İsveç’e meyve toplamaya gelen Bulgar işçiler aldıkları para karınlarını bile doyurmaya yetmeyince büyükelçiliğe sığınmış. Sendikaların yabancı işçiler için verdiği mücadele meğer AB vatandaşları için geçerli değilmiş.
Almanya’da beni en çok etkileyen röportajlarımdan biri, DGB (Alman Sendikalar Birliği)’den bir sendikacıyla olmuştu. Bir Alman televizyonu için “Berlin’de amele pazarı” başlıklı, kaçak işçiliği konu alan bir haber yapıyordum. Birleşmeden hemen sonra adeta dev bir inşaat alanına dönüşen başkentte en çok kaçak işçi bu sektörde bulunuyordu ve bazı Türk kahveleri, eski Türk filmlerinden izlediğimiz, kamyonlarla gelip günübirlik çalışacak işçi aranan amele pazarlarına dönüşmüştü. Habere başlamadan önce bu alanda en çok kaçak işçinin Türkiyeli olduğunu düşünürken, kendisine mikrofon uzattığım sendikacı beni yanılttı. Yaptıkları denetimleri anlatırken daha çok İrlandalı işçilere rastladıklarını ve onların büyük bir kısmınınsa saat ücreti olarak o zamanın parasıyla sadece 80 Pfennig kazandıklarını söylediğinde kulaklarıma inanamadım. Bir Mark bile değil, yani şimdinin parasıyla yarım Euro dahi yapmıyor. Düzen öyle kurulmuştu ki, AB üyesi olmayan ülkelerden gelen işçilerin sosyal haklarından Almanya sorumlu tutulmuyordu. Ayrıca her taşeron firmanın bir başka taşeronu olduğundan yasa dışı işçi çalıştırmayı en alttaki taşeron firma göze alıyor, dolayısıyla en üstteki ve en çok karı elde eden Alman şirketinin elleri kirlenmiyordu.
***********
Aynı şaşkınlığı önceki gün okuduğum bir gazete haberiyle yaşadım. İsveç ormanlarında meyve toplayan Bulgarlar karın tokluğuna çalışıyormuş. Yeme içme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayıp iyi para kazanacakları sözünü veren İsveçli işverenler, sözlerinde durmayınca yüzlerce Bulgar mevsim işçisi dönüş bileti alacak para bulamadığı için İsveç’te adeta esir kalmış. Bir kısmı Stockholm’deki Bulgar büyükelçiliğimin önünde konan otobüste yaşıyormuş. Bu otobüste bile onlar için hayat daha kolay olsa gerek. Çünkü gazetelerin yazdığına göre, İsveçli işveren aralarında çocuklarında bulunduğu 500 den fazla Bulgar’a ev yerine ormanda, içme suyundan kilometrelerce uzak, sadece gölde yıkanabilecekleri bir çadır kamp sunmuş. Ödemeler söz verildiği gibi saat ücreti değil toplanan meyve miktarı başına yapılınca işçilerin eline, bu yıl verim daha az olduğu için, karınlarını doyuracak kadar bile para geçmemiş. Çok sayıda işçinin civar köylerdeki çöp tenekelerinden yiyecek aradığı söyleniyor.
***********
Aslında İsveç sendikaları en az Alman sendikaları kadar güçlü ve etkili. Buna rağmen bu denli bir sömürü düzeni kurulmuş olması, doksanlı yılların Almanya’sında olduğu kadar şaşırtıcı. Aslında İsveç sendikaları, önceki yıllarda özellikle meyve toplayıcılarla ilgili olarak işverenle sıkı bir pazarlığa girmiş ve asgari ücret uygulamasına göçmen işçilerin de dahil edilmesini sağlamıştı. Ancak bu göçmen işçi kavramı, eskiden çalışmaya gelen Çin, Tayland ya da Vietnamlılar için geçerli. AB’ne üye ülkelerden gelen işçiler bu kategoriye sokulmamış. Dolayısıyla yasalardaki bu boşluktan yararlanan işverenler, kendilerini Bulgaristan’dan gelen işçilere en az 1500 Euro’ya tekabül eden asgari ücret ödemekle yükümlü görmemiş. Durumun vahametini yaşayarak öğrenen Bulgar işçiler, ilk iş olarak İsveç makamlarından yardım aramışlar ama kendilerine Bulgaristan büyükelçiliği adres olarak gönderilmiş. Bulgaristan büyükelçiliği de vatandaşlarına herhangi bir geri ödeme garantisi olmadan dönüş bileti sağlayamıyormuş. Büyükelçiliğin şu ana kadar yaptığı tek şey yatacakları bir otobüs sağlamak ve günde iki kez su ve ekmek dağıtmak.
**********
İsveç’teki Bulgar işçilerin durumu sadece İsveç değil, Avrupa Birliği için de utanç verici. Yıllar önce konuştuğum sendikacı bana, “Milliyeti ne olursa olsun, emek emek, sömürü sömürüdür. Önemli olan bununla uluslar arası alanda mücadele vermektir” demişti. Hepimiz eksik mücadelenin sonuçlarını görüyoruz. Finans dünyasının kazancıyla meşgul olan AB sosyal bir proje olmaktan çoktan uzaklaştı. Ve sendikalar da eski sendikalar değil…