08 Temmuz 2012
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi ile kurulan ağır ceza mahkemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 02.07.2012 tarihinde kabul edilip, 05.07.2012 tarihinde Cumhurbaşkanının onayı ile yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunu’nun 75, 105/6 ve geçici 2. maddesi ile yargı sahnesinden sessizce çekilmişler, ancak asagida aciklayacagimiz üzere yerlerine de yeni özel yetkili mahkeme tipi öngörülmüstür. CMK m.250 ile kurulan mahkemelerin bu çekilmesi, kimilerine göre bu mahkemelerin misyonunu tamamladığı, kimilerine göre bu mahkemeler kapsamında görülen yargılamalarda gerçekleşen hukuka aykırılıklar ve kimilerine göre de bu mahkemelerin yargı faaliyetleri bazı noktalarda rahatsızlık vereceğinden bahisle gerçekleşmiştir. Her ne kadar bu mahkemeler, Kanunun yürürlüğe girme anına kadar açılan kamu davalarına bakmaya devam edecek olsa da, bunun geçici, mevcut dava dosyaları ve süre ile sınırlı olduğunu, yani bu mahkemelerin yargılama yetkisinde devamlılığın olmadığını ifade etmek isteriz.
Çalışmamızda, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin faaliyetlerine son veren yasal düzenlemenin hangi saik ile hazırlandığını tartışacak değiliz. Meselenin, “senin mahkemen-benim mahkemem”, “senin hakimin-benim hakimim” ve “senin savcın–benim savcım” hususundan ibaret olup olmadığı ile de ilgilenmemekteyiz. Ancak bu ilgilenmeme, yasal düzenlemenin saiki ile sınırlı olup, yargı mercilerinde “senin yargın-benim yargım” tartışmasının son derece tehlikeli bir yanlış olacağını da söylemek isteriz. Ayrıca, 6352 sayılı Kanun vesilesi ile Ülkemizin “kanun zengini” bir ülke olduğunu, çok sık kanun çıkarmayı ve değiştirmeyi, istikrarın korunması yerine bir çare gördüğümüzü, bu yaklaşımın hatalı olduğunu, hukuk düzeninde sürekli yapılan değişikliklerin yarar yerine veya yararı kadar zarar da getirebileceğini, yasal düzenleme ile sorunların hemen çözüme kavuşturulamayacağını, toplumun ihtiyaç ve isteklerine cevap verebilen, hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun hukuk kurallarının kabul edilmesinin gerekli ve zorunlu olduğunu, etki-tepki üzerine kurulu düzenlemelerin fayda sağlamayacağını ve yeni değişikliklerin her zaman gündeme gelebileceğini ifade etmeliyiz.
Prensip; bir ülkede yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri ışığında tüm yargı mercilerinin bir çatı altında toplanıp, herkes ve her mesele ile ilgili aynı usul ve esaslarla ihtisas mahkemelerince yargılanmasıdır. Bu prensibe “yargı birliği” denir. Ancak 6352 sayılı Kanununun 75, 105/6 ve geçici 2. maddelerinin bu prensibe uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Çalışmamızda, “Yargıda Torba Kanun” adı verilebilecek 6253 sayılı Kanunun bu maddelerinin ve cezalara erteleme getiren hükümlerinin neler getirip götürdüğünü kısa tespit ve açıklamalarla ortaya koymaya çalışacağız.
