26 Haziran 2022

Gülüm benim

Çiçeklerin kralı, bahçelerin yıldızı, kozmetik endüstrisinin assolisti. Geliyorum, bekle!

Bazen insan bir şeye niyetlenir, ama bir türlü yapamaz. Gül hasadı benim için öyleydi. Nedense bir türlü yolumu oraya denk getiremedim. Ta ki, en yakın arkadaşlarım, hani hayatta hayır denemeyecek kategoride olanlar, "Hadi gidiyoruz" diyene kadar. Yaz tatiline başlamadan az evvel, yıllardır ertelediğim gül hasadı turumu sonunda onlar sayesinde yaptım. 

Çiçeklerin kralı, bahçelerin yıldızı, kozmetik endüstrisinin assolisti. Geliyorum, bekle!

Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünür gülistan olursun,
Diken düşünür, dikenlik olursun.

Mevlana'ın bu dörtlüğü her zaman içimi titretir. 

Gülistan olmak isterim hep. Gül bahçesi gibi güleyim, güldüreyim, neşelendireyim isterim. Ancak bu son zamanlarda, hangi habere baksam içim ya yangınla burkuluyor, ya ekonomi ile kararıyor. Yoldan hep gönülsüz çıkıyorum…

Eee, hani açan, kokan, coşturan ben? 

Demek ki gül kokusunu ve beraberinde getirdiği mutlu hayal dünyasını iyice bir içime çekmem gerekiyormuş "Oh be, yaşamak varmış" demek için. 

Eskimeyen dostlara benden sarı güller

Gül, dünyanın en güzel çiçeklerinden biri bence. Yaklaşık 2500 cinsi, rengi, tonu, uğruna yazılmış ne şiirleri şarkıları var. Ama ben bugün sarıdan gidiyorum; arkadaşlık ve neşenin sembolü…

Çünkü bu gezi bana, yeni yerler deneyimlemek kadar, eski ve en değerlileri de sulayıp budamak gerektiğini hatırlattı, özellikle günümüzün hızlı tüketim dünyasında. 

Neyse, dönelim hasadımıza. Mevsimi mayıs başından haziran ayının sonlarına kadar sürüyor. Değişik rakımlı arazilerde, yılın değişik aylarında hasat yapılıyor. İdeali, gülün memleketi Isparta'ya gitmek. Lavanta hasadı başlamadan az evvel, gül hasadına, artık neredeyse şenliğe dönüşen bu olağanüstü zamana şahit olmak.

Öyle yaptık. 35 yıllık arkadaşlarım; Boğaziçi Üniversitesi'nden hiç kopmadıklarımla. Her yaş günümüzü, düğünümüzü, bebeklerimizin doğumlarını birlikte kutladık. Cenazelerimizde birlikte ağladık. Birbirimizin evlerinde kaldık. Uzun seyahatlere çıktık. Saatlerce konuştuk, yıllarca güldük, bıkmadan birbirimize sarıldık. 

Ayşegül, "Hadi güle gidelim", dedi. Hemen biletler, otel rezervasyonları yapıldı; araba kiralama şirketleri araştırıldı. Volkan konu üzerinde titizlikle çalıştı. Süper organizasyonda hazıra konanlar da Nazlı, Sandy ve ben olduk.

Sabah 6'da Antalya'ya gidecek olan uçakta, ful enerji ve keşif ruhuyla geziye başladık.

Müftüzade Gülcü İsmail Efendi

Yılların alışkanlığı, gezi öncesinde mutlaka çalışırım. Bildiğim yer, çok iyi bildiğim bir konu bile olsa, bir daha okurum. Sanırım bu zihinsel hazırlık süreci, ana daha iyi odaklanmamı sağlıyor. Ya da bana öyle geliyor. Neyse, burası çok önemli değil. Önemli olan, Isparta'da gülün tarihi. Tutkunun, sebatın, çok çalışmanın harika bir hikayesi.

