Alman halkının pazar günü dördüncü kez başbakan olarak seçeceği Angela Merkel, yine alternatifsizliğinin tadını çıkaracak. Merkel’in olası başarısını sadece alternatifsizliğine bağlamak 12 yıldır iktidardan inmeyen Almanya’nın ilk kadın başbakanına haksızlık etmek olur.
Başbakanlık için yarıştığı Sosyal Demokrat Parti SPD’nin adayı Martin Schulz tavşan ise, muhafazakâr Merkel, kaplumbağa. Bu masal alışıldığı gibi, ağır da olsa emin adımlarla yürüyen, yolundan dönmeyen kaplumbağanın hedefe ulaşması ile sona bulacak.
Bu Almanya için mutlu son mu, bunu önümüzdeki yıllar gösterecek. Kısa vadede mutluluk getirse de uzun vadede Alman siyasetini bence çetin günler bekliyor. Sadece Hristiyan birlik partileri CDU/CSU değil, sosyal demokrat, liberal ve Yeşiller'in de üzerine serpilmiş ölü toprağını silkeleyip, aralarındaki farkı açarak, ideolojik bir yeniden yapılanmaya gitmeleri şart olacak. Çünkü çok uzakta değil, komşuda, Fransa’da Emanuel Macron, İngiltere’de Jeremy Corbyn, Avusturya’da Sebastian Kurz’un estireceği yenilenme rüzgarından Almanya’da etkilenecek.
Klasik muhafazakâr değerler ön planda
Angela Merkel’in bu seferki seçim sloganı “Beni tanıyorsunuz”. 12 yıldır elde ettiği başarılara sırtını dayayan muhafazakâr siyasetçinin seçim programına göz attığınızda, büyük bir yenilik ve gelecek planına rastlamıyorsunuz.
Merkel, klasik muhafazakâr, Hristiyan sosyal ve liberal siyasetin konuları ile propaganda yapıyor. Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokratik Birlik Partisi CDU seçime, 1949 yılından bu yana kardeş parti ilan ettiği Hristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU ile birlikte giriyor. CDU’dan daha muhafazakâr ve milliyetçi çizgide olan CSU, Bavyera Eyaleti’nin partisidir. İki parti arasında zaman zaman fikir ayrılıkları olsa da bu kez iç, güvenlik, aile ve vergi politikalarına ağırlık veren daha uyumlu bir seçim programı hazırladılar.
Merkel Kohl’un rekorunu kıracak
Muhafazakârlar, seçmenlerine daha az vergi ödeme, geleceği garanti olan istihdam yaratma, işverenin ve çocuklu ailelerin mali yükünü azaltma gibi vaatlerde bulunuyor. Üzerinde durdukları en önemli nokta güvenlik. İçişleri Bakanı, daha geçen haftalarda kamusal alanlarda iç güvenliği arttıran pilot projelerini göğsünü gere gere tanıttı. Muhafazakârlar sadece polis sayısını değil askeri harcamaları da arttırma sözü veriyor. İç politikadan daha çok dış politika, e haliyle Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik uyarılar ön plana çıkıyor muhafazakârların seçim yarışında.
Aslında bütün bunlar teferruat. CDU ve CSU’nun en büyük şansı, ülkeyi 12 yıldır yöneten başbakan adayı Angela Merkel. Merkel, siyasi babası Helmut Kohl’ün iktidarda kalma rekorunu kırmaya hazırlanıyor.
Pragmatizmin başarısı
Merkel’in bu kadar süre iktidarda kalabilmiş ve alternatifsiz olmasının ardında yatan kesinlikle partisinin siyasi değerleri değil. Hatta hem Merkel hem de partisi sık sık, bu değerleri ihmal etmek, sosyal demokratlaşmakla eleştirildi. Düşünsenize, zorunlu askerliği kaldıran, eşcinsel çiftlere diğerleri ile eşit haklar tanıyan, nükleer santrallerin kaldırılmasını onaylayan hatta mültecilere kapılarını açan Merkel ve partisi oldu. Hayır! Merkel oldu.
Defalarca dünyanın en güçlü kadını seçilen Angela Merkel’in başarı anahtarını bir kelime ile anlatmak mümkün; pragmatizm. Bir de Angela Merkel, diğer partilerden rol çalmayı iyi beceriyor. Yeşillerden yeşil, sosyal demokratlardan daha sosyal demokrat, liberallerden daha liberal olabiliyor. Galiba iyi koku da alıyor. Yani öngörüsü kuvvetli. Sanırım bunu bilim insanı olmasına ve hayat hikâyesine borçlu.
