23 Kasım 2021

Gümbürdeyen ayak sesleri: Yeni avukatlık

Avukatlık değişiyor, avukatlar değişiyor, yeni Türkiye’nin “ilk yenileri” yavaş yavaş eskiyip söz söylemeye başlıyor, zamanın yenileri gelecekten umutlu olmak istiyor ve bunların önünde durmak mümkün değil.

Pandemi sebebiyle bir sene gecikmeli yapılan baro seçimlerinde sadece kazananlara bakarsak, değişen pek bir şey olmadı. Fakat bu yüzeyin bir de derinliği var. 

Seçilen başkanlar ve delegeler, aralık ayı başında Türkiye Barolar Birliği başkanını seçecek. Yeniden aday olan ama liyakatini çoktan kaybeden Metin Feyzioğlu’ndan kurtulmak için bu kez ortak bir aday da var. Fakat çoklu baroyla birlikte gelen yeni delege yapısı sebebiyle, sonucu önceden kestirmek kolay değil.  

Delegelerin seçildiği baro seçimlerinin görünmeyen yüzü ise genç avukatların düşünme şekli. Kazanmış görünenler bizi yanıltmasın. Aşina olduğumuz mücadele yöntemlerinin çok dışında gelişmekte olan bir “yeni avukatlık” var. Yıllanmış avukatlar çok sevdikleri “üstat” hitabının kendilerine gerçekten bir üstlük sağladığını düşünse de, bundan sonraki yönetimleri, delegeleri ve sonuç olarak TBB yönetimini belirleyecek olan bu yeni avukatlıktır. 

***

İstanbul Barosu[1] seçimleri, avukatların yönüne dair bahislerde her zaman çok önemli olmuştur. İstanbul’daki avukat sayısı Anadolu’daki pek çok ilçenin toplam nüfusunu aştığından, avukatlığın geleceğine dair en fazla fikri İstanbul verir. 

Son seçimde İstanbul Barosu’nun 52 bin seçmeni vardı. Ülkenin hukuk sistemiyle “baş etmeyi” gündelik hayatı haline getirmiş 52 bin kişi içinden kullanılan toplam oy 26 binde kaldı. Diğer 26 bin, mesleğinin gidişatıyla ilgili bir şey söylemek istemedi. Avukatlık dünyasını anlamak istiyorsak önce bu tabloyu okumamız gerekir. Avukatların umutsuz mu yoksa umursamaz mı olduğunu tespit etmenin acıklı olduğu muhakkak fakat seçeneklerimiz bundan ibaret. 

Fotoğraf internetten alınmıştı

19 yıldır yönetimde olan ve seçimi yine kazanan grup, hiçbir seçimde “Mustafa Kemal’in askeri” olmaktan başka bir şey söylemedi. İki senede bir eğer o gruba oy vermezsek modern Türkiye elden gidiyordu, “kaleyi düşürmemek” için bu yönetime muhtaçtık vesaire, bildiğimiz ulusalcılıklar… Böyle böyle derken, 19 sene boyunca iktidarın birinin bizi ülkenin bölünmesiyle diğerinin de laikliğin elden gitmesiyle korkutmasına katlandık. Günün sonunda ne ülke bölündü ne laiklik (henüz) elden gitti ama biz yaşama sevincimizi kaybettik. 

Sonuç olarak 52 bin seçmenden 8500’ünün oyunu almış olmak bir zafer falan değil. Diğer 26 bini sandığa getirememiş olmak ise seçime katılan bütün gruplar için ortak bir hezimet. Peki bu avukatlar, özellikle gençler, baro gruplarına kredi vermeyi neden kesti? 

Baro sicillerine baktığımızda, 35 yaş altındaki avukatların çoğunluğa geçtiğini görebiliriz. Bu çoğunluk üniversiteyi yeni Türkiye’de okuyup mesleğe bu dönemde atıldı. Muhatap olduğu hâkim savcı ve memurlar öncekilerden çok farklı. Ekonomik koşulları, “avukatlık piyasasının” koşullarını ve ülkenin siyasi iklimini de düşündüğümüzde, özellikle gençlerin arasındaki ilişkinin meslektaşlıktan rakip olmaya doğru gittiğini inkâr edemeyiz. Siyasi iktidardan nemalanan ve sayısı artık hiç de az olmayan avukatlarla diğerleri arasındaki makas giderek açılmakta; bunun zararını ise herkes görüyor. Hasılı, bugünün gençlerinin 20 sene önceki gençlerle aynı dünyadan olmadığı çok açık. Yeni Türkiye’deki avukatlık gençlere ancak bunu verebiliyor.  

Diğer yandan, 20 yılda değişen sadece bunlar da değil. Artık yeni iletişim, öğrenme ve ilişki şekilleri var. Örneğin yeni nesil, eskilerin “onur devşirdiği” kategorik kabul ve retleri benimsemedi, ideoloji üzerinden bir kimlik arayışına girmedi, onu buna iten bir iklim de olmadı zaten. Liberal olmak adına da yapmadı bunu, bir “şey” olup olmamayı düşünmedi bile. Dünyayı tanımak için abi ve ablalarının mücadele hikâyelerine muhtaç da değildi, bilgi kaynakları hem sınırsız hem de tarafsızdı artık. 

