte bu da, “sözleşmeye olan güvenden dolayı sorumluluk” olur ve burada istediğiniz de müspet zarardır. Örneğin siz beraberken başkası size çok pahalı bir doğum günü hediyesi aldı ama sevgiliniz var diye red mi ettiniz? İşte o hediyenin değerini isteyebiliyorsunuz.
Hukuk elbette bununla sınırlı değil. Örneğin, henüz sevgili değilsiniz ama olacak gibisiniz, bu esnada adam pat diye sizi ortada bıraktı. Hukuk tabii ki bu detayı da düşünmüş durumda. Ya da kız arkadaşınız o kadar kıskanç ki, ne yapsanız suç, kiminle görüşseniz kabahat. İşte sizin burada, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine ihtiyacınız var. Kişi sizin hayatınızda siz istemeden kalmaya devam ediyor olabilir, sizi kandırmış ya da zor gününüzden faydalanmış olabilir, hatta haberiniz yokken sizin için “sevgilim” diyor bile olabilir. Bunların her birinin hukuki karşılığı var arkadaşlar, endişeniz olmasın.
Haftaya onları da anlatmak üzere, iyi pazarlar.
@goksungokce