Bir köşe yazarı, gazeteci ya da yazar çok ünlü olabilir, hatta Nobel Edebiyat Ȍdülü ya da gazetecilik ödülleri kazanmış olabilir. Ȍyle bile olsa ölçü, ne ün ne de ödüllerdir. Tek bir ölçü vardır: o da bir okurun birey olarak, yazarın yazdıklarından hoşlanıp hoşlanmamasıdır. Bir okur, Dostoyevski ya da Tolstoy’dan bile hoşlanmama hakkına sahiptir. Bu çerçevede, bazı köşe yazarları ile ilgili düşüncelerimi, bir yazar olarak değil, daha çok bir okur olarak ortaya koyuyorum.
İslami bir tandansa sahip olan Ahmet Hakan, uzun zamandır “yeni mahallesinde” yazıyor. Televizyon ekranlarında meşhur olmuş, sonra köşe yazmaya başlamıştır. Aslında yazıları kendisini okutuyor, akıcı, fakat içerik ve derinlikten yoksun. Arasıra şarkıcılara, türküculere, dizi oyuncularına ve paparazzi dünyasına yönelik yazılar yazar, onlarla ilgili iddialarda bulunur. Böylece belki de daha çok okunur ve popüler olmaktadır. İslami geçmişine sık sık göndermelerde bulunur, fakat artık “eski mahallesinden” aforoz edilmiştir. Aslında bence, kendisini ne islamcılar, ne solcular, ne de kemalistler sever. Farklı yazılarına bakarsanız onu solcu, islamcı ya da kemalist zannedebilirsiniz.
Kankası Ertuğrul Ȍzkök, yayın yönetmenliğinden alınınca bir süre tedirgin oldu ama, patronu Aydın Doğan’ın, “Sen aynen böyle devam et.” demesiyle rahatladı.
Bir de iki resim arasındaki yedi fark gibi, kendi görüşlerini maddeler halinde sunmayı sever. Zaman zaman cesur çıkışlar da yapar. Gittiği mekanları yazmayı sever. Bazen sinema dünyası ve yeni filmler hakkında yazılar yazar. Yine de birçok köşe yazarından daha sempatiktir. Eski Akşam gazetesi yazarı Oray Eğin’le yaptığı bir telefon konuşmasında, Aksam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya için, “Yarın İsmail’in anasını ...” dediği iddia edildi ve bu görüşme gazetelerde yayınlandı, Hakan, bu konuda sessiz kalmayı tercih etti.
Ertuğrul Ȍzkök, “Türk basınının amiral gemisi” de denilen resmi ideolojiyi savunan doğrultuda yayın yapan yayın organlarının en büyüğü olan gazetenin 20 yıl genel yayın yönetmenliğini yapmıştır. Turgut Ȍzal ile arası iyiydi, hatta o dönem kendisine “Ȍzköşk” derlerdi. Yazılarında şaraplardan, cinsellikten söz eder ve kendisinin ne kadar “beyaz türk” olduğunu sürekli övünerek vurgular. Aslında bence en büyük hatası kendisini entelektüel sanmasıdır.
Genel yayın yönetmenliğinden alındıktan sonra boş kaldı ve bir “nehir kıyısı” keşfetti. Buraya giderek geçmişte attigi manşetleri itiraf etmeye ve günah çıkarmaya başladı. Günah çıkardı, ama onu dinleyecek bir rahip kalmamıştı yanında. Bu yüzden örneğin Paris’e giderek, Ahmet Kaya’nın mezarına koyduğu çiçekler, Gülten Kaya tarafından haklı olarak çöpe atıldı. Günahları affedip affetmeme, kurbanlara ya da onların yakınlarına kalmıştır. Aslında o dönemler attığı manşetler yanyana konulsa, bence hiç affedilir bir yanı kalmaz. Bunlar arasında Ahmet Kaya için attığı manşet, “Vay şerefsiz!”hiçbir şekilde affedilemez. Yine Körfez krizi sırasında Meclis’te tezkerenin reddedilmesi üzerine, “411 el kaosa kalktı!” manşeti de büyük günahlarındandır. 28 Şubat manşetleri de meşhurdur: “Rektörler uyardı”, “Gerekirse silah bile kullanırız.”
Sık sık yarını bekleyemedim yazıları yazıyor, okura da “Ya aslında yarını beklesen de olurmuş.” dedirtiyor.
Kankası Ahmet Hakan ile hacca da gitmiştir. Yazılarında entelektüel bir derinlik bulamıyorum, ayrıca bir okur olarak yazıları bana akıcı da gelmiyor.
Belki yazacak daha sayfalarca materyal var bu konuda. Ancak yazmaya gerek yok. Yanında çalıştırdığı bazı gazeteci yazarlar onun kendisini “yüzde 20 gazeteci, yüzde 80 cambaz” olarak nitelediğini yazmışlardır.
En iyisi sözü Ertuğrul Ȍzkök’ün kendisine bırakmak. Bir yazısında ironi yaparak (!) kendisini şöyle tarif eder: “Bana gelince; Evet ben bir tarassut köpeğiyim. Gelen ağır tehlikeyi de görüyorum. ‘Ȍyleyse niye bağırıp haber vermiyorsun kardeşim’ diyeceksiniz. Allah kahretsin... Faranjit... Faranjit... Bağırıyorum ama bir türlü sesim çıkmıyor...” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20654005.asp)
Aslında köpek olmak ya da köpeğe benzemek kötü birşey değildir. Kötü olan, tasmalı olduğunu doğal birşeymiş gibi itiraf etmektir.