19 Kasım 2024

Musk, Trump ve sınırsız/kontrolsüz piyasa hayali

Musk, Trump’ın kulağına muhtemelen şöyle fısıldıyor: Amerika, Çin’in ucuz iş gücü ve “devlet kapitalizmi” modeline ancak otomasyon yoluyla yükselen işçi maliyetleri sorununu çözerek ve dünyaya öncülük edecek teknolojik devrimler gerçekleştirerek karşı koyabilir

Elon Musk ve Donald Trump

Musk, Pensilvanya’nın Folsom kentinde tek başına düzenlediği bir mitingde seçmenlere “Dört gözle beklediğiniz ve neler olacağı konusunda heyecan duyduğunuz bir gelecek istiyorum, yeni şeyler öğreneceğimiz, geçmişten daha iyi bir gelecek” diyecekti. “Yıldızların arasında olduğumuz, Star Trek’in gerçek olduğu bir gelecek.”

İşte bu gelecek vizyonunu gerçekleştirmek için Musk, Trump tarafından 12 Kasım 2024 tarihinde duyurulan Verimlilik Bakanlığına (DOGE) atandı. Trump, Bakanlığın bürokraside “büyük ölçekli yapısal reformu ve daha önce hiç görülmemiş düzeyde girişimci bir yaklaşımı teşvik etmek” için kurulduğunu söyledi. DOGE, Beyaz Saray ve federal kurumlara stratejik rehberlik sağlayan üst düzey bir danışma organı olarak faaliyet gösterecek ve çalışmalarını 4 Temmuz 2026’ya kadar tamamlayacaktı.

DOGE’un en çok vurgulanan hedeflerinden biri, gereksiz harcamaları tespit ederek federal bütçede ciddi tasarruflar sağlayacak olmasıydı. En basit (ama hayati) bürokratik işinizin bile yıllar alabildiği, sistemin içindekilerin bile sistemin nasıl işlediğini ve kuralları çoğu zaman bilmediği, başvurularınızın sonuçlanmadan kaybolduğu bir ülkede verimli ve hızlı bir bürokratik işleyiş yaratma hedefi de oldukça kabul gördü.

Ancak bu Bakanlığın çok da tartışılmayan asıl odak noktası ne tasarruf ne de sıradan insanların hayatını kolaylaştıracak bürokratik verimlilik; esas hedef piyasanın deregülasyonu. Deregülasyon, Musk’ın 2024 seçimlerinde Trump’ı desteklemesinin de ana nedeni. Musk Ekim 2023’te attığı bir tweette şöyle diyecekti: “Çok kapsayıcı ve geniş bir deregülasyon sürecine ihtiyacımız var. Nokta.”

Bidenomics’ten Trumponomics’e iki farklı kapitalist model

Biden/Harris ile Trump arasındaki siyasi gerilim, sıklıkla demokrasi ve otoriterlik arasındaki bir çatışma olarak anlatıldı ve bu söylem Demokrat Parti (elitleri) tarafından da benimsenip desteklendi. Ancak Elon Musk’ın 2016’da Hillary Clinton’ı, 2020’de Joe Biden’ı desteklerken, 2024’te Donald Trump’a yönelmesi, bu anlatının ötesinde derin bir çatışmaya işaret ediyor: Sınır tanımayan bir piyasa kapitalizmi ile Biden yönetiminin ağır aksak da olsa hayata geçirmeye çalıştığı (daha) düzenleyici bir kapitalizm arasındaki çatışma.

Zira Biden yönetimi iktidarda olduğu dönemde ekonomide çok boyutlu düzenleyici bir çerçeve uyguladı. Anti-Tekel ve Rekabet Politikası çerçevesinde, çok sayıda federal kurum, adil rekabeti teşvik etmek ve takip etmekle görevlendirildi. Federal Ticaret Komisyonu (FTC), iş gücü piyasasının hareketliliğini artırmak ve maaş artışlarını teşvik etmek amacıyla rekabet sınırlayıcı sözleşmelerin yasaklanması yönünde adımlar attı. Çevre Koruma Ajansı, petrol ve gaz şirketlerinin 2024 yılından itibaren belirli eşikleri aşan metan gazı emisyonları için ton başına ücretler ödemesini gerektiren bir kural getirdi. Elektrikli Araçlar düzenlemesi kapsamında 2032 yılına kadar gerçekleştirilmesi gereken düzenleyici hedefler belirlendi. İşletmelerin mülkiyet bilgilerini Mali Suçlar Uygulama Ağı’na (FinCEN) açıklaması zorunlu kılındı. Çalışanlar için saatlik 15 dolarlık bir asgari ücret uygulanmasını teşvik eden bir yürütme emri imzalandı, toplu pazarlık hakları genişletildi.

