26 Ocak 2019

Netflix’ten özel kuvvet askerleri filmleri

Türk dizileri kendilerine çeki düzen vermek zorunda

Televizyon kanallarını sadece Türkiye'de can sıkıcı ve halkın zekasını aşağı görür zannediyorsanız, değil! 2011-2015 arasında dört yıl Avrupa TV Ödülleri Jüri üyeliği yaptım. Bu süre zarfında, Polonya’dan, Rusya’ya, İtalya’dan İngiltere’ye dek Avrupa’da uydu kullanan birçok TV kanalının yayınladıklarına göz atma şansım oldu.

Sıkıldığım bir jüri üyeliği idi. Çünkü hepsi birbirinin aynısı olan tematik kanalları değerlendiriyorduk. Bunu bir keresinde şöyle ifade ettim:

“Sinema kanalı konusunda, en iyisi ödülü Holywood sinemasına verip kurtulalım.”

Çünkü tematik ödüllerin verildiği bu yarışmada, örneğin Polonya’daki TV kanalı ile, İtalya’daki TV kanalı yarışmaya gönderdikleri tanıtımda aynı filmlerden parçalar koymuşlardı. Birazcık yerli ama çoğunluk Holywood sineması (mesela hepsi o yılın yeni çekilmiş olan George Clooney’li filmi başa koymuşlardı). Çocuk kanalları bile aynı çizgi filmleri içeriyordu.

Bugün de "format" denilen olayı anlayamıyorum. Yani neden TV kanalları kendilerine ait formatlar yaratamaz da, gidip başka ülkenin bir program formatına para yatırırlar. Bunun sonucunda tüm ülkelerde aynı cins programlar, aynı tür aptallıklar seyrediliyor.

Önceki yıllarda AKP öncesi eski bir TRT yöneticisinin TV programlarını nasıl oluşturduklarını anlatan bir konuşmasını dinlemiştim. Dinleyiciler (entelektüel bir gruptu), "acaba siz daha kültürü geliştirici bir şeyler verseniz, seyirci almıyor mu?" diye sormuştu. Eski TRT yöneticisi programların halkın isteklerine göre oluşturulduğu iddiasındaydı (burada Ford'un eğer insanlara sorsaydım, daha iyi bir at arabası isterlerdi demesini hatırlatayım.)

Aslında bu karşılıklı bir şey. Yani bir takım tuhaf programlara büyük zevkle katılanlar var. Hoşlanmayanlar ise sesini çıkarmak yerine, seyretmemeyi tercih ediyor. Üstüne bir de ne idüğü belirsiz rating hesaplamaları… Böylece saçma sapan bir düzen gidiyor.

Netflix içeriklerini değerlendirdiğimiz bu yazı dizisinde, bir yandan da filmlerin birbiri ile kıyaslamasını, film ve TV endüstrisinde içeriğin nasıl kendini tekrarladığını ve TV endüstrisindeki kısır döngünün bu alanı nasıl kilitlediğini ama bir yandan da teknolojinin neleri değiştirdiğini (aslında yan değil asıl içerik olarak) vereceğiz.

1980 sonrası - Avrupa sinemalarının yok olduğu, Hollywood’un yükseldiği yıllar

Ben Catherine Denauve, Alain Delon, Louis de Funes gibi bugün çok kişinin hatırlamayacağı artistlerin yer aldığı bir dönemden geliyorum. O dönemde sinemalarımızda Fransız, İtalyan filmleri de oynardı ve bu filmlerin birçoğunun duyguları, Holywood filmlerine nazaran daha iyi aktarabildiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Mesela 1969 yılında çekilen ve “Hayat Bağları” Türkçe ismiyle oynayan filmde "Les choses de la vie” Michael Piccoli, Romy Schneider oynuyordu. Filmde "İlginç seçim" çok etkileyici bir şekilde anlatılır.