Bulgaristan'ın Kızanlık bölgesinden Isparta'ya göç eden Müftüzade Gülcü İsmail Efendi, iklimin gül yetiştirmek için ne kadar uygun olduğunu fark eder. Bulgaristan'dan gül fidelerini yurt dışına çıkartmak yasak. Rivayete göre bir seyahatinde bastonunun içine doldurarak getirdi. Taa uzaklarda, Anadolu'nun bir başka şehrinde yaşayan bir tanıdık buldu. Kulaktan kulağa, mektuptan mektuba, ona ulaştı. Yine Bulgaristan'da gül yetiştiriciliği yapmış olan bu zat-ı muhteremi, rica minnet Isparta'ya getirtti. 

Yöre halkı, ağız birliği etmişçesine "Bu iş asla olmaz" dedi. İnsan zihni, insan ağzı… Hep önce negatif. Bir şeyi neden olmayacağı, başarılamayacağı, sittin sene geçse gül işinin kotarılamayacağı söylendi durdu. İlk kış çok sertti, fideler tutmadı. İkinci sene yanlış hasat, üçüncü yıl yanlış pazarlama…

Ama dördüncü yıl oldu işte. Gramı altınlarca değer biçilen gül yağı, artık Isparta'nın simgesi olmaya başlamıştı. O "Olmaaaaz" diye koro halinde söylenenler, Yunan Tragedyası tadında halkın bilinçaltının karanlık odalarını püskürtenler, bir anda değişti. "İsmail Efendi, n'olur bize de fide" diye yalvar yakar oldular.

İsmail Efendi, kendinde ve işinde emin her başarılı insanın davranacağı şekilde davrandı. Herkese yardım elini uzattı. Her isteyene fide verdi. Zorluklarla, kayıplarla, iflaslarla öğrendiği tüm gül yetiştirme yollarını, özenle herkese anlattı.

Ben bunu nereden mi öğrendim? Bizi Antalya'da güleç yüzü ve temaya uygun gül kurusu gömleği ile karşılayan rehberimiz Güven Gültekin anlattı (soyadı tamamen tesadüf). Harika bir hikaye anlatıcısı kendisi, anlatırken adeta yaşıyor, yaşatıyor. 

Karacaören Baraj Gölü'nde mutlaka mola

Güven anlatıyor, biz dinliyoruz, dalmışız hikayelere, birden minibüs durdu. Bir kafamı kaldırdım ki, amanın neredeyiz, bu nasıl bir doğa! Karacaören Baraj Gölü kenarında kahvaltı yapmak üzere mola vermişiz meğer.

Isparta ve Antalya arasındaki baraj, dünyada cenneti yaşatıyor gelenlere. O ışıklar, o manzaralar, o sükunet; enfes. Gözlerimle gez gez bitmedi. Uzun ve enerjik bir geziye başlamanın en doğru şekliydi kanımca.

Harika bir kahvaltının ardından, yüzümüzde güller açarak minibüsümüze doluşup, Sagalassos'a, ikinci durağımıza doğru yola koyulduk.

Aranızda Roma tarihçileri, bölgeye çok hakim rehberler vardır mutlaka. Ahkam kesiyor gibi olmaktan çok endişe ederek yazıyorum: Akdeniz'in en görkemli antik kenti Sagalassos. Burdur sınırları içinde, Ağlasun ilçesinde. Denize 1700 metre yüksekte kurulmuş. Zamanının çok önemli bir Roma kenti. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender'in aldığı şehir, 120 yılında Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi oluyor. 6. Yüzyıl'da büyük bir depremle yıkılıyor ne yazık ki. 

Kazılar bittiği zaman, başka bir Efes göreceğiz burada. Tabii bizlerin ömürleri yetmeyecek o günleri görmeye, ama belki biraz daha detaylanmış bir şehirde yürüme şansına erişeceğiz. Belki yeni hikâyeler de gün yüzüne çıkacak, kim bilir…

Yolda giden yorulmaz der bir Isparta atasözü

Konumuz gül, ama hasada hala gelemedik, farkındayım. Geçerli sebeplerim var. Merkezinde kocaman bir gül heykeli olan Isparta, mutlaka ve hakkıyla gezilmeli. Antalya'ya sadece iki saat uzakta, bambaşka bir dünya burası. Daha Anadolu, bir miktar daha tutucu sanki. Ama bunu bozulmamışlık anlamında söylüyorum. Otantikliğini koruyabilmiş, karakterini bugünlere taşıyabilmiş. İnsanın ruhuna ne iyi geliyor; bildik, tanıdık, değişmeyen dokuların içinde kendi kaybederken, bir yandan kendine yolculuk yapmak.