Bunlar, Biden döneminde devletin ekonomideki “düzenleyici” rolünü artırmaya yönelik politikalardan yalnızca bazıları. Ancak bu politikaların ne kadar kapsamlı bir şekilde uygulandığı ya da ne ölçüde başarılı olduğu ayrı bir tartışma konusu. Seçim sonuçları ve seçmenlerin ekonomi hakkındaki düşüncelerine baktığımızda, bu politikaların kısa vadede refah yaratma ve bunu adil bir şekilde dağıtma konusunda yeterince radikal ve etkili olamadığı açık. Buna rağmen, henüz faydaları seçmenlere tam anlamıyla ulaşmadan, bu modelin Biden yönetimi ile sermaye çevreleri arasındaki ilişkiyi gerdiği de açık. Elon Musk, bu gerilimin en güçlü örneği.

Musk savaş açıyor

Elon Musk’ın “iş modeli,” Biden dönemi ekonomisinin düzenleyici ve temel hakları (minimum düzeyde bile olsa) koruyan anlayışı ile taban tabana zıt. Örneğin Biden, Enflasyonu Düşürme Yasası kapsamında sendikalı otomobil üreticilerine sübvansiyon önceliği tanıdı ve Tesla’da sendikalaşmayı destekledi. Bu adım Biden yönetimi ile Musk’ın arasını ciddi bir biçimde açacaktı.

Musk’a göre sendikalar, işletmeler için yavaşlatıcı etkisi olan, gereksiz maliyetler yaratan ve modern iş dünyasında yeri olmayan çağdışı kurumlardı. Tesla’nın başarısı üretimin her saniyesini optimize etmek için tasarlanmış katı bir performans standardı öngörmesi, bu performansları takip etmesi ve bu standartlara ayak uyduramayan çalışanların hızla işten çıkarılması ile ilgiliydi. Musk sendikalar için şöyle diyecekti: “Sendika fikrine katılmıyorum... Lordlar ve köylüler gibi bir şey yaratan hiçbir şeyi sevmiyorum.”

Musk’ın uzay keşif şirketi SpaceX de fırlatma onayları, çevresel etki değerlendirmeleri, hava sahası yönetim kuralları gibi pek çok düzenleme ve ceza ile karşı karşıya kaldı. Musk, başarılı olabilmesi için SpaceX’in uzun çevresel etki değerlendirmeleri veya devlet denetim süreçleri olmaksızın, kendi programı doğrultusunda roketlerini test edip fırlatabileceği bir model benimsemesi gerektiğini savundu. Ancak bu şekilde gezegenler arası kolonizasyon (evet yanlış okumadınız kolonizasyon!) gibi uzun vadeli hedeflerin mümkün olabileceğini açıkça söyledi.

Yeraltı tünelleri ve yüksek hızlı transit sistemleriyle ulaşımda devrim yaratmayı (ve Mars’a gidildiğinde şehirler kurmayı) hedefleyen Boring Company ve Hyperloop projeleri, imar yasaları, inşaat izinleri ve çevresel incelemeler gibi önemli engellerle karşılaştı. Boring Company, şoförsüz araçların da kullanacağı hızlı, yeraltı transit sistemleri tasarlamayı amaçlıyordu. Ancak, yüksek maliyetler, planlama hataları, kentsel altyapı ve ekosistemler üzerindeki potansiyel etkileri gibi nedenlerle projeler hemen pek çok yerde yarım kaldı. Bunun yanı sıra şirket, çevre ihlalleri nedeniyle ciddi para cezaları aldı.

