Acaba manevi tazminat davalarında talep edilen tazminat bedellerine zam mı geldi?
Günümüzde kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçeleriyle çok yüksek miktarlarda tazminat davaları açılıyor. Yayın yoluyla kişilik haklarının ihlali nedeniyle açılan manevi tazminat davaları zenginleşme aracı değildir. Tazminat ödemek zorunda kalanın fakirleşmesine neden olmamalıdır. Manevi tazminat davaları kamuoyunda küçük düşürülenlerin, basın yayın yoluyla hakları ihlal edilenlerin sadece ve sadece duyduğu üzüntünün, elemin bir nebze olsun dindirilmesine yarar. Yargıya başvurularak kişilik haklarının ihlali haksız fiilin önlenmesi istenebilir.
Manevi tazminat bedeli kişiyi zenginleştirmemeli ve fakirleştirmemelidir. Kural yıllardır böyledir.
Politikacıların birbirleri hakkındaki eleştiri ve kıyasıya polemikleri yargının konusu değildir. Olmamalıdır. Siyasetin yeri siyasi arenadır. Medya yoluyla siyasi görüşlerin açıklanması ve yayılması haktır.
Siyasette kaba veya saldırgan dil kullanılabilir mi?
Gerçeklere uygunluk koşuluyla, görünür gerçeğe uygunsa, sert dil kullanılması gerekliyse; kullanılabilir.
Kim kendi söylemleriyle, tavır ve davranışlarıyla bir haksızlık yaratmışsa; kişi kendi yarattığı haksızlıktan sorumlu olduğundan kıyasıya eleştiriyi hak etmiş demektir.
Sözlerin, yazıların içerikleri hakkında eleştiri yapılan, aleyhine söz söylenen kişinin siyasal kariyeri, özel hayatı üzerinde bir etkisi olmuş mudur? Olmamış mıdır? Kişilik haklarının ihlal edilip edilmediğinin test ölçütlerinden birisidir.
Hangi değer diğerinden üstündür? Basın özgürlüğü mü, kişilik hakları mı?
Eğer yargılama sonunda olayların oluş biçimine göre eğer yazılan yazının, söylemin, eleştirinin basın özgürlüğü olarak kabul edilmesi halinde; yargı kamu yararı ve demokratik toplum düzeni gereği kişilik hakları ihlal edilmiş olsa bile basın özgürlüğü daha üstün değer olarak kabul edilir. Manevi tazminat bedelinin miktarı dâhil eğer basın yayın yoluyla kişilik haklarını ihlal edilmiş kabul ederse; kişilik haklarının üstün değer olarak kabulüyle basın özgürlüğünün korunamayacağı kararını verebilir. Böylece yargı yarışan iki temel hak ve özgürlükten birini seçer, tercih eder.
Bir temel hak değerinin diğerine olan üstünlüğünün kabulünün nedenleri yargıda gerekçe ile açıklanabilir. Dolayısıyla yargıda gerekçe inandırıcı olmalıdır. Bu inandırıcılık her zaman mümkün olmuyor ve bağımsızlık ve dahi tarafsızlık bakımından kamuoyuna görünümde dahi haklılık kazanmıyor.
Yeni hiçbir şey söylemiyor, gerekçe kendini açıklamıyor örneğin değişen koşullarda paranın satın alma gücünü gözetmiyor. Gerekçelerde, yoksulluk var.
Bana onu dedin; 500 bin liralık tazminat davası açtım, beni eleştirdin seni mahkemeye veriyorum, bir milyon lira manevi tazminat istiyorum; çünkü beni çok kırdın!
Neden bu miktarlarda tazminat istiyorsunuz; gerekçeniz nedir?
Davalardaki manevi tazminat bedellerinin bu denli yüksek tutulması manevi tazminat davalarının içeriğini, gücünü, niteliğini azaltmakta ve yargıyı yoksullaştırmaktadır. 500 bin lira manevi tazminat çok, 50 bin liraya karar verdim, bir milyon fahiştir, bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verdim…
Siyasetçinin siyasetçiyi, gazetecinin gazeteciyi eleştirmesinde ve istenilen manevi tazminat bedellerinde amaca uygun talepte bulunmalı, abartmamalıdır. Tazminatlar cezalandırma aracı değildir, yargı manevi zararın giderilmesinde ödeme gücünün takdirinde demokratik olmalıdır.
Aksi takdirde yargının gücü ve otoritesi yoksullaşır. Yoksul yargı; kişilik hakları ihlal edilmiş kişilerin elem ve üzüntülerini biraz olsun giderme gücünü yitirir. Sıfatlarını çok sevenlerin, kendi egoları ve kibirleriyle yaşayanların çoğalmasına aracılık etmemelidir.