1994’de aynı film Amerikalılar tarafından Richard Gere, Sharon Stone, Lolita Davidoff ile çekildi. İsmi “Intersection (Kesişme)”ydi. Zengin ama çok soğuk eşi ve sıcak bir kız arkadaş olan adamın hikayesini aynı yoldan izledik. Yine güzel bir filmdi ama nedense Fransız yapımı olanı, duyguyu çok daha fazla iletebiliyordu. Zaten fragmanları kıyaslayın, onlar bile gösteriyor bunu.

1980’lerden itibaren Hollywood sineması “para gücü” sayesinde yükseldi. Avrupalı filmleri sildi. Yıllardır sinemalarımızda sadece cafcaflı Hollywood filmleri oynadı. Neyse ki, son yıllarda ortaya TV dizileri furyası çıktı ve böyle Türk filmlerine içeride ve dışarıda ilgi arttı. Tek taraflı bir şeyler görmekten birazcık kurtulduk

TV dizilerinin pazarlandığı fuarda, bir İsveçli pazarlamacı ile yaptığımız görüşmede, Amerikan dizilerinin tuhaf içerikleri --Yani Big Bang Theory dizisi entelektüel ya da aynı düzeyde olanlara eğlenceli geliyor ama toplamda bu diziyi anlayabilen sayısı az-- nedeniyle pazarın Türk dizilerini (aile konuları) eğlenceli bulduğunu ve mesela "Soap Opera" içerik üretmekle ünlü Latin Amerikalıların bu dizileri seyrettiklerini söylüyordu[1].

Bir yandan da Güney Amerika'da yaşayan Türk gezginlere ait YouTube videolarına bakın. Her birisi bu dizilerdeki üç kağıt ve numaraların, bölge insanlarının huylarını değiştirebileceği uyarısı yapıyor.

Digitürk’ün festival kanalı ve uzatıldıkça uzayan, herkese birbirine aşk ederek puan alacağını düşünen Türk dizileri

Türk TV ekosistemine bakıldığında not etmek istediğim 2 husus var.

Digitürk'ün “Festival Filmleri” kanalı bence çok olumlu. Kendilerinin bu kanal ile kazandığı Avrupa TV Ödülü’nde payım var. Çünkü başka herhangi bir Avrupa TV kanalında böyle bir şey yoktu. Bence Digitürk’ün yaptığı en güzel hareketlerden birisiydi. Festivale yani sinema sanatının farklı boyutlarına meraklıysanız maalesef dünyadaki her festivale gitme şansınız yok. Dolayısıyla Digitürk’ün bu kanalı “çok güzel hareketler bunlar” kapsamındaydı.

Ancak son zamanlardaki Türk dizileri için genel anlamda olumlu konuşamıyorum; ilk 2-3 nesil TV dizilerini mesela Hatırla Sevgili, Hanımın Çiftliği ya da Çemberimde Gül Oya’yı büyük bir zevkle izledik ama sonra sakız gibi uzatılan, dizideki kenarda köşede yaşayanlar dahil herkesi birileri ile aşk yaşatan, hatta Kavak Yelleri dizisinde olduğu gibi, onunla da, bununla da, öbürüyle de aşk yaşatan diziler, mağdurluğu uzakttıkça uzatan, acılardan zevk alan türdeki, biraz da “nasıl uzatalım” modunda suni senaryolar yarattılar ve bıktırdı. Netflix’e yönelmemin bir nedeni de bu. Yani Türk dizileri kendilerine çeki düzen vermek zorunda. Kendi ayaklarına sıkıyorlar şu anda.

Ülkeleri filmleri ile tanımak

Netflix'e tekrar dönersek; dünyadaki pazarı ele geçirmek için uğraşıyor bugünlerde. Tekel olan her şeye karşıyız. Bu nedenle umarız başka rakipleri (özellikle yerli rakipleri) benzer kaliteyi ve çeşitliliği yakalayama çalışırlar.

