23 Ağustos 2013
Sekizi Türk 10 kişiyi öldürmekten sorumlu tutulan aşırı sağcı terör örgütü NSU için Federal Meclis’te kurulan Araştırma Komisyonu nihai raporunu yayınladı. Raporla NSU terör örgütünün yakalanması, cinayetlerin soruşturulması konusunda Alman devlet kurumlarının ağır ihmali olduğu, organizasyon ve analiz yeteneklerinin bulunmadığı, bilgi paylaşımının işlemediği, personel seçiminde hatalar yapıldığı ve öncelik belirlenemediği bir kez daha belgelenmiş oldu. Komisyon üyeleri yaptıkları açıklamalarda, bir buçuk yıl süren çalışmaları sırasında tüyler ürpertici durumlarla karşılaştıklarını anlattılar. Pek çok tanık örneğin sorulara, “hatırlamıyorum” yanıtını vermiş. Federal Meclis’te grupları olan partilerin temsilcilerinden oluşan Komisyonun sol partili üyesi Petra Pau bu hatırlamama halini “Sürü unutkanlığı” sözleriyle tanımlıyor. Hiyerarşik olarak asttan üste gittikçe unutkanlıkla birlikte bilgisizliğin de arttığına dikkat çeken Pau’ya göre, aşırı sağcı şiddet Almanya için kolektif bir kara leke.
Komisyonun Yeşiller partili üyesi Wolfgang Wieland da, organize yeteneksizlikten ve bilerek görevi yerine getirmemekten söz ediyor. Bazı makamlar komisyonun istediği belgeleri aylarca bulamamış, bazılarıysa kaybetmiş. Hepsinin tek taraflı soruşturma yaptığı aşırı sağcı ve ırkçı eylemlere göz yumduğu hatta bu eylemleri önemsizleştirmeye çalıştığı kesin. Sosyal demokrat komisyon üyesi Eva Högl de, yabancı düşmanı ya da ırkçı demeye cesaret edemiyor belki ama üzerine basa basa emniyet görevlilerinin ön yargılı davrandıklarını anlatıyor. Högl, Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich’i ve Devlet Sekreteri Klaus-Dieter Fritsche’i komisyonun çalışmalarına taş koyduğu için eleştirmekten ise kaçınmıyor. Nitekim içişleri bakanlığının rapora son hali verirken, 118 bölüm hakkında çekincesini belirttiği ve bunlardan 47 sinin silinmesini istediği ortaya çıktı. Bakanlık gerekçe olarak da devletin bütünlüğü ve Anayasayı koruma dairelerinin imajının tehlikeye düşebileceği göstermiş. Eleştirilerden savcılıklar ve olayı “döner cinayetleri” başlıklarıyla önemsiz kılan medya kuruluşları da nasibini alıyor.
Komisyon raporundan anlaşılıyor ki, farklı eyaletlerdeki farklı gizli servis ve emniyet teşkilatları cinayetlerden önce olduğu gibi cinayetler sırasında ve sonrasında da işbirliği yapmayı beceremediği gibi, adeta birbirine karşı çalışmışlar. Teröristler de sanki bunu biliyor gibi, Thüringen Eyaleti’nde yer altına giderken, Sachsen Eyaleti’nde ikamet etmiş, cinayetleri ise başka başka eyaletlerde işlemiş! En kötüsü de aynı silahla işlenen cinayetlerin hemen hepsi Türk ya da yabancı kökenlilere yönelik olmasına rağmen güvenlik mensupları adi suç statüsünde soruşturma yürütmüşler ve ırkçı saldırı statüsüne sokmak için bir terör örgütünün bu cinayetleri üstlenmesini beklemişler. Komisyon, çalışmalarını sürdürürken aslında şu sorular üzerinde yoğunlaştı: Devlet cinayetlerden haberdar mıydı? Gizli servislerden biri NSU üçlüsünü koruyor muydu? Bu nedenle mi, üçlü ortaya çıktıktan sonra dosyaların bir kısmı imha edildi? Raporun bu ve benzer sorulara verdiği yanıt; HAYIR. SPD’li Eva Högl, “her kırıntıyı mercek altına aldık ama bu doğrultuda bir kanıt bulamadık” diyor. Bir buçuk yıl içinde 12 bin adet dosyayı inceleyen, 100 den fazla tanığı dinleyen, 349 saat boyunca oturum yapan Komisyon’un raporuna göre, emniyet ve istihbarat görevlilerinin hata, ihmal ya da dikkatsizliği sonucu, NSU üçlüsü 7 yıl boyunca iz bırakmadan 10 cinayet işledi, iki bombalı saldırı düzenledi ve 15 soygun yapmayı başardı. Aslında bugüne kadar bilinenlere yeni bir şey eklemeyen bin sayfalık rapora genel bir başlık atsak, bulabileceğimiz en iyi kelime KOLEKTİF İHMAL olurdu. KOLEKTİF KAZA gibi sanki. Açıkçası insanın pek de inanası gelmiyor.