Yargı ve mahkemeler tarafından verilen manevi tazminat bedelleriyle zengin olma yolunda yelken açanların rüzgârları bir gün kesiliverir.
Mahkemelerden yüksek manevi tazminat bedeli isteyerek dava açan kişi olarak şeref ve haysiyetinin kaç para olduğu konusunda bir hayranlık yaratmak peşindeyseniz yanılırsınız. Davaları kazanıp zenginleşebilirsiniz; ödeyenlerde fakirleşebilir.
Şerefiniz ve haysiyetiniz kaç para?
Bir mahkemeden 10 lira isterseniz, bir liraya karar verir; başka bir gün, başka bir mahkemede dava açarsınız 100 lira istersiniz 10 liraya hükmedebilir.
Bir gün bir mahkeme kararıyla şeref ve onurunuz beş para bile etmeyebilir; paranız pul olur!
Haklarınızı korumak istiyorsanız; yargıyı koruyun.
Haklarınızın ihlalini önlemek istiyorsanız; önce kimsenin hakkını ihlal etmemeyi öğrenin.
Sözünüze, ağzınızdan çıkan laflara dikkat edin ve hakkınızda yazılanlardan bir gün ders almayı deneyin. Hep haklı olduğunuzu düşünmeyin, kim söyledi hep haklı olduğunuzu? Biraz olgunlaşın, hırçınlaşmayın!
Terazinin iki kefesi var; ikisi birden sizin değil; sadece biri sizin, diğeri sizin değil!
Yargı kamu yararını gözetir.
Yargı otoritesi, görünümde bile olsa; kullanılmakla sarsılabilir.
Yapılacak ne var? Hangi hak diğerinden, neden daha üstündür.
Hatırladığım zamanlardan kalan bir karar vardı… Gazeteci ile siyasetçi arasında geçiyordu ve iki makalesinden ötürü gazeteci Başbakan’a tazminat ödemek zorunda kalmıştı.
Gazeteci yazar Erbil Tuşalp hakkında iki ayrı Mahkeme tarafından Başbakan’a tazminat ödemesine karar verilmişti. Manevi tazminatlar ödendi. AİHM’e başvuruldu ve 2. Daire B.No: 32131/08 Erbil Tuşalp/Türkiye kararı gazeteci lehine sonuçlandı, Tuşalp ödediği tazminat bedellerini devletten tazminat olarak geri almıştı. Çünkü AİHM kararı ile Türkiye gazetecinin basın özgürlüğü ve eleştiri hakkının iki ayrı mahkeme kararıyla ihlal edildiğine hükmetmiş ve gazetecinin bundan doğan zararının giderilmesi için manevi tazminat ödenmesine hükmetmişti. Devlet, tazminat ödedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire) 21 Şubat 2012 tarihli Tuşalp/Türkiye Davası (Başvuru numaraları. 32131/08 ve 41617/08) kararında ifade özgürlüğünün (Madde 10) ihlal edildiğine karar verirken şunları belirtiyordu:
AİHM 2. Daire kararında;
“47. (AİHM) Mahkeme, söz konusu makaleleri ve yerel mahkemelerin başvuru sahibinin ifade özgürlüğü hakkına müdahale için kararlarında yer verdikleri gerekçeleri incelemiştir.
Mahkeme, başvuru sahibinin bir gazeteci/köşe yazarı olarak güncel olaylar ile ilgili halka görüşlerini ve eleştirilerini aktarma mesleki çıkarını ve bir politikacı olarak Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarını koruma ve kişisel hakarete karşı korunma çıkarını dikkate almıştır. Bu bağlamda, Mahkeme, asliye hukuk mahkemelerinin yapmış olduğu gibi, iki makalede kullanılan dil ve ifadelerin, özellikle de asliye hukuk mahkemesinin kararında altı çizilenlerin, provokatif ve kaba olduğu ve belli ifadelerin meşru şekilde saldırgan diye sınıflandırılabileceği varsayılsa bile, bu ifadelerin, başvuru sahibinin yerel mahkemelere sunduğu alıntıların da gösterdiği gibi, halkın hâlihazırda bildiği bazı gerçekler, olaylar ve gelişmeler ile ilgili değer yargıları olduğuna kanaat getirir. Dolayısıyla da bu ifadeler, yeterli bir gerçek zemine dayanmaktadırlar. Dava konusu makalelerde ortaya konan gerçekler söz konusu olduğunda ise, Mahkeme, yerel mahkemelerin bunları değer yargılarından ayırt etme girişiminde bulunmadıklarına karar vermiştir; ne de başvuru sahibi ve yayıncı şirketin Sözleşmenin 10 § 2 Maddesinin içerdiği “görev ve sorumlulukları” yerine getirip getirmediğini dikkate almışlardır. Özellikle, Mahkeme, yerel mahkemelerin kararlarının, makalelerin iyi niyetle yazılıp yazılmadığını değerlendirmeyi ihmal ettiği kanaatindedir.