Musk’ın ileri teknolojiye dayalı beyin-makine arayüzü girişimi Neuralink, çeşitli engellerle karşılaşan şirketlerinden biri oldu. Neuralink, insan beyni ile bilgisayarlar arasında doğrudan iletişim sağlamak amacıyla, binlerce ultra ince elektrotla donatılmış bozuk para büyüklüğünde bir implant olan “Link” cihazını geliştirdi. Hayvan deneyleri, etik uygulamalar ve insan deneyleri gibi şikâyetler nedeniyle şirket sayısız soruşturma geçirdi. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), güvenlik gerekçesi ile şirketin cihazla insan deneylerine başlama talebini uzun süre reddetti. Musk ABD bürokrasisinin pek çok insan hayatını kurtaracak bu “devrimci” teknolojinin ilerlemesini durdurduğunu iddia edecekti.

Musk’ın Twitter’ı satın alması, vatandaş gazeteciliğini desteklemek amacıyla değil, kendi kurumsal gündemini savunabilecek ve pek çok farklı veriyi bir araya getirecek bir platforma duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Yannis Varoufakis’in dediği gibi “Twitter’ı alana kadar iş dünyasının yaramaz çocuğu, bulut sermayesinin sağlayabileceği devasa ödüllere açılan bir kapıdan yoksundu.” Musk Twitter’ı alır almaz platformu bir “her şey uygulaması”na dönüştürme tutkusunu itiraf etti. Twitter, kendi bulut altyapısını geliştirirken, bu ağı mevcut Büyük Veri ekosistemine entegre edecek ve Tesla araçlarının yollarda topladığı veriler ile gökyüzündeki sayısız uydunun sağladığı bilgileri sürekli olarak bu ağın bir parçası haline getirerek zenginleştirecekti.

Jeopolitik gerilimi deregülasyonla aşmak

Musk, Trump seçildiğinden beri onun yanından adeta hiç ayrılmıyor. Bir tür ikinci kişi, aileden biri ya da başkan yardımcısı gibi. Dünya liderleri ile yaptığı neredeyse tüm telefon görüşmelerinde o da yer alıyor. Birlikte konserlere gidiyor, maç izliyor, halkı selamlıyorlar.

Musk’un çok kârlı bir siyasi tercih yaptığı ve Trump’ın seçim kampanyasına yatırdığı 130 milyon dolarlık yatırımı fersah fersah geri alacağı açık. Trump, Musk’a görülmemiş bir güç ve zenginlik vaat ediyor.

Ancak Musk da Trump’a en büyük arzusu olan “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA)” hedefini gerçekleştirecek bir yol ve en büyük endişelerinden biri olan Çin’in yükselişini durduracak bir çözüm öneriyor: Otomasyon ve teknoloji.

Musk, Trump’ın kulağına muhtemelen şöyle fısıldıyor: Amerika, Çin’in ucuz iş gücü ve “devlet kapitalizmi” modeline ancak otomasyon yoluyla yükselen işçi maliyetleri sorununu çözerek ve dünyaya öncülük edecek teknolojik devrimler gerçekleştirerek karşı koyabilir.

Musk’a göre, “Amerika’yı yeniden büyük yapmanın” yolu düzenlemeleri sürekli artırarak “komünist” Çin’e benzemek değil; Amerika’yı Amerika yapan özelliği, yani serbest piyasa dinamiklerini tamamen özgür bırakmaktan geçiyor. Trump’ın piyasayı sınırlayan tüm kuralları ortadan kaldırma konusundaki kararlılığı ve Musk’ın teknolojiyi sınırsız bir piyasa vizyonuyla birleştiren yaklaşımı Trump ile Musk’ı sadece bürokrasiyi ya da endüstrileri değil toplumun dokusunu da yeniden şekillendirecek olağanüstü güçlü (ve bir o kadar da ürkütücü) bir ikili haline getiriyor.