Baro muhaliflerinin sorunu, yılların mücadele alışkanlıklarının doğal sonucu olarak, bu yeni avukatlığı yakalayamamış olmaları. Çünkü mevcut alışkanlıkta “ötekiler” var. Her mağduriyetin, her ihlalin, bütün hukuksuzluğun sebebi her zaman bu “ötekiler” olduğundan, konu yalnızca meslektaş olmaya sıkıştığında dahi bir öncelik sırası kaçınılmaz oluyor. Fakat artık gençlerin gözünde ideolojik bir “öteki” yok, olsa olsa farklı tür bir “diğeri” var; gündelik hayat pratiklerine ilişkin bir ayrım bu. Gençlerin istedikleri hayattan çok uzak olmalarının ana sebebi ideoloji de değil zaten, aksine: Tutarlı zemini dahi bulunmayan bir şark kurnazlığı döneminde olmamız. 

Bu dönemi mevcut siyasetlerden kendince uygun olanı belirleyerek aşma iddiası gençleri eskisi kadar heyecanlandırmıyor. Gençler tutarlılık, saygı ve emeğin takdiri için herhangi bir yere ait olmanın gerekmemesini bekliyor. Orta yaş ve üzerinin ille bir aidiyet arama refleksini paylaşmıyorlar. 

Sırtını belli bir geleneğe yaslamak bir yanıyla sorumluluk getirir ama bir yanıyla da, kendini tanımlama yolunda büyük bir konfordur. Peki bu gelenekler artık “çalışmadığında” ne olacak? Yaslanacağımız ve kendimizi yeniden meslektaş hissedeceğimiz payda nerede? Kimliğimiz yaramızdan çıkıyorsa yaralanmamış gibi mi davranacağız – hatta belki bu yolun sonu, yaramızı açanın kendisiyle bir olmaya mı çıkacak? Bunlar zor sorular. 

Birkaç senedir İstanbul, Ankara ve İzmir’de özellikle gençlerin arasında yayılan yeni bir örgütlenme adresi var. İstanbul’da seçime girip önemli bir oy da aldılar. Fakat eğer “yeni avukatlık örgütlenmesi” gibi bir iddianız varsa, zor sorulara ilişkin cevaplarınızın çok net olması gerekir çünkü muhataplarınız sizi nereye koyacağını başka türlü bilemez. Kimliğini ideoloji üzerinden yaratmamış olmak iddiası, yine de yaratılmış bir kimliğe işaret eder ve bu da tutarlılık gerektirir. Siyasi aidiyeti işlevsizlik olarak görmek, siyasi aidiyetlerin tümüne uzak bir mesafe gerektirir. “Hiçbir yerde değilim” demekle “her yerde olabilirim” demek çok farklıdır ve ideolojileri aşmak bunun bilincinde olmayı gerektirir. Meslektaş olmak dışında hiçbir ortak nokta aramamak, ekibini başka bir ortaklık arayanlarla kurmamayı gerektirir. Bir iddiada bulunmak, bunun sorgulanmasını ve eleştirilmesini hazmetmeyi gerektirir. Sayısı giderek artan onbinlerce seçmeni ikna ve temsil etmek, her şeyden önce üslup gerektirir. Bu gerekliliklerin karşılanmaması da sözün içinin dolmadığını gösterir. 

Birkaç dönem sonra şimdiki yeniler de eskiyecek. Eskimiş yeniler, kimin ne söylediğine ve kiminle ne yaptığına geride bıraktıkları seneler boyunca tanıklık etmiş olacak – bu bilgiler sadece “baroculukla” uğraşan küçük bir grubun tekelinde değil artık, sosyal medya diye bir şey var. O gün geldiğinde elbette yeni şeyler söylemek gerekir fakat prensip olarak, eski köylere yeni adetler getirmenin ilk koşulu hiçbir zaman değişmez: Sözünüzün içini dolduracaksınız. 

***

Sözün içini doldurmak meselesi, TBB’nin son başkanları açısından hep bir noktada sorun oldu. Özdemir Özok’un vefatı üzerine seçilen Vedat Ahsen Coşar’dan başlarda büyük şikâyetler yoktu. Sonradan önerdiği Avukatlık Kanunu değişiklikleri ise avukatlardan ve barolardan çok büyük tepki aldı. Zaman içinde AKP’nin “akil adamlar” listesine seçilen biri haline geldi. Bu görevi yerine getirmedi ama yalnızca muhafazakâr baroların desteğini alan bir başkandı artık. O dönemde avukatlardaki muhalif damar çok daha belirgin olduğundan, 2013 seçimini muhalif baroların desteğini alan Metin Feyzioğlu kazandı. 

