07 Haziran 2020

Dijital dünyada gerçeğin peşinden koşmak

Kendimizi de dışında bırakmayıp şu sorunun yanıtını düşünelim: Türkiye dijital okuryazarlık sınavında sizce kaç puan alırdı?

Dünyanın önemli bir bölümü artık internetsiz bir hayat düşünemiyor. Öyle ki internet üzerinden 1 dakikada 200 milyon e-posta gönderiliyor, 4,2 milyon Google araması yapılıyor, Instagram'a 60 bin görsel yükleniyor, Youtube'da 4,7 milyon video izleniyor… 2025 itibarıyla internet üzerindeki veri büyüklüğünün 175 zettabayt olacağı söyleniyor. Terminolojiye benim gibi hakim olmayanlar için yazalım: 175 zettabayt bir insanın bilgisayarına 1,8 milyar yılda indirebileceği büyüklükte bir veri anlamına geliyor. DVD'lere kaydetmeye kalksak, o DVD'lerle dünyanın etrafını 222 kez dönebiliyoruz.

Verinin çoğalması yeni mücadele alanları da yaratıyor. Uzun zamandır büyük verinin nasıl işleneceği, nasıl anlamlandırılacağı konuşuluyor; sonucunda da pek çok nedenle yapay zekaya (AI) muhtaç olduğumuz noktasında birleşiliyor. Gerçekten de kendi başımıza bırakıldığımızda böylesine bir veri dünyasında ilgimizi çekecek, ihtiyaç duyacağımız içeriklere erişebilmemiz neredeyse olanaksız. Yapay zeka algoritmaları farklı pek çok alanın yanı sıra burada da kritik bir rol oynuyor. Bizi; ilgi alanlarımıza, inançlarımıza uygun veriyle buluşturuyor. Tabii, gülün bir de dikeni var. Bizi iyi tanıdığını bildiğimiz algoritmalara, bize benzer insanlarla benzer paylaşımları yaptığımız sosyal medya ortamlarını da eklediğimizde, işte o çok konuşulan "yankı odaları" doğmuş oluyor. Kendi söylediğimizi, bize benzer bir başkasından da duyunca herkes aynı şarkıyı söylüyor yanılsaması yaşıyoruz. Sonra da farklı şarkılara karşı toplumca karpuz gibi ortadan ikiye ayrılıyoruz.

Mantığı bırakınca artan kabul

20. yüzyılın başlarında doğan bilim kurgu yazarı Robert Heinlein "Bin adamı önyargılarına hitap ederek ikna etmek, bir adamı mantıkla ikna etmekten daha kolay" derken, bugünleri öngörmüş müydü acaba? Önyargılarımız bilerek ya da bilmeyerek, bir şekilde oluşuyor. Mantık da kimi zaman "yankı odaları"nın dışında kalıyor. Görüşümüze, inancımıza uygun içeriklerin doğruluğunu sorgulamaya gerek bile görmüyoruz. O zaman da gelsin yalan haberler!

Yalan haberlerin sosyal medyada dolaşım hızı, doğru içeriklerin dolaşım hızından en az altı kat fazla. Çünkü çok daha ilginçler. Çünkü bizi bizim "yankı odalarımıza" daha fazla bağlıyor, gördüğümüz kabulü artırıyor, iddialarımızı doğrulayıp bize benzeyenler arasındaki yerimizi sağlamlaştırıyor. Buradan bakınca yalan haberlerin en çok siyasi içeriklerde görüldüğünü tahmin etmek zor değil. Ama markalar da bolca nasibini alıyor. Üstelik yalan haberlerin kaynakları, yalanlarını görsellerle "zenginleştirmeyi" de ihmal etmiyor. İçinde saç varmış gibi fotoğraflanmış ilaç ambalajları, böcekleri özenle yerleştirilmiş çikolatalar… Tazminat mekanizmasının yerleşik olduğu hukuk sistemlerinde çokça görülen canavar tüketiciler (customonster) de eklenince yalan haberle mücadele özel bir uzmanlığa dönüşüyor.

Yalan haberleri destekleyen görseller bununla da sınırlı değil. Teknolojinin kat ettiği yolda yeni belamız da derin sahte (deepfake) videolar. Eğlence sektöründe adeta çığır açacak son derece önemli bir gelişmeyken, dünyaca ünlü yıldızların ve siyaset insanlarının kabusu olabilen "derin sahte" videolar, neyse ki şimdilik tüm platformlar tarafından reddediliyor. Facebook bu tarz içeriklerin platformunda yayınlanmasına izin vermiyor; derin sahte videoların denetimi için altyapı geliştirme projelerine ciddi bütçeler ayırıyor. Ancak akacak kan damarda durmaz. Yakın geleceğin en büyük tehditlerinden biri hala "derin sahte" videolar. Düşünün ki bir sabah uyandığınızda, hiç de istemediğiniz bir görüntünüz ya da konuşmanız izlenme rekorları kırıyor. Sizin yüzünüz, sizin vücudunuz ve hatta sizin sesiniz ama görüntülerdeki siz değilsiniz. Ve teknik o kadar iyi ki, bu görüntüdekinin siz olmadığınız gerçeğini sizden başka kimse bilemez.