1- Bir kısım milletvekillerinin imzası ile Tasarının çerçeve 74. maddesinin değiştirilmesi amacıyla teklif edilen ve 6253 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezalarının Ertelenmesi Hakkında Kanun’a 75, 105/6 ve geçici 2. madde olarak eklenen hükümlerle ilgili ilk eleştiri, “özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” adı ile bilinen mahkemelerin kaldırılması konulu bu yasal düzenleme teklifinin toplumla paylaşılmadan yasalaştırılması usulü hakkında yapılmalıdır. Bu önemli düzenleme teklifinin yasalaşmadan önce toplumla paylaşılması, tartışılması ve ardından “yargı birliği” ilkesine uygun hükümlerin kabul edilmesi isabetli olur. Yeni kurulacak ve görevlendirilecek mahkemeleri, diğer ağır ceza mahkemeleri ile yargılama usul ve esasları bakımından uyumlu hale dönüştürülen uzman mahkemeler olarak nitelendiremeyiz. Bu mahkemeler de, TMK m.10’da kişi hak ve hürriyetleri aleyhine yer alan özel yetki kuralları ile “yeni özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” olarak adlandırılıp tanımlanabilir. Çünkü bu mahkemeler, aynı usul ve yöntemlerle yargılama faaliyetinde bulunması öngörülen uzman mahkemelerden olmayıp, yargılama yetkisine giren konu ve işlerde bazı özel yetkilere sahip kılınan mahkemeler olarak düzenlenmiştir.
2- 6253 sayılı Kanununun 75. maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesini değiştiren düzenleme ilk olarak, CMK m.250 ile kurulan mahkemeleri kaldırmış ve yerine “ihtisas mahkemesi” (bölge ihtisas mahkemesi), bizce “yeni özel yetkili ağır ceza mahkemeleri/TMK m.10 ile yetkili mahkeme” adı ile görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerini getirmiştir. Bu Kanunla yürürlüklerine son verilmesi öngörülen mahkemeler kapsamında görev yapan özel yetkili savcıların da görev ve yetkileri kısa sürede son bulacaktır. TMK yeni m.10/1 ile kurulan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenip görevlendirilecek bölgesel nitelikteki bu mahkemelerin sayısının, CMK m.250 ile kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinden fazla olması beklenmektedir. Oluşturulacak bu yeni mahkemeler, CMK m.250 ile kurulan mahkemelerde olduğu gibi yine özel yetkili olacaklar ve savcılar da sırf bu mahkemelerin yargılama yetkisine giren soruşturmaları yürüteceklerdir. Yeni uzman savcılar ve mahkemeler, başka soruşturma ve kovuşturmalara bakmayacaklardır.
3- Yeni görevlendirilecek mahkemeler, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilerin yargılamaları ile askeri mahkemelerin yargılayacağı kişilere müdahale edemeyecektir. Kanaatimizce bu müdahale yasağı, soruşturma aşaması için savcı yönünden de geçerlidir.
4- CMK m.250/3 ve m.251/1, 2. cümlede yer alan kamu görevlilerinin doğrudan doğruya soruşturulabilme imkanı kaldırılmıştır. Görev sırasında veya görevinden dolayı işlendiği iddia olunan suçlarla ilgili iki istisna dışında kamu görevlilerinin doğrudan doğruya soruşturulabilmesi mümkün değildir. Birinci istisna, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinden kaynaklanmaktadır. İkincisi ise, Terörle Mücadele Kanunu’nun “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 10. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendinde yer almaktadır. Buna göre, Devletin güvenliğine ve anayasal düzen ile bu düzenin işleyişine karşı işlenen suçlar, kamu görevlileri tarafından görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsalar bile, cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturulabileceklerdir. Bununla birlikte, Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları ile 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu’nun 26. maddesi çerçevesinde Başbakan tarafından özel olarak görevlendirilen kamu görevlilerinin soruşturulması Başbakanın iznine bağlı tutulmuştur.
5- Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinde, şu an yürürlükten kaldırılan CMK m.251/2 hükmünde olduğu gibi, fakat ondan daha dar bir sekilde soruşturma aşamalarında hakim tarafından verilmesi gereken kararları almak, bu kararlara yapılan itirazları incelemek ve yalnızca bu işlere bakmak üzere hakimlerin görevlendirilmesi öngörülmüştür. CMK m.251/2, sadece sorusturma asamasinda degil kovusturma asamasinda da savcinin taleplerini degerlendirmek üzere ayri hakim olmasi gereginden bahsettigi halde, TMK m.10'da yer alan hüküm, bu hususu sadece sorusturma ile sinirlamis ve daraltmistir. Sorusturma asmasi ile sinirli olsa da bu hüküm, hakim tarafsızlığının korunması, ihsası rey endişesi yaşamaması, koruma tedbirleri konusunda uzmanlaşması ve soruşturmaya katılan hakimin sonradan kovuşturmaya katılmasının önüne geçilmesi bakımından son derece isabetlidir. Bu uygulama yaygınlaştırılmalı ve “sorgu hakimliği” adı altında tüm ceza yargılamalarında tatbik edilmelidir.
6- Çocuklar, yani suçun işlendiği tarihte 18 yaşını doldurmayanlar, Terörle Mücadele Kanunu m.10 uyarınca kurulan mahkemelerde yargılanamazlar ve bu mahkemelere özgü soruşturma ve kovuşturma hükümleri çocuklar hakkında uygulanamaz. Böylece, CMK m.250/4’de gösterilen çocuklarla ilgili istisna korunmuştur.
7- Yeni Kanun tarafından Terörle Mücadele Kanunu’nda değiştirilip düzenlenen 10. maddesinin (ç) bendinde, ihtisas ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren toplu işlenmeyen suçlarla ilgili soruşturma süresinin yirmidört saat değil kırksekiz saat olacağı; (d) bendinde, soruşturmanın amacının tehlikeye düşebileceği durumlarda yakalanan veya gözaltına alınan ya da gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında bir yakınına bilgi verileceği; (e) bendinde, gözaltında bulunan şüphelinin müdafii ile görüşme hakkının hakim kararına bağlı olarak yirmidört saat süre ile kısıtlanabileceği; Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi suçların soruşturmasına katılan kolluğun kimlik bilgilerinin gizleneceği ve tutanaklara sadece sicil bilgilerinin yazılacağı; (g) bendinde, güvenliğin sağlanması amacıyla duruşmanın başka yerde yapılabileceği; (ğ) bendinde, 10. madde kapsamına giren davalara adli tatilde de bakılacağı ve en önemli ise (h) bendinde, iletişimin denetlenmesi ile ilgili CMK m.135’in altıncı fıkrasının sekiz numaralı (a) bendinde, gizli soruşturmacıyı düzenleyen m.139’un yedinci fıkrasının (a) bendinin iki numaralı alt bendinde ve teknik araçlarla izlemek suretiyle delil elde etme yol ve yöntemini düzenleyen m.140’ın birinci fıkrasının (a) bendinin beş numaralı alt bendinde, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu ile ilgili iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme yasağı öngörülen örgüt üyeliği, hiyerarşik yapısına dahil olmadığı suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme ve suç örgütünün veya propagandasını yapma suçu yönünden getirilen istisnaların kaldırıldığı ve bireyin hak ve hürriyetlerine müdahale hak ve yetkisinin otorite yönünde genişletildiği görülmektedir. Bu hüküm, özgürleşme yönünde adım atılması amacıyla kaldırıldığı ileri sürülen özel yetkili mahkemeler ile savcıların yerine gelecek olan ihtisas ağır ceza mahkemeleri ile yeni özel yetkili savcıların kişi hak ve hürriyetlerine müdahale konusundaki yetkisini genişletmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Böylece, 6352 sayılı Kanununun 75. maddesi ile değiştirilen Terörle Mücadele Kanunu’nun 10/f hükmünde yer alan düzenleme genişletilerek, sadece terör örgütleri tarafından işlenen terör ve terör amaçlı suçlarla sınırlı tutulmayıp, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarı madde imal ve ticareti suçu, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu, haksız iktisadi çıkar sağlamak amacıyla kurulan bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit kullanılarak işlenen suçlar da kapsama alınarak, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunu tanımlayan TCK m.220’de tanımlanan suçları işledikleri iddia olunanlar arasında fark gözetilmeksizin iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi ve teknik araçlarla izleme imkanı tanınmıştır.