Metin Feyzioğlu’nun 2013’ten bugüne kadar geçirdiği değişimi anlatmaya sayfalar yetmez; bu inanılmaz dönüşün sebebini ise hala kimse tam olarak açıklayamıyor. Kesin olarak bildiğimiz tek şey, ilk yıllarında hukukun üstünlüğünden iktidarın gözünün içine baka baka bahseden Metin Feyzioğlu’nun, zaman içinde “çoklu baro bir devrim niteliğinde” diyebilen biri olduğu. 

Baro başkanları bu kez Feyzioğlu’na karşı bir araya gelerek ortak aday belirlediler. 50 civarı baronun ortak adayı olan Ankara Barosu Başkanı Erinç Sağkan, gençliği, sosyal demokrat çizgisi ve şimdiye kadar gösterdiği tavırla hakikaten umut veren bir aday. Sözün içini doldurma sırası bu kez Erinç Sağkan’da.

Fakat unutmayalım ki önceki başkanlar da ilk seçildiklerinde birer umuttu. Ne olduysa o koltuğa oturduktan sonra oldu. Bu noktada elimizden gelen, Barolar Birliği koltuğunda olan “tuhaf şeyin” yeni başkanı da ele geçirmemesi için duacı olmak. 

***

Aslında baro başkanları Feyzioğlu’ndan kurtulmayı daha önce de denemişti. Bunun daha önce neden başarılamadığı ve Feyzioğlu’nun çoklu baroyu neden “devrim” olarak nitelediği, hem birbiriyle hem de yeni TBB delege yapısıyla doğrudan alakalı konular. 

Avukatlık Kanunu’nda çoklu baroyla birlikte yapılan değişiklikten önce, Barolar Birliği’nde 477 delege bulunuyordu. 137 İstanbul, 53 Ankara, 30 da İzmir delegesi mevcuttu. Bu sayılar barolara kayıtlı avukat sayısına göre belirleniyordu. Sayılar hâlâ buna göre belirleniyor ama yeni hesaplama şekli sonucunda, artık İstanbul’un 14, Ankara’nın 8, İzmir’in 6, Antalya’nın 5, kalan Anadolu şehirlerinin de her birinin 4’er delegesi var.[2] Toplam sayı ise artık 348. 

Feyzioğlu’nun daha önce devrilememesinin sebebi, muhaliflerle birlikte görünen İstanbul delegelerinin son anda bundan vazgeçmesiydi. Muhalifler 137 delegelik İstanbul grubunun desteğini alamayınca Feyzioğlu yerinde kaldı. Bu manevrayı yapan İstanbul grubu aynı başkan ve neredeyse aynı ekiple tekrar seçildi. 52 bin üyeli İstanbul Barosu’ndan çıkan sonucun bu olması gerçekten ibretlik bir hikayedir.

“Yandaş baro” kavramını yasal zemine kavuşturan zihniyete bir kere destek olmuşsanız, bundan sonra meslekle ilgili her sözünüz lafügüzaftır. İşte bu yüzden, İstanbul grubu bu seçimlerde Feyzioğlu’nu yine kurtarmayı göze alamazdı. Yani İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Adana gibi büyükşehirlerin tamamını kaybeden Feyzioğlu’nun eski delege sistemiyle yeniden seçilmesi, trafoya girecek kedilerle bile mümkün değildi artık. 

Beyefendinin yeni sistemi “devrim” olarak nitelemesinin hikmeti işte budur. Zaten kendisine oy vermekte olan Anadolu barolarıyla diğerlerinin çok da bir farkı yok artık. Nitekim TBB’nin web sitesine baktığımızda son günlerde Anadolu barolarını ziyaretle dolup taşan bir programı olduğunu görüyoruz. Bu turnede mesela Adana’ya uğrar mı bilinmez ama uğrasa ne diyecek ki? Ne diyebilir? 

***

Erinç Sağkan, İstanbul Ankara İzmir Antalya dâhil 45 baronun delegelerinin tamamının oyunu alsa 197 ediyor. Geriye 151 kalıyor. Başkanların iradeleri delegeleri bağlayacak değil, fireler olabilir. “TBB’ye hep mi Ankara Barosu başkanını göndereceğiz?” diyerek tepki oyu verenler olabilir ki haksız da sayılmazlar.  Mazereti sebebiyle oy veremeyen delegeler bulunabilir. Aradaki fark çok yüksek değil, her an her şey olabilir. 

Fakat avukatlık değişiyor, avukatlar değişiyor, yeni Türkiye’nin “ilk yenileri” yavaş yavaş eskiyip söz söylemeye başlıyor, zamanın yenileri gelecekten umutlu olmak istiyor ve bunların önünde durmak mümkün değil. Enseyi karartmayalım.

 


[1] Bu metinde aksi belirtilmedikçe bütün barolar 1 numaralı olanlardır. Sonradan kurulanlar “2 numaralı baro” diye ayrıca belirtilir.

[2] Her baronun başkanı doğal delege olduğundan, bu sayılara başkanlar da dahil.

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz