30 Eylül 2024

Şüpheli aptallıklar tehlikelidir

Haksız ve adaletsiz olarak şüpheli aptallıklara muhatap olanlar; çok eziyet çekenler ve hâlâ eziyet çekmekte olanlar ve bu yüzden hapsedilen insanlar onurları, kalemleri ve yaşamlarıyla kanıtlamışlardır ki, organize olmuş gelişmiş tehlikeli aptallıklara asla boyun eğmemişlerdir

Geçmişin şüpheli aptallıkları geleceğin tehlikeli aptallıklarını önlemelidir.  

Paul Tabori “Şüpheciliğin Aptallığı” başlıklı yazısında birçok örneği bir araya getirmiş.

İtalya’da havagazı ile çalışan arabayı keşfeden Prof. Feragatti inanılmaz bir iftira kampanyası ile nasıl karşı karşıya kaldığını yazmış. Petrol şirketleri ve diğer çıkar grupları bu icada karşı çıkmışlar. Ferragutti’yi resmi görevlilere rüşvet vermekle suçlamışlar ve icadın kabulü on yıl sürmüş. Bu dönemde iftiralara karşı radyonun mucidi Guglielmo Marconi onu şöyle rahatlatmış:

“Büyük zorluklarla karşı karşıya gelmeye hazır olmalısın, ama eğer gerçek değeri olan bir şey keşfettiysen sonunda sen de benim gibi kazanırsın. Aptallığın her türüne karşı savaş vereceksin, unutma ki en tehlikeli aptallık şüpheciliğin aptallığıdır(Cogito. Yüz Yılın Psikanalizi. Paul Tabori “Şüpheciliğin Aptallığı”. Çeviri Haluk Menemencioğlu. Sayfa 276. YKY. Sayı 9. Güz 1996. 9 Bası. Şubat 2019.)

Şaşırtıcı ve şüpheli aptallıklarla dolu şairlerin, tiyatro yazarlarının, müzisyenlerin, sanatçıların birbirlerine davranışları, siyasal iktidarın baskılarını aratmamış aslında…

Shakespeare çağdaşlarına göre sıradan bir yazar olarak görülmüş. Samuel Pepys; On İkinci Gece’yi aptalca bulur. Romeo ve Juliet’in en kötü bir oyun olduğunu, Bir yaz Gecesi Rüyası’nın gördüğü en tatsız ve saçma oyun olduğunu söyler.  

Shakespeare’e aleyhindeki kampanyanın başını çeken Johann Christoph Gottsched Shakespeare için yeni bir isim bulmuştu. Ona derme çatma, gecekondu anlamına gelen “Schakespear” diyor ve şöyle söylüyordu:

“Schakespear’in oyunlarında düzensizlik ve gerçek dışılık o kadar belirgindir ki, onun oyunlarından zevk alan kişiler herhalde hayatlarında hiçbir makul bir şey seyretmemişlerdir. Kimileri tarafından en iyi oyunu sayılan Julius Caesar’da o kadar çok basitlik vardır ki insan tiksinti duymadan okuyamaz. Piyesin içinde her şey tam bir düzensizlikle tıkılmıştır. Roma tarihinin en ünlü kahramanları önemli devlet sorunlarını konuşurken, artizanlar ve diğer güruhlar sahneye çıkıp bağırıp çağırıyor ve kaba şakalar yapıyorlar”

Voltaire göre “Sarhoş bir barbar” olarak gördüğü Shakespeare’den bahsederken “Kaba bir palyaço. Hamlet adlı eseri öyle barbarca yazılmıştır ki en az eğitimli Fransız ya da İtalyan seyircisi bile buna dayanamaz. Herhangi bir taşra köylüsü bile kendini ifade ederken Hamlet’in tiratlarından daha zevkli ve zengin bir dil kullanır” demiştir.

Alman edebiyatının temsilcisi sayılan Johann Wolfgang Von Goethe’nin ne zaman adı geçse Victor Hugo sinirden kendisini kaybederdi. “Canavar, hayvan, Soyguncular dışında okunmaya değer hiçbir şey yazmamış.” Bir arkadaşı nazikçe araya girmiş. “Soyguncular’ı Schiller yazdı Goethe değil” deyince hiç utanç belirtisi göstermeyen Victor Hugo “İşte gördünüz mü Goethe onu bile yazamamış” demiş. 

Siyasal iktidarın baskıları ise acıdır ama hapisle veya ölümle sonuçlanan aptallıklardan oluşuyor…

Şair, filozof ve yazar Johann Christoph Friedrich von Schiller’de çağdaşlarının aptallıklarından payını almıştı. Soyguncular adlı eserini yazdıktan sonra Württemberg Dükü tarafından hapse mahkûm edildi.

İtalyan şairi Silvio Pellico Avusturya tiranlığı tarafından 1800'den 1831'e kadar İtalya'da faaliyet gösteren gizli devrimci topluluklardan oluşan gayrı resmi bir ağ olan Carbonari üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alındı, işkence gördü. Ölüme mahkûm edildi. Daha sonra kral cezasını hapis cezasına çevirdi. On yıl boyunca kaldığı Spielberg kalesindeki hücresinde Zindanlarım isimli kitabını yazdı.

Victor Hugo ise 1851 hükümet darbesinden sonra Küçük Napolyon diye alay ettiği III. Napolyon tarafından yirmi yıl boyunca Jersey kentine sürgüne gönderildi.

Turgeniev ise Gogol’ün ölümü üzerine yazdığı şiir yüzünden hapsedildi.

Dostoyevski gizli örgüte üye olduğu iddiasıyla önce ölüme ve sonra cezası bağışlanarak zorunlu çalışmaya mahkûm edildi. Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Sonra bağışlandı, orduda er olarak görev yapmaya zorlandı.

Edmond Rostand’ı herkes Cyrono de Bergerac adlı eseriyle tanır. Rostand ilk bilim kurgu ile uğraşan bilim adamıdır ve şair olduğunu çok az kimse bilir. 1789 yılına kadar “Din ve hükümete karşı” yayımlanmış en az on iki eseri sistematik biçimde gizemli bir örgüt tarafından yok edilmiştir. Ölüm döşeğinde yatarken “Kıvılcımın Tarihi” adlı son eseri çekmecesinden çalınmıştır.

Dante Alighieri ise Fransız taraftarı “Siyahlar” partisi tarafından zimmet almak, rüşvet kabul etmek ve şantaj yapmak suçlarından mahkûm edildi ve sürgünde öldü.

Tiran Dionysos tarafından Eflatun hapis cezasına çarptırılmış ve köle olarak satılıp akademisyen arkadaşları tarafından satın alınarak kurtarılmıştı.

Miguel de Cervantes ölümsüz eseri Don Kişot’u hapishanede yazdı.

Sir Walter Raleigh on üç yılını geçirdiği Beyaz Kule’de sekiz ciltlik dünya tarihini yazdı. 1616 yılında serbest bırakıldı ama iki yıl sonra yeniden tutuklandı, ölüm cezasına mahkûm edildi ve cezası infaz edildi. 

Daniel Defoe dinsel inançları alaya aldığı için hapis cezasına çarptırıldı. 

Fransız oyun yazarı Pierre-Augustin Caron de Beaumarchais, Guzman adlı bir İspanyol yargıca rüşvet verdiği için hapse mahkûm oldu. Hapis cezasını çekerken devrinin adalet anlayışını alaya alan bir mizah eseri yazdı, bunun üzerine yeniden yargılandı ve cezası azaltıldı. 

Yazar Paul Tabori bu yazısında şöyle diyor: “Eğer eskiyi bir yana bırakıp çağımızı incelersek Nazi, Faşist ve Komünist tiranlıkların (bunlar da bir bakıma organize ve gelişmiş aptallıklardır) Avrupa’nın hemen hemen her ülkesinde ülkelerinin onuru olan, kalemini kılıçtan daha güçlü olduğunu kanıtlayan ve artlarında bütün ulusların yas tuttuğu sayısız yazar ve şairlerin ölümüne neden oldukları bilinmektedir”

Geçmişte aptallıklarıyla siyasal iktidarların değirmenine su taşıyanların adlarını bugün kimse hatırlamıyor ama yüzyıllardır aramızda yaşayanlardan birisi Sokrat‘tır ve savunmasıdır. 

M.Ö 399 yılında Antik Yunan Felsefesinin kurucusu Sokrates, hakkında açılan davada; şehrin tanrılarına inanmadığı, onların yerine başka tanrılar koymak istediği ve gençliği zehirlemekle suçlanmıştır. Dava sonunda ölüme mahkûm edilir.

Sokrates’i, kendilerine karşı tehlikeli olduğunu ileri süren Meletos, Anytus ve Lycon adındaki üç Atinalı şikâyet etmiştir.

Sokrates; savunmasında kendisine duyulan öfkenin sebebinin bilgeliğinin kıskanılması olduğunu, bu yüzden iftira yoluna başvurulduğunu ve böyle bir sebebin birçok masum insanı ölüme gönderdiğini, kendisinin de bu kişilerden sadece biri olduğunu, fakat sonuncu olmayacağından emin olduğunu söylemiştir.  

Savunmasına göre; bir insan için aslolan onun onurudur.  

Bu mahkumiyetten kim sorumludur ve ölüm cezası kimin şüpheli aptallığıdır?

Acaba Sokrates’in ölümü bugün kimsenin adlarını hatırlamadığı Meletos, Lycon ve deri tüccarı Antyos’ un aptalca şikâyetleri midir yoksa ölüm cezasını verenlerin tehlikeli aptallığı mıdır?

Etrafımızda yeteri kadar tehlikeli şüpheli aptalların var olduğunu düşünürsek; her türlü aptallıkları çoğaltmanın hiçbir yararı yoktur ve olmamıştır.  

Bazı şüpheler göründükleri gibi değildir. Tehlikelidirler ve sonuçları farklı olabilir.

Birisinin suç işlediğinden şüphe edenler olursa neler olur? Cezalandırılabilirsiniz!

Tarih boyunca adaletin önünde taşınan pek çok ceza davasında olanlar düşünülmelidir.

Verilen cezalar şüpheciliğin aptallığına dönüştüğünde, insanların hayatını bunaltır.

Her şeye inanan saf insanların aptallıkları komik olabilir ama sadece tiranların işine yarar.

Haksız ve adaletsiz olarak şüpheli aptallıklara muhatap olanlar; çok eziyet çekenler ve hâlâ eziyet çekmekte olanlar ve bu yüzden hapsedilen insanlar onurları, kalemleri ve yaşamlarıyla kanıtlamışlardır ki, organize olmuş gelişmiş tehlikeli aptallıklara asla boyun eğmemişlerdir.  

Yazarın Diğer Yazıları

Yargılanmaya başlayan yargıçlar hüküm kurar

Duruşma bir formalite değil ceza yargılamasının özüdür

Gazeteciler olmasaydı

Gazetecilerin bilgi kaynaklarını ifşa etmeme hakkı ile bilgi kaynağını saklı tutma hakkının kabul edilmesi boşuna değildir...

Yabancı bir devletin yabancı ajan kanunları

Devletin güvenliği ile iç ve dış siyasal yararların korunması bahanesiyle insan hakları karşı olan otoriter zihniyetlerin körüklediği düşmanlıklarla yaratılmak istenen suçlar; sadece totaliter rejimlerin kötülüklerine hizmet eder

"
"