500 yıllık Üzüm Pazarı, şehrin en eski çarşısı. Haliyle, yer gök gül. Gülsuyu, gül kolonyası, gül yağı, kremler, tonikler, neler neler. Kısacık bir pasaj, şöyle bir yürünüyor. 16. Yüzyıl'dan günümüze ulaşan Firdevs Paşa camii, Isparta valisi Firdevs Paşa tarafından yaptırılmış. Eğirdir Gölü, İtalya'da olsa George Clooney tam burada ev alırdı, eminim. Plajlarında yüzülüyor, kamp ve piknik alanlarıyla aslında bir sayfiye kıvamında. Bir de adası var: Yeşil Ada. Ferah Lokantası'nda yenen Isparta kebabı ve içilen üzüm hoşafının üstüne yürüyüş yapmak için harika bir rota. Seyir tepesinden manzara mükemmel. Hızır Bey Camii ve Dündar Bey Medresesi, Selçuklu mimarisinin günümüze ulaşan en güzel örneklerinden.

Biraz daha ilerleyince Yazılı Kanyon Milli Parkı'na ulaşılıyor. Buz gibi su kaynakları, tahta köprüler, Toros'lardan süzülen oksijenle, enfes bir yer. Çok anlatmayayım, başka bir yazı konusu olsun buralar.

Gülüm benim

Kırmızı gül aşkı, beyaz gül masumiyeti, yeşil gül dengeyi temsil ediyor. Mutluluğu anlatmanın yolu, bol gül emojili WhatsApp mesajlarından geçiyor. Mavi gül eşsizlik, mor gül ise ilk görüşte aşkın çiçek dilindeki cümleleri. Bir de siyah gül var bayıldığım, yeniden doğuşu simgeliyor, başka bir boyuta geçişi belki de…

Biraz arşiv karıştırdım. Gülün bülbülle aşkından başladım, Sting'i Dessert Rose'una kadar uzandım. Arada Umberto Eco'nun eşsiz kitabı Gülün Adı'nı hatırladım. Tarkan'dan Gül Döktüm Yollarına ile coştum. Her yer gül. Gül olmasaymış ne aşk olurmuş, ne romantizm, ne edebiyat, ne parfüm, ne krem. Gülsüz dünya, bomboş kalırmış meğer. Duygusuz, kokusuz, renksiz. Kul Nesimi'nin kalemi, gülün tercümanı olmuş adeta: 

Ben bugün pirime vardım
Pirin cemali güldür gül
Oturmuş taht-ı mekana
Taht-ı revanı güldür gül

Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alır, gül satarlar
Çarşı pazarı güldür, gül

Ertesi günün sabahında erkenden uyandık. Nihayet hasadın yapılacağı, bizi bekleyen bahçeye gittik. Ama yok öyle gelişi güzel toplamak. Gül bu, nazlı kız, özen istiyor. Kısa bir eğitimle gül goncalarının nasıl dibinden sıkınca ‘pıt' diye bir sesle kendilerini ellerinize teslim ettiklerini öğrendik önce. Bahçenin sahibi herkese birer torba verdi. Kumaştan dikilmiş torbalarımızla, pespembe Damask güllerimizi toplamaya başladık. 

Hayalimiz, kendi topladığımız gül yapraklarını eve götürüp reçel yapmak. Gül yenilebilen bir çiçek. Metabolizmayı hızlandırdığı için kilo kaybında yardımcı olduğu düşünülüyor. Mideden çıkıp ağza çok güzel kokuların yayılmasını sağlıyor. 

Tatlılara, hele sütlülerine çok yakışıyor. Ama gül reçelinin yerini, başka hiçbir reçel tutamıyor.