Federal Meclis Araştırma Komisyonu da, güvenlik yetkililerinin biri 1998 diğeri de 2004 yılında olmak üzere iki kez NSU terör örgütüne kıl payı yaklaşıldığı ama malum sebeplerle kaçırıldığını ortaya çıkardı. 1998 yılında NSU örgütünün hayatta kalan ve mahkeme önüne çıkartılan tek üyesi Beate Zschaepe’nin kiraladığı garajda bomba yapımında kullanılan TNT maddesi bulunmuş ancak soruşturmanın devamı getirilmemişti. 2004 yılında Köln’de Türk dükkanlarının çoğunlukta olduğu Keupstrasse’ye yapılan çivili bomba saldırısında da aşırı sağcı terör imzası görülmüş ve yok sayılmıştı. Dönemin sosyal demokrat içişleri bakanı Otto Schily bile, ki kendisini Almanya’da yaşayan göçmenlerin hayatını zehir edecek uygulamaları yürürlüğe sokma pahasına İslami terörle mücadeleye adadığı için “Şerif” unvanına layık görüldü, Komisyon’a verdiği ifadede, neden hata yaptığını açıklamayı beceremedi. Ondan sonra gelen muhafazakar İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble de öyle. Kurt politikacılar hatalarını kabullenmekle yetindiler. Şu ana kadar beş eyalet anayasayı koruma dairesi başkanı dışında ne bir polis memuru, ne savcı ne de bir politikacı istifa etmedi. Kurban yakınlarına sembolik bir maddi destek sağlandığı, Başbakan Angela Merkel’ın cinayetleri açıklığa kavuşturma sözü verdiği resmi töreni unutmayalım tabii. Cumhurbaşkanı ise lutfen kurban yakınlarını kabul etti. Federal İçişleri Bakanı Friedrich, Neonazi Data Bankası oluşturma yolunda adım attı ama bunu İslami terörü defalarla hatırlatarak, hatta İslami terör için oluşturulan enformasyon merkezine katmayı isteyerek kör gözün parmağına yaptı.
Federal Meclis NSU Araştırma Komisyonu’nun ihmalleri belgelemekten çok yaptığı öneriler önemli. Buna göre üzerinde uzlaşılanlar özetle şöyle;
Aşırı sağcı ya da ırkçı nedenlerle işlendiği ihtimali olan suçların ardında siyasi bir neden olup olmadığının araştırılması zorunlu olacak. Kültürler arası yetkinlik polis eğitiminin temel taşlarından biri sayılacak. Aşırı sağcı ve ırkçı suçlar istatistiklere daha sağlıklı yansıyacak.
Savcılıkların yetki alanı genişletilecek ve yasa koyucular savcılıkların nelerle yükümlü olduklarını somutlaştıracaklar. Terör zannı olmasa bile savcılıklar ağır suçlarda devreye girecek.
Anayasayı Koruma Dairelerinin enformasyon çalışmalarını daha verimli hale getirmek için yeni denetim sistemi oluşturulacak. Eğer eyaletler üzeri enformasyon söz konusu ise bütün bilgiler bir merkezde birleştirilerek üzerinde çalışılacak. Bilgilerin kaydedilmesi, arşivlenmesi ve dosyalanması konusunda daha açık ve sert kurallar getirilecek. Anayasa Koruma Dairesi çalışanlarının kültürlerarası yetkinliklerinin arttırılması zorunlu olacak.
Komisyon üyeleri iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Dairelerinin geleceği ve köstebek kullanılması konusunda uzlaşmaya varamadılar. Uzlaşmaya varılamayan bir başka nokta da Araştırma Komisyonu’nun görevine devam edip etmeyeceği. İktidar ve ana muhalefet partileri komisyon raporunun önümüzdeki yasama döneminde meclise getirilmesini istiyorlar.
Federal Meclis Araştırma Komisyonu’nun NSU raporu hakkında haber ve yorum yapan Alman medya kuruluşları, bir buçuk yıllık bu çalışmayı polisinden, istihbarat görevlilerine, anayasayı koruma daireleri çalışanlarından politikacılara kadar yüzlerce yetkilinin hata ve ihmalinin belgelenmesi olarak görüyor. Pek çoğu için kurulan partiler üstü komisyonun uyumlu çalışması, hemen her kararı oy birliğiyle alması ve seçim arifesinde bu çalışmanın hükümete karşı kullanılmaması taktir edilecek bir durum. Önemli bir kısmı, kurumlar arası işbirliği ve denetimin arttırılmasından oluşan öneriler bütününe dikkat çekiyor. Ha bir de devletin bu işte parmağının ortaya çıkmaması Alman medyası ve kamuoyu için bir çeşit teselli olmuş. Peki ya öldürülen on kişinin yakınları, bombalı saldırılardan yaralı kurtulanlar ve milyonlarca yabancı kökenli göçmen, onlar için bu sonuç teselli olacak mı?
