Berkin Elvan, 16 Haziran 2013’te başından vuruldu.
Uyumayı küçüklüğünden beri sevmiyordu, sadece babasının dizinde, üstelik boyu babasının bacaklarını aştığında bile.
Tam 269 gün uyudu.
16 Haziran’da sabah erkenden, “belki dayıları eve gelir” diye kahvaltı sofrası hazırlanmaya başladı. Ayağı kırık annesi ekmek almaya çıkacaktı ki Berkin atıldı:
“Her yere gaz sıkıyorlar. Şimdi bir şey olur, sen kaçamazsın, ben gidip gelirim.”
Gitti, gelemedi.
Sokağın önünden fırına hemen kıvrılacakken, uzun yolu seçti. Fırının önüne çıkacaktı ki, arkadaşlarına göre, biri “Berkin” diye seslendi. Başını o yöne çevirdiğinde aksi yönden atılan gaz fişeği kafasının arkasına isabet etti.
Elini başına götürdü, fişek, kafasının içine kadar girmişti.
Eliyle çıkartıp yere attı, kaldırıma çöktü. Başına koşuştu mahalleli.
Ağlamaya başladı acıdan; “Babama söylemeyin, babam üzülür, hastaneye bile götürmeyin.”
Tuttukları gibi en yakın müdahale edilebilecek yere götürdüler, basit bir pansuman yapıp ambulans çağırabilmek için. Gelemedi ambulans. Market arabasına konulduğunda kendinde değildi kustu, çocuktu.
3 mevsim, elini her sıktığında "uyanıyor" sanan annesi haykırdı 11 Mart 2014 sabahı acıyla.
Karanfiller attı iki milyon insan, kara kaşlı çocuklarına.
Sapan denildi, maske denildi sonra, iddiaya göre bilye atıyormuş sapanla.
Böyle işler cezasızlık, “O da yapmasaydı, o da gitmeseydi, o da sokağa çıkmasaydı.”
Oysa basit mantığı, ekmek almaya gitmişti Berkin ama başından gaz fişeğiyle vuramazsın bilye atsa da.
***
Yıllar süren araştırmalardan sonra bir polis hakkında dava açıldı.
O polis, elbette tutuklanmadı. Yargıya göre, Jandarma Kriminal Raporu’nda sadece yüzde 75 oranında teşhis edilebilmişti. Yargılama başladıktan sonra Adli Tıp’tan yeni rapor istendi.
Gelen raporda, “‘Görüntünün kalitesinin düşük olduğu, kişinin güvenlik kamerasına uygun pozisyon ve yakınlıkta bulunmadığı ve görsel bilginin yeterli düzeyde olmadığı” belirtildi.
Berkin’in ailesinin avukatları itiraz etti, mahkeme, sanık polisin tutuklanmasını reddederek, yeniden Adli Tıp’tan rapor istedi.
Bir sonraki duruşma tanık polisler dinlendi. Biri, olay günü Taksim’de görev yaptığını, akşam Mecidiyeköy tarafına geçtiğini, Okmeydanı tarafına kesinlikle geçmediğini, sanık polisi de tanımadığını söyledi. Bir diğeri, “Bu grupta iki sene kadar çalıştım ama sanık polisi hatırlamıyorum. Grupta gazcı olarak çalışanları da hatırlamıyorum. Olayların olduğu gün nerede görevli olduğumu da hatırlamıyorum” dedi. Görüntüler izletilince, ”Grubun arkasında dururduk. Hatırlamıyorum. Tanımıyorum” diye tekrarladı.
***
Berkin Elvan’ın cenazesine görüntülere göre neredeyse 2 milyon insan katıldı.
Nedense net çekmeyen kameralar çalıştı, gözler iyice açıldı.
Cenazeden tam 4 yıl sonra operasyon yapıldı.
Operasyonda arananlardan biri de İstanbul Üniversitesi öğrencisi Berkay Ustabaş’tı.
20 yıldır oturduğu evde arama yapılmıştı, Ustabaş yoktu, avukatıyla birlikte adliyeye kendisi gitti.
Kendisinin ve avukatının iddiasına göre savcı ve hakim, “Savunman iyiydi ama ahdimiz var, tutuklayacağız” dedi, tutuklandı.
Aylar sonra hazırlanan iddianamesinde, Ustabaş’ın Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı, öncesinde ve sonrasında eylem yapan grubun içerisinde olduğu, evinde yasak kitap bulundurduğu kaydedildi.
Kırıkkale’den İstanbul’a getirilmeyerek, duruşmalara sadece görüntülü bağlanabilen Devrimci Gençlik Dernekleri Genel Sekreteri Ustabaş, Elvan’ın cenazesine binlerce kişi gibi katıldığını söyledi. Yasaklı olduğu söylenen kitapları 2013’te aldığını, yasaklama kararının 2017’de Erzurum’dan verildiğini, kararı bilmesinin mümkün olmadığını bildirdi.
Duruşmaların sonunda ise cenazede “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganı atması sebebiyle başka bir dosyada yargılaması devam ettiği gerekçesiyle tahliye edilmedi.
O dosyadan tutuksuz yargılandığını belirtti ama bu da heyeti etkilemedi.
Heyete göre, 2 milyon kişinin katıldığı söylenen cenazede çekilen görüntüler netti. Sloganı atmıştı, evinden de örgüt renklerini barındıran dergiler, posterler çıkmıştı.
Tutukluluğunun üzerinden tam 1 yıl geçti.
***
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi asistanı Ceren Damar, odasında, sabah yapılan sınavda kopya çekerken yakaladığı öğrenci tarafından öldürüldü.
Tutuklanan Hasan İsmail Hikmet, derslerin zorluğundan, Damar’ın üzerine geldiğinden söz etti. Çünkü Türkiye’de üzerine gelindiğinden söz edenler, kadınları öldürdüğünde indirim alırlar. İyi biliyorlardı ki bu işleri, bir de “intihar edeceğim” mektubu savcılığa teslim edildi.
Bu ülkede, aramızda yaşayan bir kesim var, her cinayette, her ölümde, her tecavüzde ortaya çıkan.
Yine çıktılar.
“Kim bilir Ceren Damar ne yaptı, çocuk niye bu kadar bunaldı?”
Berkin’de de çıkmışlardı. Birileri sadece fikirleri nedeniyle tutuklandığında da çıkarlar. Bir kadın kendilerine bir kuralı anımsattığında da.
Bu kez kalabalığın, sürekli çıkması gereken sesi baskın geldi, sustular.
Ama ortada duran büyük bir soru var?
Neden isminde "sol”, “devrim”, “demokrasi” geçen derneklerin, sloganların, şiirlerin, hiç şiddete bulaşmamış üyeleri, sahipleri, söyleyenleri sürekli tutuklanıyor ve üniversitelerden uzaklaştırılıyor?
Ve neden onlar buna maruz kalırken, her kampüste rahatça dolaşıyor, bayrağın arkasına saklanıp nutuk atıyor ve sürekli pışpışlanıyor sahipleri belli silahlar ve satırlar?