Tercüman olmak istiyordu fizikçi oldu
1954’te Hamburg’da dünyaya gelen ama daha üç aylıkken Doğu Almanya’ya taşınan Angela Merkel burada yetişti. Babası bir Protestan papazıydı. Tercüman olmak isterken fizikçi oldu. Her ne kadar eski erkek arkadaşı O'nu apolitik olarak nitelendirse de Merkel aynı görüşte değil. Daha sekiz yaşındayken Bonn’daki bakanların adlarını tek tek ezberleyen, radyodan önemli meclis tartışmalarını dinleyen ve Willy Brandt ya da Helmut Schmidt gibi Batılı siyasetçilerin DDR’e ne zaman geldiğini takip eden Merkel, siyaset ile yakından ilgileniyordu ama aktif değildi.
Berlin duvarının yıkılması Angela Merkel’in siyasi kariyerinin önündeki engeli de kaldırdı. DDR’in son hükümetinde hükümet sözcü vekili olarak görev yapan Merkel, aynı zamanda basın sözcüsü olduğu Demokratik Kalkınma Partisi ile birlikte Hristiyan Demokratik Parti CDU’ya geçti.
“Kohl’ün kızı”ndan “Baba katili”ne
İki Almanya’nın birleşmesinden sonra yapılan ilk seçimde Federal Meclis’e girmeyi başaran Merkel hızlı bir siyasi yükseliş dönemine de adım attı. Dönemin Başbakanı Helmut Kohl elinden tuttu. Merkel yıllarca Kohl’ün kızı olarak anıldı. Aile bakanı, sonra çevre bakanı oldu. Daha o yıllarda, özellikle 1995 yılındaki çevre zirvesinde pazarlık gücünü göstermeye başladı. 1998 yılında nükleer atıkların taşınması konusunda ağır eleştirilere ve istifa taleplerine direnmekle kalmadı, CDU genel sekreterliğine yükseldi.
O yıllarda tam bir dönüşüm yaşadı. Genel sekreterken FAZ adlı gazeteye yazdığı, partisinin radikal bir değişikliğe ihtiyaç duyduğunu ifade ettiği yazısı hala akıllarda. Hiç kimse ile mütalaa etmeden kendi inisiyatifi ile kaleme aldığı yazısında Merkel “CDU artık yürümeyi öğrenmeli” derken Kohl de bağış skandalı ile boğuşuyordu. Merkel hem parti içinden hem de dışından çok tepki aldı. Kohl’ü arkadan vurarak “Baba katili” olmakla suçlandı. Ama 17 yıl önce Wolfgang Schaeuble’den parti liderliğini almayı da başardı.
Popüler değil diye aday olamamıştı
Angela Merkel daha 2002 yılında başbakan adayı olmak istemişti ama yeterince popüler olmaması gerekçe gösterilerek bu görev Edmund Stoiber’e verildi. Maalesef Stoiber sosyal demokrat Gerhard Schröder’e yenik düştü. 2005 yılında yapılan erken seçim sonucu Merkel’in 12 yıllık başbakanlık dönemi başlamış oldu. Merkel bu zaman zarfında mali krizden, mülteci krizine kadar pek çok zor dönemden başarıyla çıktı. Serinkanlı, çalışkan, sabırlı, çok düşünen, az ve yerinde konuşan Merkel’in Rusya Devlet Başbakanı Putin, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump gibi liderle yıldızı pek barışmıyor. Zaman zaman sert çıkışları olsa da bu tür siyasetçilerin suyuna gidiyormuş izlenimi yaratırken doğru bildiği gibi davranıyor. Ekonomik çıkarlar üzerine kurulu Türkiye politikası 12 yıl içerisinde pek fazla değişmedi. Merkel başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini parti lideri olarak reddediyor ama Almanya başbakanı olarak ahd-ı vefa ilkesine sadık kalıp elinden gelenin en azını yapmakla yetiniyor.
Demokrasi aynı zamanda değişimdir
Angela Merkel ile ilgili benim aklıma gelen ilk resim, Türkiye’de seçime az kala, cumhurbaşkanlığı sarayında, altın varaklı koltuklarda verdiği poz. İlk cümle ise mülteci krizine bulduğu çözümden sonra sarf ettiği; “wir schaffen es – biz bunu başarırız” sözleri. Mülteci sorununun çözümünü de Merkel Türkiye’de aradı. Pazar günkü seçim için Erdoğan karşıtlığı ile oy devşirmeye çalışıyor. Bütün bunları artarda yazınca da insanın “yetti gari” diyesi geliyor. Çünkü demokrasinin bir şartı da değişimdir.