48. İfade tarzı bakımından ise, Mahkeme, yazarın kendi siyasi görüş ve algıları ile renklendirdiği katı eleştirilerini hicivli bir stilde aktarmayı tercih ettiğini gözlemler. Bu bağlamda, Mahkeme 10. Maddenin, sadece olumlu karşılanan veya zararsız veya tarafsız görülen bilgi ve fikirleri değil, “demokratik toplumun,” gereklilikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan ve rencide eden, şoke eden ve rahatsız eden bilgi ve fikirleri de koruma altına aldığının altını çizer. (bkz yukarıda alıntılanan Oberschlick/ Austria (no. 1), § 57). Mahkeme, saldırgan dilin, ahlaksız aşağılama kapsamına girmesi durumunda, yani saldırgan ifadenin tek amacının aşağılamak olduğu durumlarda, ifade özgürlüğü korunması altına giremeyebileceğini not eder (bkz Skałka/Poland, no. 43425/98, § 34, 27 Mayıs 2003); ancak kaba ifadelerin kullanımının, kendi başına saldırgan ifade değerlendirmesi yapmaya yetmeyeceğini çünkü bu tarz ifadelerin stil (stylistic purposes/ üslup)amaçları için de kullanılabileceğini belirtir. Mahkeme için, iletişimin bir parçası olarak (üslup) stil, bir ifade şeklidir ve ifadenin içeriği ile koruma altındadır. Ancak, söz konusu davada, yerel mahkemeler davayı incelerken, dava konusu ifadeleri kendi bağlamı ve ifade ediliş şekilleri içerisinde değerlendirmemiştir.
49. Bunun sonucunda, Mahkeme, makalelerde bulunan çeşitli katı ifadelerin ve özellikle de yerel mahkemeler tarafından altı çizilenlerin, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı haksız bir kişisel saldırı olmadığı kanaatindedir. Buna ek olarak, Mahkeme, dava dosyasında, başvuru sahibinin makalelerinin, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyeri veya profesyonel veya özel hayatı üzerinde bir etkisi olduğu yolunda hiçbir bulguya rastlanmamıştır.
50. Yukarıda ortaya konan düşünceler ışığında, Mahkeme, yerel mahkemelerin, Başbakan’ın kişisel haklarını başvuru sahibinin haklarının ve halkı ilgilendiren konularda basın özgürlüğünün üzerinde tutmak için ikna edici acil bir toplumsal ihtiyaç ortaya koyamadığı sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, Mahkeme, yerel mahkemelerin, karar verirken takdir yetkilerini aştıkları ve başvuru sahibi aleyhine aldıkları kararların güdülen meşru amaç ile orantısız olduğu kanaatindedir. Hükümet’in dikkat çektiği gibi, yasal işlemlerin cezai değil hukuki olması da Mahkeme’nin yukarıda ortaya konan düşüncelerini etkilemez. Her durumda, Mahkeme, başvuru sahibinin, yayıncı şirket ile birlikte çarptırılmış olduğu tazminat cezasının miktarının kayda değer olduğuna dikkat çeker ve bu gibi miktarların, başkalarını, kamu görevlilerini eleştirmekten caydırabileceğinin ve bilgi ve fikirlerin serbest dolaşımını kısıtlayabileceğinin altını çizer (bkz Cihan Öztürk/Türkiye, no. 17095/03, § 33, 9 Haziran 2009). Başvuru sahibinin ifade özgürlüğü haklarını kullanmasına müdahale, demokratik bir toplumda, başkalarının itibar ve haklarını korumak için gerekli görülemez.”
AİHM’si bu bağlamda Sözleşmenin 10. Maddesiyle korunan basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Asıl sorun bu noktada kendini göstermektedir.
Kişilik hakları ve demokrasi basın özgürlüğünün sağlanmasıyla korunur.
Gerçekleri öğrenmek, herkesin görüş edinme hakkını sağlamak, toplumsal zenginliktir.
Manevi tazminat davalarında şeref ve haysiyetlerin kaç para olduğundan ziyade asıl sorun; insana verilen değerdir. Çok para, çok değer değildir.
Parayla ölçülemeyen insan onurunun değerini bilmeyen bir toplumun insanı esas almayan yargısı, yasama ve yürütme organları yoksuldur.
Fikret İlkiz'in bu yazısı, ilk olarak Bianet'te yayımlanmıştır