8- 6352 sayılı Kanun m.75 ve m.105/6 hükümleri “Kovuşturma” başlıklı CMK m.252’in (b), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerini yürürlükten kaldırmıştır. Bu hükümlerde, sanık sayısının çok fazla olması durumunda, sanıkların bir kısmının duruşmanın bazı oturumlarında bulunmaması, süresinin savunma hakkının özünü ihlal etmeyecek şekilde kısıtlanması, tahkir içeren söz veya davranışlarla ilgili yayın ve yayım yasağı konulması, mahkeme başkanı tarafından duruşmanın düzenini bozan sanık veya müdafiin oturumdan çıkarılması, yüksek görevli mahkeme olarak görevsizlik kararı verme yasağının istisnası ve basın veya diğer kitle iletişim araçları ile tebligat yapılması öngörülmekte idi. CMK m.252’de yer alan bu hükümler tümü kaldırılmıştır. Ayrıca, CMK m.251/6’da yer alan doğrudan doğruya zorla getirme yetkisine de son verilmiştir. Gözaltı süresinin olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan kişiler hakkında dört gün değil de hakim kararı ile yedi güne kadar uzatılabileceğine dair CMK m.251/5’de yer alan düzenlemeye son verilmiştir.
Kanaatimizce, bölgesel olarak görev yapacak yeni ihtisas ağır ceza mahkemelerinin yetkisine giren suçlarla ilgili savcıların yetki alanlarında doğrudan doğruya soruşturma yapabilme yetkisi devam etmektedir (Terörle Mücadele Kanunu 10/3, a).
Tutukluluk süresinin Devletin güvenliğine karşı suçlar ile anayasal düzene ve işleyişine karşı suçların failleri yönünden iki kat uygulanacağına dair hüküm korunmuştur. Bu sebeple, Terörle Mücadele Kanunu m.10/5’de sayılan suçların failleri hakkında CMK m.102’de gösterilen tutukluluk süreleri iki katı olarak uygulanacaktır. Bir tedbir olan tutuklamanın süresini aşırı şekilde uzatmaya yönelik bu hükmün hatalı olduğunu ve tutuklama tedbirinin amaç ve fonksiyonuna ters düştüğünü belirtmek isteriz.
9- Belirtmeliyiz ki, amacı özgürlük ve kişi hak ve hürriyetlerinin korunması olan 6352 sayılı Kanun tarafından, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarı madde imal ve ticareti suçu, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu, haksız iktisadi çıkar sağlamak amacıyla kurulan bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit kullanılarak işlenen suçlarının kapsama alınması ve bu suçlara ilşkin yargılama usul ve esaslarının, adı “Terörle Mücadele Kanunu” olan yasal düzenlemede değerlendirilmesinin kabulü ve izahı mümkün değildir. Bu düzenleme, yargı birliği ilkesi, şüpheli ve sanık hakları, hukuk devleti, hukuk güvenliği hakkı, tabii hakim ve mahkeme güvencesi ve dürüst yargılanma hakkı ilkeleri açısından hukuka uygun değildir. Terör ve terör amaçlı suçlarla ilgilisi olmayan, bu suçlarla suçlanmayan insanların, Terörle Mücadele Kanunu m.10’da düzenlenen ve “Terörle Mücadele (TMK) m.10 ile Yetkili Mahkemeler” olarak adlandırılan mahkemelerde yargılanmaları ve bu işlerle özel olarak yetkilendirilen savcılar tarafından soruşturulmaları isabetli değildir. “Senin mahkemen-benim mahkemem”, “senin hakimin-benim hakimim” ve “senin savcın-benim savcım” ayrımını devam ettiren, “uzman mahkeme” yerine “özel mahkeme” anlayışını benimseyen, kişi hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması yönü ile özel nitelik taşıyan yargılama usul ve mercileri yoluyla farklılığın sürdürülmesi hatalıdır. Hukuk, yargı ve adalet önünde herkes eşittir. Herkes, aynı yargı çatısı altında toplanmış, aynı usul ve esaslarla yargılama yapan, bağımsız ve tarafsız nitelikler taşıyan uzman mahkeme ve hakimler önünde yargılanma hakkına sahiptir.
