06 Temmuz 2020

Bu geri gidiş neden?

Aile içi şiddetin önlenmesi Türk aile yapısına neden uygun olmasın? Kadının ve çocuğun aile içinde dayak yemesi, şiddete maruz kalması mı aile yapımıza uygun görülüyor?

AK Parti iktidarı son dönemde geri vitese takmış araba gibi hızla geriye gidiyor.

İktidarının ilk döneminde Avrupa Birliği (AB) değerleriyle yola çıkan, AB tam üyeliğini hedefleyen, bu amaçla uyum yasaları çerçevesinde hukuki reformlar yapan, Kopenhag kriterlerini esas alarak ilerleyen ve bu süreçte 2011 yılında kadına şiddetin önlenmesi konusunda İstanbul Sözleşmesi’nin ev sahibi olan AK Parti şimdi geriye doğru yol alıyor.

Geriye gidiş, kişi hak ve özgürlükleri ile basın özgürlüğü alanında daraltıcı uygulamalarla başladı. Yargı erkinin önce FETÖ’ye teslim edilmesi, arkasından yürütme organının etki alanına girmesiyle, başta gazeteciler olmak üzere, bilim insanları, aktivistler, siyasetçiler cezaevine gönderildi. Delile dayanmayan iddianameler ve kararlar hukuki olmaktan çok siyasi ağırlık taşıyan hükümlere dönüştü.

Mahkemeler, RTÜK ve Basın İlan Kurumu eliyle, sermaye yapısı büyük ölçüde iktidarın kontrolüne geçmiş medyada, çok az kalan bir alanda özgür gazetecilik yapmaya çalışan televizyon ve gazeteler ağır baskı altında. Gazetelerin resmi ilanları kesiliyor, Halk TV ve Tele1’e yasal dayanaktan yoksun ekran karartma cezaları veriliyor. Televizyonları karartmanın eşiğine geliniyor. Gazeteciler, haberleri veya yorumları nedeniyle cezaevinde tutuluyor.

Muhalefete hareket alanı tanınmıyor. Baroların bölünmesine karşı çıkan baro başkanları başkente sokulmuyor, Meclis’e sokulmuyor, itilip kakılıyor, polisin hakaretlerine maruz kalıyor.

AK Parti’nin iktidarda kalma ve iktidarını pekiştirme çabalarının iki yönü dikkatleri çekiyor. Birincisi muhalefetin görünürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik olarak hem devlet gücünün kullanılması hem de medyada çatlak ses çıkmasının ağır şekilde cezalandırılması. İkincisi siyasetin dinselleştirilmesi. Her türlü toplumsal ve siyasi karşı çıkışa din referansıyla yanıt verilmesi, toplumun davranış biçiminin dini değerlere göre ölçülmesi, öne çıkarılması ve ekonomik, sosyal sorunların önüne geçirilmesi.

Türkiye’nin salgınla birlikte ağırlaşan o kadar çok sorunu varken, gazetecilerin ve televizyonların cezalandırılması, ortada bir sorun yokken baroların bölünmesi sorununun yaratılması, 18 yıldır ihtiyaç duyulmamışken birden Ayasofya’nın ibadete açılması konusunun gündemin ilk sıralarına oturtulması, Menderes ve arkadaşları hakkındaki kararın yok hükmünde sayılması, siyasetin manevi alanda yoğunlaştırılması örneklerinde olduğu gibi…

Kadına şiddet

Şimdi de Türkiye’nin dünyada övündüğü, örnek gösterildiği kadına şiddetin önlenmesine ilişkin uluslararası İstanbul Sözleşmesi gündeme taşındı.

İktidar Türkiye’nin bu sözleşmeden çıkmasını istiyor.

Sözleşmeye ev sahipliği yapan ve ismini veren Türkiye, CEDAW’den sonra toplumsal cinsiyet eşitliğini öngören, kadına ev içinde veya dışında şiddeti önlemeye çalışan, kadınların ve çocukların yaralarının sarılmasını uluslararası hukuk normu haline getiren bu sözleşmeden neden çıkmak ister? Bu sözleşmeden kim, neden rahatsız olur?

Türkiye’nin sözleşmeden çıkmasını isteyenlerin itirazlarına bakıldığında, ileri sürülen ortak gerekçe olarak "sözleşmenin aile yapımıza uygun olmaması" iddiasını görüyoruz.

Akla uygun bir gerekçe değil, sadece erkeğin evdeki hakimiyetinin devam etmesine uygun bir gerekçe.

Aile içi şiddetin önlenmesi Türk aile yapısına neden uygun olmasın? Kadının ve çocuğun aile içinde dayak yemesi, şiddete maruz kalması mı aile yapımıza uygun görülüyor? "Kadın dayak yer, ev içinde kalır" zihniyeti mi aile yapısına uygun düşüyor? Kız çocuklarının okulda olmaları gereken yaşta evlendirilmelerine karşı olduğu için mi İstanbul Sözleşmesi Türk aile değerlerine uymuyor? 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken Türkiye’de "Erkektir döver de sever de" ilkelliğinin devam ettirilmesi mi isteniyor veya "6 Yaşında kız evlenebilir" fetvaları önünde engel kalmasın" mı deniyor?

Rahatsız eden iki kavram

AK Parti Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi’nden duydukları rahatsızlığın nedenini açıkladı. Birincisi "toplumsal cinsiyet eşitliği", ikincisi de "cinsel yönelim" kavramları…

Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkeğin toplumda eşit olmasını ifade ediyor. Kamusal alanda ve toplumsal yaşamda kadının "ikinci sınıf" muamele görmemesi gerektiğini bunun da yolunun toplumda, kamuda cinsiyet eşitliğinin sağlanması olduğunu ifade eden bir kavram. İktidar bundan neden rahatsız oluyor?

Erkek ve kadın toplumda, kamu hizmetinde eşit olmasın mı istiyor? Kadının insan haklarına sahip olmasından neden rahatsızlık duyuluyor? Bu sorulara iktidarın vereceği bilimsel bir yanıt yoktur. Sadece erkek yanlı, erkek egemen bir toplum ve devlet düzeni istemek, dolayısıyla kadının aile içinde de erkek tarafından sömürülmesinin inanç ve geleneklerimize uygun olduğunu savunmak dışında.

"Cinsel yönelim" kavramına neden karşı çıkılıyor? Herhalde İstanbul Sözleşmesi’nin eşcinselliği teşvik ettiği düşünülüyor. Oysa Sözleşme’nin bir cinsi veya eşcinselliği teşvik ettiği yok. Sadece cinsiyeti ne olursa olsun insan haklarını uygulamaya ve korumaya çalışan bir uluslararası sözleşme.

Cinsel yönelim kavramına itiraz edilecekse, eşcinselliğin bir yönelim veya tercih olmadığı yönüyle itiraz edilmelidir. Bu konu tıp alanındaki bilim insanlarının konusudur. Onların söylediği de eşcinselliğin doğuştan var olup, sonradan belirgin hale geldiğidir.

İktidarın son dönemde gündeme taşıdığı ve sorun haline getirdiği konular, vatandaşın gerçek sorunlarını örtmek dışında tatmin edici bir gerekçeye dayanmıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.