Artık ayrılmaz bir ikili haline gelen (bir gün kişisel olarak bozulsa bile ajandası devam edecek) bu ittifak, yalnızca dünyayı ele geçirmeyi değil, Dünya’nın ötesine ve uzaya uzanmayı hedefleyen, sınırlarından tamamen arınmış bir piyasa modelini öngörüyor. Amerika’da olan demokrasi ve otoriterlik tartışmasının çok ötesine giden -maalesef Demokratların oraya gitmekten korktukları için seçimi kaybettikleri- gezegenin geleceğini belirleyen bir yarılma…

Buradan nasıl çıkacağımız, nasıl bir dünyada yaşamaya devam edeceğimizi de şekillendirecek…

Okuma önerileri

Dijital tekellerin ve platform kapitalizminin küresel ekonomiyi nasıl dönüştürdüğünü anlamak için Yanis Varoufakis’in yeni kitabı Technofeudalism: What Killed Capitalism;

Teknolojinin egemen olduğu bir distopik roman arıyorsanız (ve Cesur Yeni Dünya’yı zaten okuduysanız) Dave Eggers’ın Çember’ini okumanızı öneririm.

 

Evren Balta kimdir?

Evren Balta, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. ODTÜ’de ‘sosyoloji’, Columbia Üniversitesi’nde ‘uluslararası ilişkiler’ alanında yüksek lisans yaptı. Doktora çalışmasını ‘siyaset bilimi’ alanında New York City Üniversitesi’nde tamamladı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasal şiddet, popülizm, güvenlik, dış politika, vatandaşlık ve ulusötesi siyaset alanlarında yoğunlaşan çalışmalar yaptı.

Derleme çalışmaları Türkiye’de Devlet, Ordu ve Güvenlik Siyaseti (İsmet Akça ile birlikte, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010); Küresel Siyasete Giriş (İletişim Yayınları, 2014), Kuşku ile Komşuluk: Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Değişen Dinamikler (Gencer Özcan ve Burç  Beşgül ile birlikte, İletişim Yayınları, 2017) adlarıyla yayımlandı.

Küresel Güvenlik Kompleksi (İletişim Yayınları, 2012), Tedirginlik  Çağı: Şiddet, Siyaset ve Aidiyet Üzerine (İletişim Yayınları, 2019), The American Passport in Turkey: National Citizenship in the Age of Transnationalism (Özlem Altan-Olcay ile birliktee, UPenn, 2020) adlı kitapları yayımlandı.

Türkiye’de Amerikan Pasaportu / Ulusötesi Çağda Aidiyet ve Vatandaşlık (Koç Üniversitesi Yayınları, 2024) adıyla Türkçe’ye çevrilen ortak çalışması, 2021 yılında Amerika Sosyoloji Derneği’nin en iyi kitap ödüllerinden birine değer görüldü.

Araştırmaları Fulbright, Mellon Vakfı, Social Science Research Council, American Association for University Women ve TÜBİTAK tarafından desteklendi.

Özyeğin Üniversitesi’ne katılmadan Avusturya ve ABD’de akademik çalışmalar yaptı, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde ‘kıdemli araştırmacı’, TÜSİAD bünyesinde oluşturulan Küresel Siyaset Forumu’nda ‘akademik koordinatör’ olarak görev üstlendi, New York City Üniversitesi The Graduate Center’dan ‘seçkin mezun’ ödülü aldı.

Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevini yürütürken, 2024/2025 akademik yılı için “kıdemli araştırmacı” olarak Harvard Üniversitesi Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde çalışmaya başladı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Amerikan seçimlerinden bazı dersler

Amerika’dan öğrendiklerimiz, siyasetin sadece rakamlarla değil, samimiyet, dayanıklılık ve toplumun gerçek taleplerini anlamakla şekilleneceğini bir kez daha gösteriyor. Bu sonuçlar, bizim siyasetimizde çoktan yer etmiş gerçeklerin yalnızca bir teyidi niteliğinde

Amerikan seçimlerini kimin kazanması Türkiye için daha hayırlı olur?

Kendini Avrupa'ya yakın hisseden bir Türkiye, Trump’ın seçilmesinden kaygı duyabilirken, Orta Doğu'ya yakın hisseden bir Türkiye aynı kaygıyı taşımayabilir. Ya da belki bu iki kimlik arasındaki sınır artık o kadar belirgin değildir?

"
"