07 Ağustos 2022

Sanat, otel ve tatil

Ben de biliyorum haliyle, dünyanın ve ülkemizin her köşesi sorun kaynıyor. Paramız pul, yaşamak zul oluyor. Ancak, hayat öylesine kıymetli, öylesine biricik ki…

"Bana öyle incik boncuk şeylerden bahsetme, yatayım sıcak kumlara, yiyeyim ve içeyim yeter" diyenleri yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum. İlle de niye kasalım, öyle değil mi; tatil dediğimiz şey, hayat okulundaki kısa bir teneffüs değil mi zaten?

Evet, çok doğru.

Ama öte yandan da hayat hızla akıp giden bir ırmak. Kuşlar durmadan uçuyor, dünya her sabah yeniden formatlanıyor. Hep öğren, hep kaydet, yapılacaklar listesine hep yeni bir tik at. Bu taraftan bakınca da her an çok kıymetli; gözün gördüğü her kadraj, beynin hafızaya aldığı her fotograf, mücevher değerinde…

Yaşam en büyük sanat eseri

İlmek ilmek özenle ve emekle işlenmiş bir hayat, bana göre insanoğluna en çok yakışan şeydir. Doğumdan son nefese kadar süren o öğrenme, büyüme, gelişme, daha iyi olma çabası. İnsanın kendi kendiyle girdiği bir mücadele sonunda, hep bir basamak daha yukarı çıkması.

Yoksa hayatta anlam aramak ve bulmak için çok kafa patlatmak lazım. Öğrenme, gelişme, büyüme mücadelesinde olmayan bir insanın, gerçek mutluluğu yakalaması da kanımca çok zor. Mutluluk ne maddiyatta, ne şöhrette, ne güçte. Beyin kıvrımlarının aralarına sığışan güzelliklerde sadece.  

İlber Hoca Bir Ömür Nasıl Yaşanır kitabında ne güzel anlatır bunu.

"Herkes kendi talihinin mimarıdır" der. "25 yaşına kadar öğrendikleriniz esastır. O yaşlara dek ne okuduysanız, ne dinlediyseniz, ne gördüyseniz, geri kalan hayatınızda temel olarak onları kullanacaksınız. Demek ki çok dikkatli olmanız lazım. O yaşları verimli geçirmelisiniz. Zahmetten kaçmayın. Tren mi var, atlayın, yol mu var, gidin. Tecrübeyle görmek güzeldir, ama gençlik enerjisiyle dolaşmak bir başkadır."

Gez, göz, arpacık

Her bilgi, her insan, her anı, yeri geliyor lazım oluyor. Bir gün sadece 24 saat ve doğru değerlendirmek lazım. Bence her günü güzel yaşamak lazım.

Yaşamda en çok gereken şeyler tecrübe, sanat bilgisi, estetik anlayışı, iyi bir kalp ve güzel bakan bir çift göz. Yaşam okulunun son karnesi de bu derslerden alınan notlarla doluyor. Dersini iyi öğrenememiş marangoz, bakkal, CEO, kaptan, öğretmen; maalesef başarısız sayılıyor. Geriye ne güzel anılar, ne sanat eseri kıvamında kurgulanmış günler bırakabiliyor. Hödük geçen bir ömür, maalesef hiç yaşanmamış kabul ediliyor…

Neyse, tatil ve sanat konusuna geri döneyim mi? Bilmiş bilmiş konuşuyorum, sıkıcılıktan öleceğim bugün. Kendimi kitaplara, derslere verdim de, bu haftalık idare ediverin artık…

Bodrum, tatil yöreleri içinde sanata en çok kucak açan belde. Ardı ardına festivaller, sanat fuarları, sergiler, konserlerle her gün yapacak birşey var. Bir yandan da sabah yürüyüşümü yapayım, bir denize dalayım, biraz güneşte uzanayım deyince de günün yarıdan fazlası gidiyor. İşte bir şekil dengede kalmaya çalışıyoruz. Bazen bir şehir insanı, bazen bir psikolog, bazen bir gazeteci gibi yaşayıp, günleri doğru doldurmaya çabalıyorum.

Konserler, gösteriler ve müzeler

Kendi çocuklarımı müzelere bazen zorla, sürükleyerek sokuyorum. Gitmeyelim, gitmeyelim…

Sonuç? Çoğu kez benden daha çok merak etmiş, daha fazla detaya takılmış ve daha çok bilgiyi kaydetmiş olarak çıkıyoruz müzelerden. Herkes kazanıyor, maç berabere sonlanıyor!

