Türkiye, 34 askerimizin şehit edilmesinden sonra İdlib’deki harekâtı "Bahar Kalkanı" adıyla genişletti.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Esad güçlerine çok ağır kayıplar verdirdi. İdlib çevresindeki askeri kapasitesini önemli ölçüde sınırladı. Suriye; 3 savaş uçağı, 8 helikopter, çok sayıda tank ve zırhlı araç kaybetti.
Esad, Rusya’yla birlikte Türk birliğine saldırmanın bedelini ağır ödedi, ödüyor.
Rusya’nın yardımı olmazsa Suriye ordusunun TSK ile başa çıkmasının mümkün olmadığı biliniyor.
Çatışmaların tırmandığı bugünlerde gözler Moskova’da olacak. 5 Mart tarihinde, Moskova’da gerçekleşecek Erdoğan-Putin zirvesinden nasıl bir sonuç çıkacağı merak konusu.
Bu zirveden İdlib için tarafların kabul edebileceği bir çözüm de çıkabilir, savaşı daha da şiddetlendirecek bir karar da. Umalım ki zirveden çözüm çıksın.
Böyle bir savaş ortamında bile iç siyasetteki tansiyon düşmüyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her konuşmasında Esad'ı eleştirdiği kadar CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na da yükleniyor.
Hedef hangisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu bazen o kadar ağır eleştiriyor ki hedef Esad mı, Kılıçdaroğlu mu, birbirine karışıyor.
Seçim kampanyasında Kılıçdaroğlu ve CHP’yi PKK ile aynı cephede olmakla suçlayan Erdoğan şimdi de Esad’la birlikte hareket etmekle suçluyor.
Kılıçdaroğlu’nun şehitlikten anlamadığını, o imana ve inanca sahip olmadığını, partisinin tarihini ve Atatürk’ü bilmediğini iddia ediyor.
Kılıçdaroğlu da Erdoğan’a yanıt veriyor ve iç siyasette tansiyon hep yüksek seyrediyor.
İki uç arasında dış politika
Oysa iktidar, muhalefet partilerini zamanında bilgilendirip ikna yolunu tercih etse iç siyasette tansiyon bu tarihi günlerde daha sakin seyredebilirdi. CHP’nin çok uzun süreden beri Suriye politikasıyla ilgili önerileri en azından tartışmayı kabul etseydi iç cephe daha güçlü olabilirdi.
CHP, eleştirileri olsa da iktidarın Suriye ile ilgili olarak Meclis’ten yetki isteyen tezkerelerine hep olumlu oy kullanmasına karşın Kılıçdaroğlu’nun Esad gibi muamele görmesi Türk askerinin yurtdışında çarpıştığı bir dönemde doğru bir yöntem değildir.
Demokrasilerde muhalefet partilerinin iktidarı eleştirmeleri hakları ve görevleridir. Muhalefet dış politikayı da eleştirebilir. İktidarın, muhalefetten, kendisiyle hep aynı yönde davranmasını, aldığı her karara destek vermesini beklemesi gerçekçi değildir.
CHP, Suriye politikasının başından beri yanlış kurulduğunu ve süreç içinde de bir uçtan diğer uca savrulduğunu vurguluyor.
CHP, Suriye iç savaşının başında Türkiye’nin Esad’ın devrilmesi için çaba göstermesinin, açık sınır politikası izlemesinin yanlış olduğunu sık sık dile getiriyor.
Açık sınır ve göç politikasıyla Türkiye’ye giren IŞİD teröristlerinin Reyhanlı ve Gaziantep’te yaptığı bombalı eylemlerle 104 vatandaşımız yaşamını yitirmişti. Bundan sonradır ki, Türkiye Suriye sınırına duvar ördü, tel çekti.
ABD’nin PKK-YPG yanında durmasıyla Rusya’yla işbirliğine yönelen Ankara, bu yakınlığı S-400 hava savunma sistemi almaya kadar vardırdı. ABD ve NATO’nun itirazlarına karşın S-400’ler geldi. Türkiye F-35 projesinden çıkarıldı.
Astana süreci ve Soçi mutabakatıyla Türkiye, Rusya, İran ve dolaylı olarak Suriye ile bir politika oluşturuldu. Türkiye İdlib’e 12 gözlem noktası koydu. Ancak İdlib içindeki HTŞ ve benzeri grupların silahtın arındırılması taahhüdünü yerine getiremeyince, Rusya ve Şam ile sorunlar büyümeye başladı. Bu süreç askeri çatışmaya kadar gitti. Rusya ve Suriye hava kuvvetleri Türk askerini vurdu. Harekâtı genişleten Türkiye aynı zamanda ABD ve NATO’dan yardım istedi. S-400’leri almıştı ama Patriot’lara ihtiyacı vardı. Bu taleplerine ABD’den ve NATO’dan olumlu yanıt alamadı. ABD, İdlib’de hava savunmasına yardım etmeyeceğini açıkladı. Ancak İdlib’e BM Temsilcisi’nin aralarında bulunduğu bir heyet gönderdi. Heyette bulunan James Jeffrey Türkiye’nin yanında olduklarını açıkladı ancak bu destek somut olarak sahaya yansımadı. İstese de istemese de Türkiye, Rusya ile karşı karşıya geldi.
İktidarın Suriye’deki hedefler konusunda farklı açıklamaları kafaları karıştırıyor. Hedefin, Türkiye’ye ikinci bir büyük göç dalgasını önlemek veya Suriye topraklarında karşılamak olarak açıklanması hem iç hem dış kamuoyunda haklı görüldü.
Bu hedef açıklanırken Türkiye’deki sığınmacıların Avrupa ülkelerine gitsinler diye sınırın tek taraflı açılması çelişkili bir tutumdu. Çatışmaların tırmanmasından sonra Ankara’nın hedefin, Urfa’yı, Şırnak’ı, Gaziantep’i, Hatay’ı korumak olduğunu açıklaması başka bir çelişkiydi. Türkiye, İdlib’den çekilirse, Suriye’nin bu illeri alacağı şeklindeki gerekçe muhalefet tarafından asıl hedefi örtmeye yönelik abartılı bir söylem olarak görüldü.
Oysa Türkiye, Suriye’deki stratejik hedefini, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, PKK koridorunun önlenmesi ve sığınmacıların güvenli şekilde ülkelerine dönmelerinin sağlanması olarak açıklamıştı.
Elbette koşullar değişince hedefler de değişebilir. Ancak yeni koşulların gerektirdiği hedefler de gerekçeleriyle birlikte net bir biçimde belirlenmeli ve kamuoyuna açıklanmalıdır.
Herhalde bu hedefler arasında Kılıçdaroğlu’nun bulunmaması gerekir.