Bu hafta başında New York Times ve BBC Türkçe servisinde AKP kanadından iki önemli figürün yazıları yayınlandı: Egemen Bağış’ın New York Times’da ‘Türkiye’nin Demokratik Yolu’ başlıklı yazısı ve BBC’de AKP MKYK üyesi sosyolog profesör Yasin Aktay’ın ‘Gezi Fenomenolojisi: Neye niyet, neye kısmet?’ başlıklı yazısı. Her iki yazının da kuvvetle vurguladığı ortak bir argüman vardı: Gezi eylemleri Türkiye’deki gelişen demokrasinin bir sonucudur.
Egemen Bağış şöyle diyordu: ‘Eğer yakın dönemde gerçekleşen barışçıl gösterilerin arkasında bir ana sebep yatıyorsa, bu, Türkiye’de canlı bir sivil toplumun ortaya çıkmasıdır, ki bu da bizim halkımıza sağladığımız olanaklar sayesindedir. Bunun ötesinde, ister çevre meseleleri için ister bireysel özgürlükler için olsun, demokratik yollarla seçilmiş bir hükümete karşı şiddete yönelmeden sergilenen protestoların, Türkiye toplumunun Avrupalı kimliğini kanıtlar nitelikte olduğuna inanıyorum’. Yasin Aktay ise ‘Doğrusu, ağaç ve çevre duyarlılığının bu kadar çok sayıda insanı harekete geçirebiliyor olması, Türkiye adına ancak gurur duyulabilecek bir şeydi’ diyor ama arkasından Gezi eylemlerinin başlangıçtaki iyi niyetinden saptığını dile getiriyordu.
Bu açıklamaların iki önemli özelliği var: Birincisi olayların başından bu yana ‘faiz lobisinin’ sözcüsü olduğu iddia edilen Batılı basın organları üzerinden Batı kamuoyu ile bir iletişim kurma, Batı’ya derdini anlatma çabası. İkincisi ise, yine sıklıkla dile getirilen ‘eylemciler vandaldır’ söyleminden ‘eylemler demokratiktir’ söylemine geçiş denemeleri.
Egemen Bağış’ın sözlerindeki tutarsızlıklara çok detaylı girmeyeceğim. Eğer eylemler barışçıl idiyse ve şiddete yönelmediyse neden polis vahşeti yaşattınız da 5 genç öldü, diye sormak lazım. İkincisi, eylemler Türkiye toplumunun Avrupalı kimliğini kanıtlıyor, diyor Egemen Bağış, ancak zaten temel sorun Türkiye toplumu değil demokratik olmayan Türkiye Devleti’nde. Ancak, asıl mesele şu: Egemen Bağış, hükümetin halka ‘sağladığı’ olanakların, eylemleri mümkün kıldığını söylüyor. Yani biz öyle bir demokrasi getirdik ki halk sokağa dökülebildi, diyor. Biz 11 Eylül’den sonra bütün dünyada gerçekleşen terör tutuklamalarının üçte birini bu ülkede yaptık, Çin ve İran’dakilerin toplamından fazla sayıda gazeteci tutukladık, üzerine de içkiyi kısıtladık da eylemler ondan çıktı, demiyor.
Bu yeni, ki bence içeriye değil ülke dışına karşı kullanılan, söylemi hükümet muhtemelen Brezilya hükümetinden feyz alarak kullanmaya başladı. Türkiye ile benzer zamanlarda benzer şekilde patlayan ayaklanma karşısında, Erdoğan ‘çapulcular’ derken, Brezilya devlet başkanı Dilma göstericilerle gurur duyduğunu söylemiş ve ‘gösterilerin büyüklüğü, Brezilya demokrasisinin gücünün kanıtıdır’ demişti. Tabi iki ülkede de polis şiddeti olayların başlamasına ve yayılmasına sebep olmuştu. Ancak Brezilya hükümetinin ılımlı, demokratik bir söylem, Türk hükümetinin ise sert uzlaşmaz bir söylem benimsemesi iki ülkedeki farklı siyasi durum ve stratejiler sebebiyleydi. Brezilya’da ayaklananlar ile hükümete oy verenlerin büyük ölçüde aynı kesimlerdi. Yani, Dilma hükümeti taviz vermediği sürece kendi oylarını daha da kaybedecekti. Türkiye’de ise hükümet, kendi tabanını yek pare tutabilmek ve kitle desteğini kaybetmemek için Gezicileri kutuplaştıran bir söylem takınmış idi.
Tabii, AKP hükümetinin bu stratejisinin baş figürü Recep Tayyip Erdoğan idi. Bu stratejinin riski ise toplumun Gezici olan yarısını sürekli teyakkuz halinde tutmaktı. Bu risk de gerçekleşti. Yani, bugüne kadar Recep Tayyip Erdoğan, Gezi hareketini canlı ve dinamik tutan belki de en önemli aktör oldu. Ne zaman hareket düşüşe geçse ve ne zaman Erdoğan (veya Vali ve İç İçleri Bakanı olmak üzere Erdoğan’ın has kadroları) sert bir şekilde konuşsalar, kitleler sokağa çıktı. Ancak görünen o ki AKP artık bu dinamiğin az da olsa farkında. Artık Recep Tayyip Erdoğan Gezicileri ve onların önemsediği şeyleri doğrudan hedef alan konuşmaları pek yapmıyor (en son kemirgenler çıkışını saymazsak).
Görünen o ki, AKP Eylül ayında büyük bir kalkışma olmasından gerçekten de çok korkuyor ve bunun olmaması için de söylemini yumuşatma arayışında - tabi kendi seçmeni nezdinde karizmayı düşürmeden. Aynı zamanda Mısır ertesinde, uluslararası güçler ile arayı da çok bozmaması gerektiğini, onlara ‘kendini anlatması’ gerektiğini de anlamış durumda. Hissetmiş olabilirler ki Yiğit Bulut fantezileri ile belki oylarını koruyabilecekler ama uluslararası siyaset yapamayacaklar. Dolayısı ile Gezi’nin ikinci ayı biterken belki de AKP’nin süreçteki ikinci fazı mı başlıyor, bunu yakında göreceğiz.