İlk işlenen cinayette babasını kaybeden Semiya Şimşek, hem yazdığı kitapta hem de verdiği her röportajda hep aynı soruya yanıt beklediğini söylüyor: Neden benim babam? Komisyon’un İHMAL sözcüğü ile özetlenebilecek 1000 sayfalık raporu, zanlı muamelesi gören ve yok sayılan kurban yakınlarının acılarını nasıl hafifletir dersiniz? Sadece Münih’te görülen ve yıllar sürmesi beklenen davaya mı ümit bağlayacaklar? Beate Zschaepe konuşmadığı sürece hepsinin soruları da acıları da yüreklerinde kalacak gibi görünüyor. Bir sürpriz olmazsa Beate Zschaepe konuşmayacak. O sustukça NSU terör örgütünün sadece üç kişiden ibaret olduğunu ve ikisi öldüğü biri parmaklıklar ardında olduğunu düşünüp rahatlayacak mıyız? Yine mahkemede Zschaepe ne giydi, tanıklar konuşurken nereye baktı, onlarca takma isimle ortalıkta dolaşırken nasıl iyi bir komşu gibi davrandı, Uwe’lerden hangisi gerçek sevgilisiydi gibi sorularla mı uğraşacağız? Alman yetkililerin işlediği, adına İHMAL denen kolektif SUÇU kim yargılayacak?
Her ne kadar takdiri şayan olsa da Federal Meclis Araştırma Komisyonu’nun 1000 sayfalık raporu benim için hiç tatmin edici değil. Bence devlet kurumları ve siyasetin yanı sıra ortada toplumsal bir suç da var. Almanya ya geçmişiyle yüzleşeyim derken bugüne bakmayı unutuyor ya da geçmişin izlerini silmekte samimi değil. NSU davasının görüldüğü kent Münih’te yapılan ve sonuçları henüz kamuoyuyla paylaşılmayan bir araştırmaya göre, Münihlilerin %20’si Almanya da çok fazla Müslüman yaşadığını düşünüyor, yarısı da İslam kültürünün Alman kültürü ile bağdaşmadığına inanıyormuş. Araştırmayı yürüten sosyolog Christian Ganser, Münihlilerin sadece Müslüman ve yabancı karşıtı olmadığını, homoseksüeller, evsizler, özürlüler ve işsizlere yönelik düşmanlığın da tahmin edilenden çok daha büyük olduğunu söylüyor. Çok tanıdık! Aynı sonuçlara Almanya çapında da ulaşılacağını ifade eden Ganser, ürkütücü bir kavramdan da söz ediyor: “İnsanın insana düşmanlığı”
NSU davası aydınlatılmadıkça ve bu kolektif ihmalin sorumluları cezalandırılmadıkça bu kavramı Almanya’da daha çok duyacak gibiyiz.
El Şara’nın bir süre Baerbock’u görmezden geldiğini de izliyoruz videoda. Bu bence “feminist dışişleri” şiarıyla ortaya çıkan bir kadın siyasetçiye yapılan en büyük hakarettir. Ziyaretten sonra Baerbock, el Şara’nın elini sıkmayacağını zaten hesaba kattığını söyleyerek her ne pahasına olursa olsun Suriye’nin yeniden yapılanmasına katkıda bulunmakta kararlı olduklarını vurgulamış oldu
İnsanların neden olduğu sera gazı emisyonlarının yüzde 50’den fazlası, elektrik ve ısı üretimi, ulaşım ve endüstriyel süreçler gibi faaliyetler için kömür, petrol ve doğal gazın yakılmasından kaynaklanır
Almanya’da mültecilerin barındıkları mekanların önemli bir kısmını yüzde 50’ye varan kâr marjı ile bir İngiliz şirketi, Serco işletiyor. Kârı arttırmak için personelden kısan şirketin işlettiği kamplardan birinde hayatını kaybeden bir mültecinin cesedi ancak iki hafta sonra bulundu. Şirket de, şirkete iş veren eyalet yöneticileri de gazetecilerin bu kötü hizmete rağmen çok kârlı işlere dair sorusularına kaçamak yanıtlar veriyor
© Tüm hakları saklıdır.