Farkında mısınız bilmiyorum ama sanal bir gerçeklikte yaşamaya başladık.
Mecaz değil ciddiyim.
“Hayatımız internette geçiyor” demeyeceğim, aksine diyeceğim ki, “Hayatımız ‘internet’e geçiyor” bu mühim. İnsanlık, tarihi ve bugünüyle, tüm kayıtları, kültürleri, iletişim şekilleri, gelenekleri, geleceğin tarihi olacak bugünün haberleri ile tıpkı Sümer tabletleri gibi sanal bir belleğe yazılıyor.
Özel zannettiğimiz yazışmalar dahil, aşıkların halini anlatan tabletler gibi ifşa olacak bir gün belki de; bizim tarihi arkeolojik buluntulardan okuduğumuz gibi internetten okuyacak sonraki nesil insanlık bizi… Siz nasıl yazardınız tarihi?
Nereden geldi aklıma?
Palmira ve İŞİD üzerine olacaktı bu yazı, bir sonraki yazıya kaldı o konu. Bugün o konuyu yazarken rastladığım videonun peşinden zihnim farklı düşüncelere süzüldü ve giriş yazısı bu oldu.
* * *
Videoda San Franciscolu bir sanatçı var. Yeni medya ve üç boyutlu modelleme sanatçısı Morehshin Allahyari, Irak’ta Musul Müzesi’nin ve içerisindeki anıtsal buluntuların IŞİD tarafından tahrip edilişinin video kayıtlarını görüyor. Tahrip edilen buluntuların bazılarını üç boyutlu modellemeye karar veriyor ve bu süreci El Cezire’nin haberinden paylaşılan videoda anlatıyor.
“Bu buluntuların yerinin doldurulabileceğini düşünmüyorum, yapmaya çalıştığım en azından onları olabildiğince aslına sadık şekilde yeniden yaratmaktı. Şiirsel bir biçimde bu projenin, IŞİD’in tarihi ortadan kaldırmak veya yeniden yaratmak isteğine karşı bir direniş biçimi olduğu fikrini seviyorum.”
Sözün kısası Allahyari, “İŞİD ile savaşında üç boyutlu yazıcı kullanıyor…”
Aktivist bir eylem olarak üç boyutlu replika; biblo veya heykel, ne boyutta kopyalanırsa. İlginç! Aklıma takılan sorular oluyor; Afganistan’da başlayan, Irak’da devam eden, Suriye’ye sıçrayan bu yağmaya dair videolar neden bugün sıkça dolaşıyor? IŞİD bu videoları neden çekiyor?
Ben de bir canlandırma sanatçısıyım, eğitimimi iki ve üç boyutlu modelleme ve canlandırma üzerine aldım. Uzun yıllar prodüksiyon alanında çalıştım, kamera, reji ve dijital medya olmak üzere ilgili sahaya azar azar hakimim. Paylaşmak istediğim bir gözlem vardı, bu yazıya kısmet ya da bu yazı vesileymiş.
Basına sunulan IŞİD görselleri gayet ustaca çekilmiş set fotoğrafları ve videolardır. Bu görsellerde hiçbir şey algı objelerinin önüne geçmez. Hatta sahneler adeta algıyı dağıtacak her tür gereksiz detaydan arındırılmış, iyi kadrajlarla, iyi ışıkta çekilmiştir. Mesela yukarıdaki videoda da kolayca görebileceğiniz gibi, karanlık ortamda çekilen görüntüde uygun yer ışıklandırılmış, uygun kadrajlar alınmıştır; görüntü hafif bir el kamerasıyla çekilmişçesine titremediği gibi ışık kaynağı da titrememektedir.
IŞİD videoları arkasında iyi bir set varmışçasına özenle çekilmiş, dramatik sahnelemelerdir adeta, beki de sırası geldikçe basına servis edilen.
Videoyu seyrederken bunlar geçti aklımdan… Projenin aktivist bir performans olmasının dışında, fikir de IŞİD görselleri için bir set formülü olarak da iyi geldi bu ışıkta… Heykellerin tahrip edildiğinden eminiz lakin, sanal bunlar diyerek ileri gidecek değilim, ama yukarıda söylediğim doğrultuda, ben eserleri arşivlemek isteseydim üç boyutlu sette halleder internette arşivlerdim. Dolayısıyla sanal müze projesi olarak da benim ilgimi çekti videonun içeriği… Bunları düşünüyordum ki video da sonuna yaklaştı.
Sanal bir gerçekliğe kopyalıyoruz hayatımızı. ‘Sanal gerçeklik’, ama kime göre sanal? Ya da gerçek gerçeklik yeterince hakiki mi?
İnternet apaçık bir bağımsız platform olduğu gibi, tüm sosyal medya, mesela Twitter kullanıcıları birer bağımsız haberci, birer bağımsız meclis, birer fikir adamı değil mi? Kitle erişimi güç oranında değil mi? Bunun düpedüz gerçek veya bir başka gerçeklik olduğunu kim inkar edebilir ki?
Allahyari’nin ürettiği her heykelin içerisine gömülü bir de hafıza kartı var. Bu kart orijinal heykelin tarihine dair bilgiler içeriyor. Yaşamlarımızın öncesinin ve ötesinin bilgisini taşıyan bir tohum veya ruhumuz hatta hücremiz gibi adeta…
Fukushima’nın ardından kaydedilmiş bir foto-belgesel geldi sonra aklıma; radyoaktiviteden kavrulmuş, terk edilmiş evler ve kütüphanelerde sağlam kalmış milyonlarca fotoğrafın fotoğrafları… Büsbütün geçmekte olan geçmiş bir kültürün geride kalabilen hatırası…
Bu çalışmayı gördüğüm zaman çok etkilenmiştim. Japonların dalga konusu olacak derecede her şeyi kameraya kaydetmesiyle bilinir olması da anlamlı gelmişti bana. Düşünmüştüm; belki de yaşamımızın tekrar eden alışkanlıklarında tam da bu alışkanlıkların amacı gizlidir, ve belki insanın içi her şeyi önceden bilir… Bir kitaptan bir bölüm hatırlıyorum ardından:
“Ama libidonun yaşamsal bir kuvvet olduğunu söylemiştiniz; son eylemin sonucunda her taraf ölü bedenlerle dolu; bu haliyle libido yaşam gücünden ziyade yıkıcı bir şey olmuyor mu?” Diye sorar Manuel Bay Devlin’e …
“Harika gözlem Bay Cruz, aşk hem doğum hem ölümdür. Her doğum, her yaşam ölümün tohumunu taşır ve her ölüşte yeni bir doğuş vardır. Romeo ve Julliet’in ölümlerinden sonra, hatta Mercutio, Tybalt, Paris, Capulets ve Montague’in ölümlerinden sonra, anlamsız kinleri sona erer ve aşka yeniden doğarlar. Bu halde yaşam ölüm, ölümse yeniden doğuştur ve aşk hepsini/her şeyi kapsar.” *
Gün kıyamet gibi adeta. Velhasıl, insanlık tarihini yazıyor kapsama alanında; an be an yaşamımızın kaydı geçiyor internete, aşktan savaşa an be an. Tüm dünya kültürleri an be an; politika, diplomasi, tarih an be an…
Dünyayı Kapsayan Ağ (www) adeta Üçüncü Dünya Savaşı (WW3) öte yandan…
Siz nasıl yazardınız?
- Manuel and the Lady, Pedro C. López