Belki annesinin dilinin konuştuğumuz dilden farklı olmasından…
Belki, milyonlarca çocuğun milyonlarca fotoğrafının olduğu bir zamanda, gözlerini kocaman açmış sadece tek bir fotoğrafın bulunmasından…
Yaşarken de öldüğünde de dikkati çekememişti Ceylan; belki sadece dikkat edenlerin dikkatini çektiğini söylemek daha doğru.
Niye çekecekti ki herkesin, "Herkes tamam da bana nasıl yapılır?" şaşkınlığıyla yaşadığı mağduriyetlerin gürültüsünü çıkarttığı bir zamanda.
Ceylan'ınki normaldi, yaşanması gerekirdi, farklısı düşünülemezdi, öyle pek bir haber değeri yoktu.
Ceylan'ı konuştuğunuzda daha kolay terörist olurdunuz, ülkeyle bağınız daha kopuk olurdu, taraf tutmuş olurdunuz.
Ceylan nasıl anlatsın, bir çocuğun tarafında olmak zorunluluğunu. Bunun akıllardaki o büyük anlamlara gelmediğini.
Nasıl anlatsın Ceylan; kendisini konuştuğunuzda terörist olmayacağınızı, birilerinin sözlerinin mühim olmadığını, o sözlerin zaten ve her koşulda söyleneceğini.
Ceylan Önkol
* * *
Yüzde 10 kusurlu bulundu Ceylan, geçtiğimiz günlerde, o şekilde öldüğü için. 12 sene sonra yüzde 90 kusurun kimde bulunduğunun ise bir önemi yok.
Yok; çünkü kusur varsa da kusurlu yok ve artık Ceylan da yok…
* * *
Ceylan Önkol, o sabah yine okula gidememiş, eline ot biçtiği nacarını almış, diğer elinde sopası, her zaman çıktığı tepeye doğru yollanmıştı...
Resmi makamların açıklamasına göre, patlamamış mühimmata vurdu nacarıyla defalarca. Avukatlarına göre dokunmamıştı bile.
Ama bir patlama oldu, orası kesin. Ceylan, düşüverdi toprağa.
Makarna isteyen kızı için ocağa suyu koyan annesi koştu. Eteğini açtı, bir derde deva olacakmış gibi, kızını yeniden ve eskiyle haliyle doğurabilecekmiş gibi, hiçbir şey olmayacakmış, birazdan gelip makarnayı yiyecekmiş gibi Ceylan'ın bedeninden ayrılan parçaları toplamaya başladı.
Yetkili makamlar, tepenin karşısındaki karakol, arabayla 10 dakikada alana gelebilecek savcılık, can güvenliği yoktur diye gelmiyordu patlamanın olduğu yere. Ama annesi, Saliha Önkol, bir yandan ağlıyor, bir yandan toprağı eşeliyor, arıyordu.
Dallar, böğürtlen çalıları, şifalı otların yaprakları, her yan Ceylan'dı.
Bütün dağlar, bütün ırmaklar, bütün ağaçlar...
* * *
Ceylan'ın ailesi, Diyarbakır-Bingöl sınırında, Lice'ye bağlı Şenlik Köyü'nün Hambaz mezrasında yaşıyordu. 1991 yılının bir ıssız sabahı, o mezra, boşaltıldı.
Ceylan, 2 yıl sonra, ailesinin zorunlu olarak yerleştiği Diyarbakır'da doğdu. Bin bir zorlukla okula da gönderdi ailesi Ceylan'ı. Ama Diyarbakır'da geçinemiyorlardı. 2000 yılında, dönmelerine izin verildiğinde Hambaz'a yerleştiler yeniden. Ve mezrada okula gitmek Diyarbakır'dan da zordu.
Ceylan, 9 yıl orada yaşadı. Yayla köyündeki okula gidip geldi. Artık ilkokulu bitirecek, ortaokula gidecek, başını uzatmayı başarırsa saklanmak zorunda kaldığı uzaklıktan, belki de rüyasını yaşayacaktı.
O sabah, yani 28 Eylül 2009 sabahı, yani okullar yeni açılmış, Ceylan sıkça olduğu gibi hayvanları otlatacak kimse bulunamadığından yine okula gidememişken, eline ot biçtiği nacarını almış, diğer elinde sopası, her zaman çıktığı tepeye doğru yollanmıştı.
Tepe denilen yer, eve çok çok 200 metre.
Orada karıştı Ceylan, börtü böceğe.
* * *
Savcı, bakanlığa "Ben gittim olay yerine" diye sonradan not gönderdi ama, köylüler gelmediğini biliyordu. Olay yeri görüntüsünü köy imamı almıştı, fotoğrafları başka bir köylü çekmişti. Ceylan'ı da kayıtları da karakola onlar götürmüşlerdi.
Karakolda yapıldı otopsi.
"Cesedin, 1.50 boylarında 40-45 kilogram ağırlığında, siyah saçlı, kahverengi gözlü, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğunun olduğu görüldü...
Çok değil bir gün sonra "gizlidir" damgası vuruldu dosyasına.
Sonra, mühimmatın ölüme neden olduğu söylendi, başka hiçbir ihtimal araştırılmadan.
Sonra, tazminat talebi de reddedildi.
Danıştay, nihayet bozdu da bu kararı, İdare Mahkemesi, bir zahmet kusurlu buldu İçişleri Bakanlığı'nı.
"Yerleşim yeri değil" diye savundu bakanlık, evlerin ortasındaki mühimmatı. Ama kanıtlayamadı.
Yüzde 90 kusurlu buldu mahkeme bakanlığı, 283 bin lira tazminata hükmetti.
Mahkemeye göre, yüzde 10 kusur Ceylan'daydı. Öyle ya ne işi var mühimmatın başında? Ne diye vuruyorsun mühimmata? Evlerin ortasında dursun öyle…
Kusur var ve mahkeme karar verdi vermesine de kusurlu hâlâ yok ortada.
Suçlu yok, sorumlu yok, soruşturulan ceza verilen yok.
Ceylan öldü alt tarafı. Ölmesi muhtemel çocuklardandı, olur böyle şeyler, bunların bir önemi yok!
* * *
Geçenlerde, bir çocuğun ölümünü anlatan haberin altındaki bir yoruma takılıp kaldı aklım.
Öyle şaşırtıcı, nereden çıktığı belirsiz bir yorum değildi.
Ölesiye sıradan, ölesiye vasat, ölesiye alışılmış yorumlardan biri.
Bu coğrafyadaki sloganlar, tehditler, bağırtıların tümü gibi.
"Bırakın şu Kürt yanlılarını" diyordu yorumda.
Başta çocuklar, tüm ötekiler için biraz olsun çaba harcayan herkese söylenen sözler, ölmüş bir çocuğa da söyleniyordu.
Ne kadar da kaybetmiş olduğumuz geçti aklımdan; yetinmek, avunmak, beklemek zorunluluğumuz.
Ama biliyoruz umut var, bu sözleri işitenler sayesinde var.
Berkin var, Ceylan var, Mahsum var, Enes var. Kısacık da olsa yaşadılar.
Doğmuş, doğacak milyonlarca çocuk.
Umut var.
Ve biliyoruz ki umut, cesaret ve emekle düş olmaktan çıkar.