Yürürlükten kaldırılan mahkemelerin toplumda bilinen adı özel yetkili ağır ceza mahkemeleri iken, şimdi görevlendirilecek mahkemeler Terörle Mücadele Kanunu kapsamında kurulan mahkemeler olarak anılacak ve kaçınılmaz şekilde ötekileşecektir. Bu anlayış ve kabul, kişi hak ve hürriyetleri bakımından olumsuz sonuç ve yaklaşımlara yol açabilir.
10- 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesine göre, CMK m.250 ile görevlendirilen ve toplumda özel yetkili ağır ceza mahkemeleri olarak bilinen mahkemelerde açılan davaların kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerde görülmeye devam edileceği, ayrıca özel yetkili mahkemelerin bu davalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyeceği öngörülmüştür. CMK m.250 ile görevlendirilen mahkemelerde açılan davalar, kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar özel yetkili mahkemeler tarafından görülecektir. Özel yetkili mahkemeler, Kanun yürürlüğe girdiği tarih olan 04.07.2012 tarihine kadar CMK m.175/1 uyarınca iddianame kabul yaparak açılan kamu davalarına bakmaya devam edecek ve bu sürede işlevlerine devam edeceklerdir. Kanun koyucu, bu davaları gören mahkemelerin yargılamalarına devam etmesini, sanık ve iddiaya konu fiil sayısı bakımından bu davaların kapsamlı ve karmaşık olması nedeniyle kabul etmiş olabilir. Dolayısıyla 10. madde, görülmekte olan davaların yeni görevlendirilecek mahkemelere gitmesinin önüne geçecek bir hükmü yer vermiştir. Böylece aynı anda, genel yetkili ağır ceza mahkemeleri, sadece yeni Kanun yürürlüğe girinceye kadar açılan davalara, TMK m.10’da yer alan usul kuralları uyarınca bakacak olan sınırlı ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri (CMK m.250 ile yetkili) ile Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu tarafından yeni görevlendirilecek olan bölge ihtisas ağır ceza mahkemeleri (TMK m.10 ile yetkili) yargılama faaliyetinde bulunacaklardır. 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesinin 4. fıkrası, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde devam edecek olan yargılamalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı verilemeyeceğini hüküm altına almıştır. Kanaatimizce bu hüküm, hukukun evrensel ilke ve esaslarından olan ve Anayasa tarafından güvence altına alınan “kanuni hakim ve mahkeme güvencesi” ile “yargı bağımsızlığı” ve her ne kadar aynı usul ve esaslarla yargılama yapılacak olsa da eşitlik” ilkelerine aykırıdır. Bu mahkemeler kanunla kurulmak suretiyle Anayasa m.37’de güvence altına alınan “kanuni hakim ve mahkeme güvencesi” ilkesine uygun düşse bile, bakmaması gereken bir davaya bakmak zorunda bırakıldığı için Anayasaya aykırılık gündeme gelecektir.
6352 sayılı Kanununun geçici 2. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesine göre, Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi ile düzenlenen bölge ihtisas mahkemelerinde uygulanacak usul ve esasların, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde açılmış ve Kanun gereği bu mahkemelerde görülmeye devam eden kamu davalarında da uygulama alanı bulacaktır.