Bodrum Kalesi'ni zaten görürsünüz. Ama iki müze, Bodrum Deniz Müzesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi, olağanüstü. Yılların emeği ve binlerce yıllık tarih var. Gerçekten çok emek harcanmış.

Bodrum sanat galerileri de çok renkli ve çağdaş. Merqez Art'ta TA Bodrum başladı. Karma bir sergi, Türk sanatını dünyaya yaymak misyonuyla TA London olarak başladı. Yaz ayağı Bodrum'da.

Pilevneli Galeri, Bodrum şubesinde zaman zaman dünya çapında sanatçıları da ağırlıyor. Sergileri çok akılda kalıcı, çok düşündürücü oluyor.

Ekavart Galeri'nin Zai'de yaptığı Ayşegül Dinçkök'ün Deep Passion sergi, dinleti ve kitap lansmanı çok güzeldi. İrili ufaklı diğer galerilerde de farklı sergiler gördüm. Hepsi iyi; tek sıkıntım, bazılarının otellerin bünyelerinde oluşu, ya da ulaşımın çok zor olduğu noktalarda kurulmuş olmaları. Malum, Bodrum'da yollar git git bitmiyor… Bir de Bodrum'un böylesine şahane bir merkezi varken, neden buradan daha çok yararlanmazlar, ille güvenlikli kapıların ardına sığınırlar, anlamıyorum. Sanat, hayat, mutluluk; bunlar paylaşınca çoğalır oysa…

3 Tenor

Neyse, geçenlerde Bodrum Antik Tiyatro'da 3 Tenor konseri vardı. Murat Karahan, Efe Kışlalı ve Levent Gündüz, sahnede harikalar yarattılar. Operaların bilinen aryaları, klasik büyük orkestra şarkılarını ve bizim en güzel türkülerimizi seslendirdiler. Murat Karahan'ı uzun yıllardır tanıyorum ve sanatçı olarak da çok gururlanarak takip ediyorum. Geçenlerde Almanya'da Tosca Operası'nda başrol oynadı. Binlerce kişilik salon ayakta alkışladı. Seyredenler arasında da Merkel vardı. Murat'ın başarılarını milli maç seyreder gibi seyrediyorum. Her defasında da kazanılan bir milli maç bu üstelik, gözyaşları garanti yani!

Efe Kışlalı ile bu konser sonrasında tanıştım, ancak defalarca seyretmiştim. Ne olağanüstü bir sanatçı, ne komik adam… Levent Gündüz de o konserin bana hediyesi oldu…

19. Bodrum Bale Festivali

Bodrum Kalesi'nin içindeki çok da büyük olmayan sahnede gösteri seyretmek çok keyifli. Hele dans gösterileri, büyüleyici bir havada gerçekleşiyor.

İspanya'dan gelen Aida Gomez Dans Topluluğu Carmen'i sahneledi. İspanyol çingene kızının hazin hikâyesini, İspanyol bir topluluk sundu. Haftaya Antalya Devlet Opera ve Balesi'nden Romeo ve Jülyet'i seyredeceğiz. İstanbul, İzmir ve Mersin Baleleri'nden de üç ayrı gösteri daha var programda.

Ben de biliyorum haliyle, dünyanın ve ülkemizin her köşesi sorun kaynıyor. Paramız pul, yaşamak zul oluyor. Ancak, hayat öylesine kıymetli, öylesine biricik ki…

Ressam Dostum Yiğit Yazıcı ile beraberdik geçen akşam. Sergileri için geldi buraya. Sadece sanat ve hayat konuştuk. Tüm problemleri, herkesin durmadan dert yandığı konuları, hiç ellemedik.

Köy yanar, deli saçını tarar sanmayın sakın. Her şeyi görüp her şeyi bilmek, ama hiç konuşmadan anlaşıp, dünyanın daha iyi bir yer olacağı umuduyla yaşamaya devam etmek. Dimdik ve yıkılmadan.

 

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde ‘işletme diploması' programını bitirdi.

University of Michigan'da bir yıl ‘konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde ‘klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

“Her Perşembe Saat 4'te”, “Hayat Gezince Güzel”, “Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer”, “Amerikan Rüyası Tabirleri”, “Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun” adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

Arjantin'de iki mücevher: La Recoleta ve Teatro Colon

Ana yazı içinde geçirsem, yazık olacaktı, güme gidecekti. İki çok özel yer; birisi bir mezarlık, diğeri de opera binası. İkisini de görmeden, gezmeden, hatta özel tur almadan Arjantin'den dönülmez. İkisi de birçok sanat eserini barındıran, kendileri de kocaman birer sanat eseri olan şaheserler…