Gözümüzle gördüğümüzden şüphelenmek

Ne verinin çoğalmasına ne de teknolojinin ilerlemesine engel olabiliriz. Her sabah başka bir dünyaya uyanıyor, yepyeni kurallar, son derede kritik gelişmeler ve beraberinde getirdiği taptaze risklerle tanışıyoruz. Öngöremediğimiz bir gelişmeye karşı önlem almak pek mümkün görünmese de yapabileceğimiz bir şey aslında var. Yalan haberle de derin sahte videolarla da mücadelenin formülü temelde aynı: Şüpheci ve eleştirel olabilmek.

Rastladığımız her içeriğe şu üç temel soruyu sorabilirsek, verdiğimiz yanıtlar yalan haberleri paylaşma riskimizi düşürür:

Bu içeriğin kime faydası var?
Kaynağı güvenilir mi?
Eksik bir veri var mı ve bu eksik tamamlansa fikrimiz değişebilir mi?

Yalan haberlerin tamamı yalan olmayabiliyor. İçinde manipüle edilmiş gerçekler bolca bulunuyor. Bilerek ya da bilmeyerek çarpıtılan gerçekler, bizi doğru bilgiden uzaklaştırıyor. Unutmayalım ki mücadelemiz; doğrunun arayışı olduğu kadar gerçeğin arayışı için de sürüyor, sürmeli. Doğru bilgi değerli. Ama doğru, gerçeğin sadece bir boyutu olabilir. Bir savaşı taraflardan birinin görüşleriyle değerlendirdiğinizde, doğruya ulaşırsınız. Ama gerçek, diğer tarafın da bakış açısını hesaba kattığınızda ortaya çıkar. Herkesin kendi görüşü olabilir; bir görüşü destekleyebilir ama kimsenin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur. Hele de başkalarını kendi fikirleri doğrultusunda yönlendirmek için "gerçeklik" üretmesi büyük suçtur.

Yaklaşan Amerikan seçimleri ve yalan haber teknolojisi

Şimdi dünyanın gözü kulağı Amerika'da. Zaten yaklaşan başkanlık seçimleri nedeniyle gözaltına alınmış olan ülke, George Floyd'un feci şekilde öldürülmesinin ardından yaşanan eylemler ile de takibe alındı. Geçen seçimlerde Trump lehine servis edilen yalan haberler, NewYork Times, Washington Post gibi gazetelerin en çok okunan haberlerinden daha çok kişiye ulaşmıştı. Başka bir deyişle, hakikat sonrası (post truth) ve yalan haberler konusunda adeta dünyaya önderlik eden Amerika, önemli bir döneme girmiş bulunuyor. Bu kez dijital teknolojide de hatırı sayılır bir gelişme olduğunu hesaba katarsak, Amerikan seçimleri vesilesiyle karşılaşacağımız örnekler için şimdiden endişe duymamak mümkün değil. Amerikan halkının gerçeği arayış yolculuğunda karşısına neler çıkacak hepimiz merak ediyoruz. Dijital okuryazarlık, şüphecilik ve eleştirel düşünce düzeyi nerede olacak? Amerikan halkı "ultracrepidarien"likten kurtulabilecek mi? Uğur Mumcu'nun cümlesiyle sorarsak; "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya" devam edecek mi?

Kendimizi de dışında bırakmayıp şu sorunun yanıtını düşünelim: Türkiye dijital okuryazarlık sınavında sizce kaç puan alırdı?

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet sizden fikri hür filmler mi ister?

100 yıllık Cumhuriyetimizi demokratik değerlerle güçlendirme konusunda etkisiz ve çekinik duran iş dünyası temsilcilerine, ne kadar sosyal medya etkileşimi alırsa alsın, sadece filmler, görseller, sloganlar üreterek kendilerini cumhuriyetçi sanmaya devam ettiklerinde, "gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde" olduklarını hatırlatmak biz vatandaşların boynunun borcu

Erbilmişsin, erbilmişsiniz, erbilmişler!

Gözlerinizi kapatın ve tanıdığınız tüm erbilmişleri tek tek sıralayın. Birkaç saniyede ne çok isim bulduğunuza şaşırdınız değil mi?

Yanılgıların en güzeli için ısrarla isteyiniz

İnsan aklının unutkanlık hastalığından kurumların da muzdarip olmaması için gereken baskı unsurunun "haber takibi" yapabilen bir medya olduğunu biliyoruz