Gelinen noktada, yeni bir anayasa düzenlemenin başka bahara kaldığı anlaşılıyor. 12 Eylül 2010 değişikliğinin ardından, 1982 Anayasası’nın baştan sona değişmesi gerektiği söyleniyordu. Gerçekten de o dönemi sürekli eleştirip, hatta hayatta kalan askeri yöneticilerini yargılayıp birçok maddesi değişse bile aynı Anayasa ile yola devam etmek tuhaf bir durumdu. Çünkü meşru görmediğiniz ve yargıladığınız bir dönemin ürünü olan Anayasa kaldırılmalı idi. Ancak garip olan, 1980 sonrasında oluşturulan yasama, yürütme ve idare ile yargı erkleri 1982 Anayasası’nı dayanak alıp hukuki meşruiyet kazanmış olup, hala da varlıklarını sürdürmeleridir. Bu tespitin dayanağı Anayasa m.6’dır. Anayasa m.6’nın 3. fıkrasının 2. cümlesine göre, “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanmaz”.
Anayasa her sorunu çözmese de, normlar hiyerarşisinin tepesinde yer alarak, hem Ülkenin yönetim sistemini, hem de kişi hak ve hürriyetlerinin neler olduğunu ve nasıl korunması gerektiğini gösterir. Anayasa, bir çerçevedir, kimliktir, devleti ve milleti tanımlar. Anayasa; devleti bağlayan, ülkenin kuruluş felsefesini gösteren, birey ve toplumun yaşam alanlarına güvenceler getiren temel ilke ve esasları gösterir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa tarihinde sürekli bir anayasa hazırlama ve değiştirme telaşı ve heyecanı olmuştur. Bu amaçla birçok zaman harcanmış ve enerji kaybedilmiştir. Anayasanın tüm sorunları çözemeyeceği bilinse de, yazılı hukuk sisteminin özelliği gereği insanlar sürekli yeni anayasa hazırlama veya olanı değiştirme yönünde uğraş vermişlerdir. En iyi hukuk kuralını da kabul etseniz, önemli olanın bu kuralın tam manası ile uygulanması olduğu gerçeği bilindiği halde, insanlar “önce iyi kurala sahip olalım” demişlerdir.
Ancak bu iyi kural nedir, kime göre iyidir, kim hazırlamalı, kime sormalı, nasıl kabul etmeli ve pratikte, yani uygulamada nasıl işler? İşte bu soruların cevapları pek düşünülmemiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin içinden çıkan, her siyasi partinin eşit üye sayısına sahip olduğu ve eşit oy kullandığı, Yeni Anayasa maddelerinde oybirliğinin arandığı Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu da, temel olarak temsili demokraside halkın seçip parlamentoya gönderdiği milletvekillerinin halkın iradesini yansıttığı, Anayasa değişikliği konusunda Anayasa m.175’in dikkate alınması gerektiği, bu Meclisin pekala Anayasayı kısmen veya toptan değiştirebilme yetkisinin bulunduğu, bu konuda halkoylamasına gitmenim şartlarını m.175’in gösterdiği hususlarından hareketle, herhangi bir kırmızı çizgi koymaksızın, Meclise giremeyen siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, akademisyenlere ve herkesi ilgilendiren Anayasa ile ilgili fikri olan insanlara danışmaksızın Yeni Anayasa hazırlığına başladı.
Halkın iradesini taşıyan Meclisin, yeni Anayasa hazırlığı konusunda başkalarına fikir sorma ve bunlara bağlı kalma zorunluluğu olmadığı ileri sürülebilir. Ancak Meclis, yeni Anayasa veya mevcut Anayasayı tekrar değiştirme konusunda Anayasa m.175’e uygun hareket etmeyip, Uzlaşma Komisyonuna katılan tüm milletvekilleri ile temsil ettikleri siyasi partilerin tam bir mutabakatını arayarak, esas itibariyle Anayasa değiştirme konusunda benimsenen resmi usulü terk etmiştir.
Bu tercih hukuki midir, değil midir, ayrı tartışma konusu yapılabilir. Ancak nev’i şahsına münhasır bu yöntemin uygulamaya koyulması öncesinde, Yeni Anayasanın kaç maddeden oluşması gerektiği, kısa ve öz Anayasa mı, yoksa birçok maddeden oluşan kazuistik Anayasa mı, Devletin kuruluş felsefesi ve sistemi, bağlı olacağı ilke ve esaslar, bayrağı, dili ve diğer temel unsurları ile vatandaşlık tanımının yapılıp, Türk Milleti’nin iradesini yansıtan noktaların netleştirilmesi ve değişmez olan maddelerin mevcut halleri ile korunup tartışmaya açılmayacağına dair prensip kararının alınması gerekirdi.
Mesele, kişi hak ve hürriyetlerini geliştirip daha fazla güvenceye kavuşturmak, hukukun evrensel ilke ve esaslarına dayalı Anayasaya kavuşmak, tüm bireyleri kapsayacak vatandaşlık bağı ve bunun hukuki tanımının yapılması ise, diğer noktaların Yeni Anayasa hazırlığında tartışmaya açılmaması beklenirdi. Bunlar yapılmaksızın, “kaç madde olursa olsun Yeni Anayasayı hazırlayalım”, “Anayasanın bütünü üzerinde anlaşma sağlanmadıkça masadan kalkmak yok”, “sonuna kadar devam”, “herkesi ve toplumun tüm kesimlerini mutlu edelim, birliği ve beraberliği sağlayalım” gibi, mevcut, sınırları belli, hayatta ve ayakta, savaştan çıkmamış ve yeni kurulmamış bir devlete, yeni kurulan veya kurulacak bir devlet anlayışına dayalı bir anayasa hazırlama hatasına düşüldü. Bu usul yürümezdi ve yürümedi de. Bazı insanların şaşırmasını ve birbirlerini suçlamasını anlamak mümkün değil.
Elbette bu Meclis veya yeni seçilecek Meclis ya da Millet Anayasayı değiştirebilir, hatta “Kurucu Meclis” sıfatını taşımasa da Yeni Anayasa hazırlayabilir. Ancak bir devletin kuruluşuna dair toplumsal mutabakat belgesi niteliği taşımayan, yani mevcut bir devlet ve milletin anayasasında yapılacak değişiklik ve yenileşme, o devletin kuruluş felsefesi, bağlı olduğu yönetim sistemi, bağlı olduğu ilke ve esaslar üzerinden yapılamaz. Hukukun evrensel ilke ve esaslarına açıkça aykırılık olmadıkça, mevcut anayasanın ülke, millet ve devlet için yaptığı tanımlara ve öngördüğü sisteme bağlı kalmak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti için Yeni Anayasa, yukarıda kısaca açıkladığımız usul ve esastan hareketle kaleme alınmalı, farklı amaç ve hedefleri bir kenara bırakarak, Ülke üzerinde yaşayan herkesi ve tüm kesimleri, sosyal sınıfları, ırkları, din, inanç ve mezhepleri koruyup gözeten, bireyi esas alan, kişi hak ve hürriyetlerini koruyan Anayasaya sahip olma niyet ve hedefi ile hareket edilmelidir.