Bayılırım gül reçelinin o tarifi imkânsız kokusuna, hiçbir şeye benzemeyen tadına; ki bu konu burada kapanmadı, bekleyin.

Topladık, topladık. Bir nevi terapi, bir her şeyi sıfırlama seansı. Çok sevdiğim bir dostum hep "gülüm" diye hitap eder bana; onu düşündüm. Parmaklarımdan cildimin en dibine kadar işleyen gül kokusunu içime çektim. Güllere boyandım, gül düşündüm ve gül oldum. Isparta'daki o gül bahçesinde, ağaçlardan biri de bendim sanki.

Faydaları say say bitmez

Isparta'da birkaç büyük tesis var, onlardan birini mutlaka gezeceksiniz. Gül yağının ne kadar değerli ve zor elde edildiğini yerinde göreceksiniz. Kendinizi tutamayıp güllü her şeyden bolca alacaksınız…

Gül yağı olmazsa, cilt bakımı olmaz. O derece önemli. Doğal kolajen salınımını hızlandırıyor, egzama ve rozaseyi iyileştiriyor, kesikleri ve yanıkları yatıştırıyor. Dünya daha yeni yeni keşfediyor, 'influencer'lar öve öve bitiremiyor, biz ise ta anneannelerimiz zamanından beri gül suyunu her yerde kullanırız, öyle değil mi! 

Vazoda, bahçede, bukette; ille de gül

Kokulusu insanı bambaşka alemlere götürür. Vazoda 11 kırmızı gül, aşkın en güzel cümlesidir. Bahçede gülleri seyretmek, bu dünyada cenneti yaşamaktır. Gül, bana göre huzurun, estetiğin, zarafetin, güzelliğin tarifidir.

Damaktaki lezzeti, bir anlık sonsuzluktur. Gül reçeli, bizim buraların en eşsiz tatlılarındandır. Gül şerbeti, ferahtır, gençtir, civandır. Güllü muhallebi, hadi canım bu kadar da olmaz artık cümlesinin adıdır.

Gül reçeli tarifi de vereyim

Hadi yazımı bir gül reçeli tarifi ile sonlandırayım. Çok kolay gözüktü gözüme, ben bunu kesin yaparım dedim…

15 kadar gülün yapraklarını yıkayın, üzerine göz kararı üç, dört bardak toz şeker serpin. Derince bir kapta bütün gece bekletin. Ertesi sabah üzerini örtecek kadar su ekleyip kaynatın. Yarım limon suyu, beş karanfil, isteğe göre bir çubuk tarçın da ekleyip azıcık daha kaynatın. Bir taşım daha kaynatın desem daha doğru. Koyulaşıp kıvam almaya başlıyor hemen. Sıcak sıcak kavanozlara doldurun, kapaklarını sıkıca kapatın. Ters çevirip soğumaya bırakın.

Gel gelelim benim reçele…

Tarif pek güzel, pek kolay da, ben beceremedim.

Akide şekerinden de sıkı, bir yumru, adeta bir topak oluştu. Soğusun da düzelir dedim, yok, olmadı.  

Velhasıl ben gül reçeli yapmayı beceremedim.

Pek niyetlenmiştim oysa. 

İnternetten, hem de elma suyuyla tatlandırılmış, son derece sağlıklı bir versiyonunu bulup iki kavanoz birden ısmarladım. Söylemesi ayıp her sabah bir tatlı kaşığı gül reçelimi afiyetle yiyorum. Size de tavsiye ediyorum.

Ancak yaşanacak bir gül bahçesi dünya, ne yazık ki vadetmiyorum!

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde ‘işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl ‘konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde ‘klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.
ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

Arjantin'de iki mücevher: La Recoleta ve Teatro Colon

Ana yazı içinde geçirsem, yazık olacaktı, güme gidecekti. İki çok özel yer; birisi bir mezarlık, diğeri de opera binası. İkisini de görmeden, gezmeden, hatta özel tur almadan Arjantin'den dönülmez. İkisi de birçok sanat eserini barındıran, kendileri de kocaman birer sanat eseri olan şaheserler…