Şu anda Netflix “filmleri kendi ülkelerinin artist ve yönetmenlerinden izlemek, insana farklı düşünceler veriyor ve o bölgelerdeki sorunları hissettirebiliyor.” Bu bir zenginlik. Dünyayı anlamak açısından, özellikle de günümüzde gitgide sıkışan, globalleşme ile ulus devlet arasında sıkışmış olan ve bir taraflara yönlendirilmeye çalışan dünyamız açısından bunları farklı gözlüklerle görmek bence yararlı bir araç.

Bu özellikle, ülkemizde herkese bir etiket takan, ifade özgürlüğünün yetersiz olmasını eleştirirken, kendisi de ifade özgürlüğüne mahalle baskısı uygulayan insanlara farklı bir bakış sağlayabileceği için önemli. Dünyada neler olduğunu görmek ve anlamak lazım. Haberleri okuyarak da anlayabilir ama görsel şansı olayı daha iyi anlamaya neden oluyor.

Netflix bölgeyi anlamamızı sağlar diye bir iddiam yok. Ama bana farklı şeyler düşündürüyor. Sizlere bunları aktarmaya çalışıyorum. Umarım herkese bir şeyler düşündürtür.

İki film - Siyasi bir soygun ve şirketler arası çekişme

Şimdi bu hafta için seçtiğim film ve dizilerinden bahsedelim.

Önce özel kuvvetler olmayan bir film (ama belki de öyledir… Filmde buna dair bir not yok ama yaptıkları iş bunu hatırlatıyor.) Eski (2006 yapımı) ama beğendiğim bir aksiyon filmi. İngiliz Clive Owen, Amerikalı Danzel Washington ve William Dafeo’nun oynadığı, Jodie Foster ve İngiliz Christopher Plummer’ın da katkıda bulunduğu “İçerdeki Adam (Inside Man)”. Kafanızı boşaltmak istiyorsanız, güzel bir film özellikle de bayat olmayan sürpriz sonucu ile.

Devam edelim, ikinci filmimiz eski bir özel kuvvetler birliği mensubu ama “kadın.” O da heyecanlı bir film. Ama bende “bir şeyler eksik, daha iyi olabilirdi” diye düşündürttü. Senaryoda boşluk olan yerler var (neden öyle, ya da elleri bağlıyken nasıl yaptı gibi). Malum bu filmlerin hepsi bir şekilde süprizi sonlar yaratmaya çalışıyorlar ama bence hepsi başaramıyor. Bu film de bittiğinde bana “olmamış” duygusu yaşattı.

Başrolde İsveçli Noomi Rapace var. Kendisini 44’üncü çocuk’ta Tom Hardy’nin eşi olarak seyretmiştik. Değişik bir yüzü olduğu için olsa gerek, son zamanlarda popüler, dolayısıyla sadece İsveç filmlerinde değil, uluslararası filmlerde de yer alıyor. Mesela Spielberg’in filminde de oynamış durumda. Bu filmde performansı —en azından The Protector’daki Hakan’a nazaran— gayet iyi ama filmin senaryosu basit ve boşluklu kalmış. Filmin diğer bir oyuncusu da, yine pek çok dizi ve filmde karşımıza çıkan Indira Varma.

Özel kuvvetler askerleri dönünce bunalım mı yaşıyor?

Bu yazımızın esas konusu "Özel Kuvvet Askerleri"ni içeren filmler. Baştan söyleyelim; bu özel kuvvetler deyince, aynı konu döndüre döndüre kullanılıyor. Bu filmlerin bir kaç konu çeşidi var. Birinde özel kuvvetlerin yaptıkları eylemler ve kahramanlıkları anlatılır (ama bu artık dünyada kızgınlık yaratıyor çünkü genelde bu tür eylemler bir devletin egemenliğine karşı olayları anlatır), bir başka kolunda ise başkana (ya da başka önemli bir adama mesela BM yetkilisine) suikast yapılacaktır. Sonuçta olayın bir komplo (içeriden) olduğu ortaya çıkar.

