Türkiye, kadın ve çocukları, aile içinde gördükleri şiddet dahil her türlü kötü muameleden korumayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi'nden 1 Temmuz 2021 tarihinde ayrıldı.
Bu kararı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan verdi. Erdoğan'ın tek başına attığı imzayla Meclis'te onaylanarak yasa niteliği kazanmış olan İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye açısından feshedildiği ilân edilmişti.
Türkiye'nin birçok yetkin hukukçusu anayasanın 90. maddesi gereğince Türkiye'nin yasa niteliği kazanmış uluslararası sözleşmelerden ancak TBMM'nin kararıyla çıkabileceğini vurguluyorlar. Buna karşın iktidar, anayasaya aykırı bir kararnameye dayanarak Cumhurbaşkanı'nın yetkili olduğu konusunda ısrar ediyor. Danıştay da bu konuda yürütmenin durdurulması talebini reddederek iktidarın görüşüne katılmış oldu. Yüksek yargı organlarına yapılan seçim ve atamalar düşünüldüğünde Danıştay'ın aldığı karar şaşırtıcı değil.
Hukuki tartışmalar ve girişimler devam edecektir.
İşin siyasi boyutuna gelince…
Türkiye, 2012 yılında Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde büyük bir övünç ve gururla kabul ettiği kadını ve çocuğu her türlü şiddetten korumayı amaçlayan bu sözleşmeden ayrıldı?
Sözleşmenin, eşcinselliği özendirdiği ve Türk aile yapısına uygun olmadığı gibi gerçekle ilgisi olmayan gerekçeler öne sürüldüyse de gerçek neden iktidarın tarikatların baskısıyla bu kararı aldığıdır.
Desteğini giderek yitiren AK Parti iktidarı, çekirdek tabanını korumak, her seçimde oylarını aldığı tarikatları kaybetmemek için siyasi İslamcı kesimlerin talebi doğrultusunda bu kararı vermiş görünüyor.
İktidarının başlangıç yıllarında Avrupa Birliği üyeliği ve değerlerini hedeflediğini açıklayarak adımlar atan AK Parti, iktidara yerleştikten sonra gerçek ideolojisini oluşturan laiklik karşıtı adımlar atmaya başlamıştı. Fırsat bulduğu her durumda yaşam tarzına müdahale niteliğindeki kararlar almayı da ihmal etmedi. Son dönemde iktidarının zayıflamasıyla birlikte çekirdek tabanını da kaybetme kaygısıyla bu tür adımları hızlandırdı. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararı alması da aynı mahiyettedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği taleplerini göz ardı eden, kadın hakları savunucusu derneklerin etkinliklerini, yürüyüşlerini zor kullanarak engelleyen, kadın-erkek eşitliğine inanmayan iktidar özüne dönmüş oldu.
İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararı iktidarın kadına bakışını yansıtıyor.
İktidara göre kadının yeri evidir.
Evinde oturmalı, en az üç çocuk doğurmalı, annelik dışında başka bir uğraşı olmamalıdır.
Eşinden şiddet görüyorsa, dayak yiyorlarsa karakola gidip şikayetçi olmamalıdır. Sineye çekmelidir. Akşam eşi geldiğinde çay demlemeli ve ona çay götürüp kendisini neden dövdüğünü kibarca sormalıdır. Dayak yemesine neden olan davranışı neyse özür dilemeli ve aynı hatayı bir daha yapmamalıdır.
Kocasının sözünden çıkmamalıdır. Ancak o izin verdiği zaman ve izin verdiği sürede, izin verdiği kıyafetle sokağa çıkmalıdır. Kamusal alanlarda görünmemelidir. Çalışmamalı, evde oturmalı, kocasının eline bakmalıdır.
Siyasal İslamcıların "Türk aile tipi"nden anladıkları budur. Bu nedenle kadını aile içi şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasını savunmuşlardır. O kadar ki İstanbul Sözleşmesi'ni eleştirirken, "Adam 40 yıllık karısına bir tokat attı diye karakola mı çekilecek" tepkisi göstermişlerdir.
Rahatsız oldukları, İstanbul Sözleşmesi'nin kadının beyanını esas alması ve esas alınmasını sağlamasıdır. Şikâyetleri budur. Karakolda polisin, adliyede savcının evde şiddet gördüğünü söyleyen kadının beyanını esas alarak soruşturma başlatmasına karşıdırlar. Kadının veya çocuğun beyanını değil erkeğin beyanının esas alınmasını istemektedirler. Savundukları, aile içi şiddetin "aile arasında" kalması ve karakola, adliyeye yansımamasıdır.
Erkeğin kadına tahakkümünü, onu kendi malı-mülkü gibi görmesini normal karşılayan eril iktidarın aileden anladığı budur.
Liberal devlet ideolojisi, kültürü ve hukuku öz olarak bu anlayışı yansıtır.
Her gün kadın cinayeti, tecavüz, taciz, istismar olaylarının yaşandığı Türkiye'de erkek faillerin iyi hâl indiriminden yararlanmaları, "Namusum için yaptım" diyen katillerin cezaevinde ve toplumda el üstünde tutulmasının nedeni de bu ideoloji, kültür ve bu hukuktur.
Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nden çıkarak erkeğin kadına tahakkümünü destekleyen gerici bir adım atmıştır.