11- 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesinde, Kanunun kabulü ile kaldırılan, fakat görmekte oldukları kamu davaları kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar CMK m.251/1 hükmü ile özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görevlendirilen cumhuriyet savcıları tarafından yürütülen soruşturmalar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi gereği görevlendirilen cumhuriyet savcıları görevlerine başlayıncaya kadar özel yetkili savcıların görevlerine devam edecekleri ve yeni savcıların göreve gelmesi ile birlikte özel yetkili savcıların bu niteliklerinin kendiliğinden biteceği öngörülmüştür. CMK m.251/1 maddesi ile görevlendirilen özel yetkili cumhuriyet savcılarının görevleri, Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca görevlendirilen cumhuriyet savcılarının göreve gelmeleri ile birlikte son bulacaktır.
12- Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinde sayılan suçlarla ilgili olarak, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle açılan davalarda, sanığın taşıdığı kamu görevlisi sıfatı sebebiyle hakkında soruşturma yapılabilmesi için izin veya karar alınması gerektiğinden bahisle durma veya düşme kararı verilemez. Devam eden soruşturmalarda, yani henüz davaya konu edilmeyen soruşturmalarda, yukarıda belirttiğimiz iki istisna dışında kamu görevlileri için soruşturma yapılabilmesi için izni veya karar alınması gereğine dönülüp, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi uyarınca hukukilik denetimi yapmakla görevli yargı erkinin bu yetkisi kısıtlandığı halde, TMK m.10 yürürlüğe girinceye kadar açılan kamu davalarında ise bu kısıtlamaya başvurulmamış ve muhtemelen buna gerekçe olarak da davaların Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılması düşünülmüştür. Bu gerekçe isabetli olmayıp, “eşitlik” ilkesine aykırıdır. Esas itibariyle bu noktada yanlış olan, “hukuk devleti” ilkesine aykırı olarak kamu görevlilerinin fiilleri ile ilgili hukukilik denetimine getirilen sınırdır.
13- Geçici 2. maddenin son fıkrası, TMK m.10 ile kurulacak ve görevlendirilecek uzman, bize göre özel yetkili mahkemelerin, CMK m.250 ile kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yerine kurulduğunu ve bu mahkemelerle aynı yargı yetkisi ve benzer yargılama usullerine sahip olduğunu kabule yeterlidir.
Tüm bu eleştirileri yapsak da, şu an için Kanun kabul edilmek suretiyle yeni yargılama düzenine geçilmesi süreci başlamıştır. Bu ara dönemde en azından tutuklu şüphelilerin durumu dikkate alınarak, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yeni bölge ihtisas mahkemelerinin en kısa sürede oluşturulması, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yargılama faaliyetine katilacak olan yeni özel yetkili savcı ve hakimlerin görevlendirilmeleri isabetli olacaktır. Aksi halde, bu ara dönemde tutuklu şüpheliler bakımından ciddi sorunlar ve gecikmeler yaşanacaktır. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, Türk Hukuku’nun belki de ilk defa karşılaştığı bu yargılama karmaşasını bir an önce ele alıp düzeltmelidir.
Bu yazıyı kısa ve net bir şekilde kaleme almaya çalışacağım. Meselenin duygu içeren ve insani tarafları olsa bile, elbette “hukukçu” kimliğimi de elden bırakmayacağım.
Önleme araması; henüz suç işlenmeden yapılan, suçun işlenmesini önlemek, güvenliğin, kamu düzeni ve barışının bozulmamasını sağlamak, kişi hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla somut gerekliliğin ortaya çıktığı durumlarda Anayasa m.20/2’ye göre başvurulan bir tedbirdir.
Kanun koyucu; internet yayıncılığında gerçekleşen gelişmeler, Anayasa m.26 gereğince internetin düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yolu sayılması ve Anayasa m.28 ile güvence altına alınan basın hürriyetinin kapsamına girmesi, internet yayıncılığının hukuk kurallarına ihtiyaç duyması, interneti kullananlar ve internet kullanımından etkilenenlerin hak ve hürriyetleri ile sınırlamaların neler olduğunun tayin edilip netleştirilmesi amacıyla yasal düzenlemeye gidilmesini öngörmektedir.
© Tüm hakları saklıdır.