Şimdi özel kuvvetlerle ilgili üç Netflix dizisinden bahsedelim.  Her üç filmde de, biraz dokümanter tadı var diyebiliriz. Çünkü üçünde de filmin konusunun yanında bu insanların ruhsal hallerini görüyoruz.

Bu hafta aktaracağımız ilk dizi ABD’den; 2017 yapımı Tetikçi (Shooter). Son zamanların gözde oyuncularından Ryan Phillippe oynuyor. Stephen Hunter’ın çok satan romanına dayandığı belirtiliyor. Afganistan gibi bir yerlerde savaşmış eski bir Amerikan deniz kuvvetleri mensubunun, yeni bir görevin içine çekilmesi sonrası yaşanan komplo ve Philippe’in çılgınca mücadelesi anlatılıyor.

Phillippe daha önce de Irak’tan dönmüş bir askeri canlandırmıştı. 2008 yapımı Görev Uğruna (Stop-Loss) isimli filmde. Ayrıca 2. Dünya Savaşının meşhur resimlerinden birisi olan Iwo Jima savaşı sonrası Amerikan bayrağını diken askerlerin anlatıldığı 2006 yapımı Atalarımızın Bayrakları (Flags of Fathers)’da da başrol Phillippe’in. Anlayacağınız hep askerleri canlandırıyor.

İlginçtir “Tetikçi” filminin yapımcıları arasında Mark Wahlberg var. Neden ilginç derseniz, Whalberg bu dizinin 2008’de çekilen film versiyonunda Phillippe’nin rolünü oynamıştı. Anlaşılan Whalberg filmi çok sevmiş. Yani konu zaten çok işlenmiş bir konu ve bu 2ci defa çekilmiş. Bu sefer film değil dizi.

İkinci dizi bana daha ilginç geldi. Çünkü 6 bölüm ve sürprizli bir sonu var. Çok uzatılan dizilerden sıkılıyorum. Bir öncekinde olan 31 bölüm bayağı uzun. Üstelik farklı boyutlar ortaya çıkıyor gibi olsa da, temelde aynı konunun etrafında dönen bir hikayeyi, orasından burasından uzatmış oluyorlar.

BodyGuard” isimli 2018 tarihli İngiliz dizisi çok sürükleyici. Richard Madden’in Afganistan’daki görevden yeni dönmüş David Budd isimli bir özel kuvvet mensubunu canlandırdığı dizi hayli sürükleyici. Sürekli düşündürtüyor.

Budd filmde kendisiyle farklı görüşlere sahip (insani olmayan da diyebiliriz) bakana bodyguard olmak için görevlendiriliyor. Ama bu arada dönmüş olduğu savaşın etkilerini yaşadığını görüyorsunuz. O nedenle başta “eh biraz dökümanterimsi” dedim. Çünkü sadece dizi ve filmlerde değil, National Geography’de yayınlanan gerçek hayat hikayelerinde benzer olaylar görülüyor. Irak ya da Afganistan gibi yerlerde savaşan askerler aslında ülkelerine yaşadıkları şiddeti de taşıyorlar. Mesela seyrettiğim bir reality show’da (Crime) yakalanan üç tecavüzcü/hırsız Irak’tan dönmüş madalyalı askerlerdi.

Anlayacağınız bu askerler savaş alanlarında alıştığı düzeni hala sürdürebiliyorlar. Ya da bunalımları “Irak’ta haksız yere öldürülen siviller”i görüp isyana doğru gidebiliyor. Hatırlayın; Bradley Manning (ya da sonradan seçtiği ismiyle Chelsea Manning) böyle bir bunalım ile Amerikan Ordu tarihindeki en büyük belge sızdırmasını gerçekleştirmişti [2].

BodyGuard filmde de David Budd’ın savaşın etkilerini yaşamaya devam ettiği ve bu nedenle ailesi ile arasının bozulduğu görülüyor. Ama zorluklara rağmen, sonu mutlu ediyor. Gerisini söylemeyelim, seyredin.

Bir başka özel kuvvet askerine ait İngiliz dizisi ise 2018 yapımı ve “Colleteral” ismini taşıyor. Bu sefer kahramanlarımız kadınlar. Hem komiser, hem göçmen, hem de özel kuvvet askeri. Bu da heyecanlı ve izlemesi güzel bir dizi.

Bu filmde, “göçmenlik”, “devlet yetkililerinin göçmenlik konusundaki kafa karışıklığı” ama en önemlisi, “eskinin üzerinde güneş batmayan imparatorluğunun askerlerinin kafa karışıklığı ve bunalımları” gözüküyor. Başrolde, Carey Mulligan var. Onu Amerikan filmlerinden hatırlıyoruz; örneğin Shia LaBeouf ve Michael Douglas ile Gordon Gekko’nun hikayesinin devamının anlatıldığı 2010 yapımı “Borsa : Para Asla Uyumaz” filminden.

Bu arada Carey Mulligan’ın önemli bir filmi de, 2015 yapımı Suffragette (Diren) oldu. Bu filmi Digitürk’te seyretmiştik, Netflix'de yok. 1912’de İngiltere'de kadın hakları için savaşmaya başlayan bir avuç kadını anlatan bir filmdi ve insan seyrederken çok üzülüyordu. Bir yandan da "Atatürk ne büyük adammış, Türk kadınına haklarını ta 1920lerde verdirmiş" diye düşünüyorsunuz.

Bunu demişken, Osmanlı’da kadın hakları için savaşan kadınlar olduğunu da hatırlatalım. İnşallah bir gün o kadınların hayatları da filme çekilir [3].

Bu arada özel kuvvet askerlerinin eğlenceli yönüne de bakalım; özel kuvvet askerleri olmaya niyetiniz ya da müsait durumunuz (vücut vs.) yok ama merak ediyorsunuz diyelim. Bunu 1 haftalık bir eğlence !!! Tatili gibi alabiliyorsunuz. Farklı ülkelerden de gelseniz, özel kuvvet mensubu eski askerlerin hazırladığı zorlu koşullarda kendinizi denemeniz mümkün. Buna dair de BBC tarafından yapılmış bir film var.

Zaten haftaya cumartesi günü sizlere Netflix üzerindeki dökümanterlerden örnekler vereceğim.


[1] Türk Dizileri Pakistan'dan Ukrayna'ya ya da Şili'ye Kadar Her Yerde İzleniyor

[2] Wikileaks’e En Büyük Sızdırmayı Yapan Bradley (Chelsea) Manning Serbest Bırakıldı

[3] Siyasi hakları için mücadele eden Osmanlı kadınları

 

Yazarın Diğer Yazıları

Neden bazı sitelere erişimde sıkıntı oldu?

Çeşitli hizmetler veren Cloudflare'i ülkemizde en çok "dDOS temizleme hizmetleri" ile biliyoruz. Trendyol'undan, Yemeksepetine, çeşitli gazetelerden, eksisozluğe, arabam.com'a kadar pek çok sayıda Türk web sitesi tarafından da kullanılıyor. Detayları Dağhan Uzgur'a sorduk

Trendyol "buybox" soruşturmasında, Rekabet Kurumu’na taahhüt metni sundu

İddiaya göre e-ticaret platformları, müşteriye gösterilecek satıcı konusuna daha doğrusu satıcılar arasında fiyatlara müdahale edebiliyor ve böylece son kullanıcının alım şartlarını etkiliyor

Avrupa endişeli, dikkatler denizaltı kabloları üzerinde

Denizaltı kablolar, uluslararası veri trafiğinin yaklaşık yüzde 99'unu taşıyan küresel internet bağlantısının omurgasını oluşturur. Bu kablolar, bulut bilişim, finansal işlemler ve medya akışı gibi hizmetleri etkinleştirerek küresel iletişim için kritik öneme sahip

"
"