05 Eylül 2013

Gezi, AKP ve sınıf

AKP ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi olayları ve sonrası son derece sert ve uzlaşmaz bir tavır sergilediği malum. Hatta Gezi parkındaki protestonun büyük bir ayaklanmaya dönüşmesinde bunun etkisi olduğu de çokça kabul ediliyor. Peki AKP bunu neden yaptı? Ortada bir ölçüde ‘şaşırmışlık’, ‘kendine aşırı güven’ ve ‘şiddet uygulamaya alışmışlık’tan kaynaklanan bir ‘beceriksizlik’ olduğu doğru. Özellikle de olayların gerçekleştiği ilk hafta AKP’nin uyguladığı yoğun fiziki ve söylemsel şiddetin kökeninde bu var. Ancak, partinin uzun vadede bunu rasyonel bir siyasi strateji haline getirdiğini de söyleyebiliriz. Nasıl bir strateji ve amacı ne?

AKP ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi olayları ve sonrası son derece sert ve uzlaşmaz bir tavır sergilediği malum. Hatta Gezi parkındaki protestonun büyük bir ayaklanmaya dönüşmesinde bunun etkisi olduğu de çokça kabul ediliyor. Peki AKP bunu neden yaptı? Ortada bir ölçüde ‘şaşırmışlık’, ‘kendine aşırı güven’ ve ‘şiddet uygulamaya alışmışlık’tan kaynaklanan bir ‘beceriksizlik’ olduğu doğru. Özellikle de olayların gerçekleştiği ilk hafta AKP’nin uyguladığı yoğun fiziki ve söylemsel şiddetin kökeninde bu var. Ancak, partinin uzun vadede bunu rasyonel bir siyasi strateji haline getirdiğini de söyleyebiliriz. Nasıl bir strateji ve amacı ne?

AKP Gezi eylemcilerini itham ederek, aşağılayarak, kriminalize ederek, komploculaştırarak ve de en önemlisi ‘elitleştirerek’ kendi siyasi tabanını konsolide etmeyi ve var olan tabanını korumayı amaçladı. Ve de bunda büyük ölçüde başarılı oldu. Tabi bu stratejinin bir riski de vardı, Gezicileri de birleştirdi. AKP kendi kitlesini kaybetmemek için Gezicilere yüklendikçe, Geziciler diye bir şey de ortaya çıktı.

Gezi’nin başladığı Haziran’dan bu yana, bu stratejinin bir sonucu olarak Geziciler ve AKP’liler diye iki grup oluştu. Türkiye 1970’lerden bu yana hiç olmadığı kadar kutuplaştı. Biraz sosyolojinin terimleri ile konuşacak olursak, siyasi mobilizasyon sonucu iki faklı statü grubu ortaya çıktı.

Ne demek statü grubu? Weber’e göre statü, bir kişinin toplumdaki diğer kişiler karşısında sahip olduğu prestij, ayrıcalık ve saygının toplamı olarak görülebilir. Statü, o toplumda kimin daha güçlü olduğunu belirleyen en temel faktörlerden biri. Örneğin, doktor olmak, Amerikalı olmak, erkek olmak, size pek çok toplumda yüksek prestij getirir. Benzer statülere sahip insanlar da statü grupları oluştururlar.

Burada kritik şey şu: Bu tür statü grupları kendiliklerinden oluşmazlar. Yani erkekler veya doktorlar kendiliklerinden bu prestije sahip olmazlar. Statü grupları ‘yapılır’. Sıradan insanlardan güçlü insanlar yapmanın yolu da ait olduğunuz gruba ve onun ayrıcalıklarına giriş çıkışları sınırlamaktır. Yani bir toplumsal kapatma (social closure) gerçekleştirmektir. Belli  bir kimliğe belli bir güç kazandırmanın yolu, o kimliği erişimi kısıtlamak, bazılarını kabul ederken çoğunluğu dışarıda bırakmak, içeride kalanlara da belli ayrıcalıklar vermektir.

Weber’e göre statü grupları, diğer toplumsal gruplara, mesela toplumsal sınıflara nazaran cemaat (community) olmaya çok daha yatkındırlar. Ne demektir cemaat olmak? Bir gruba ait olduğunun bilincindeysen ve o gruba karşı bir aidiyet hissediyorsan, bir cemaatin parçasısındır. Biz Fenerbahçeliler diyorsan, biz Sivaslılar diyorsan, biz Robert Kolejliler diyorsan, biz Süleymancılar diyorsan, sen ve senin gibi düşünenler bir cemaatin parçası olursunuz. O noktadan sonra artık o cemaatin üyeleri bir kimlik ve aidiyet paylaşır, genellikle de değişen ölçülerde birbirini kollayıp desteklerler.

İşte Haziran’dan bu yana Türkiye’de gerçekleşen siyasi kutuplaşma iki statü grubunun, yani AKP’lilerin ve Gezicilerin oluşması anlamına geldi. Bunun Geziciler açısından bir pozitif bir de negatif yanı olduğunu düşünüyorum. Pozitif yanı, özellikle son bir sene içerisinde artan bir şekilde AKP’ye karşı muhalefet geliştiren Kürtler, kadınlar, Kemalistler, öğrenciler, taraftar grupları gibi faklı kesimlerin ortak bir Gezicilik kimliği altında bir tür siyasi cemaat oluşturması - bu bir siyasi hareket değil, ama bir ortak kimlik. Otobüste, hastanede, şirkette Gezici olduğunu anlayan insanlar birbirlerine sempati duyuyorlar, değil mi? Negatif tarafı ise, bu kimliğin, yani Geziciliğin, AKP’yi destekleyenleri dışlaması ve onları birleştirmesi. Yani, AKP’lilere ait cemaati de konsolide etmesi.

Bu negatif tarafın, riskin, ortaya çıkmasını asıl sağlayan şey, AKP’nin izlediği siyasi strateji: AKP, bu bahsettiğim AKP’liler-Geziciler cemaat farklılığını sınıfsal farklılık ile örtüştürme stratejisi izliyor. Yani diyor ki, Geziciler elittir, entel danteldir, AKP’liler ise gerçek halktır. Gezicilerin orta ve üst sınıfları, AKP’lilerin ise işçi sınıfını ve diğer yoksul kesimleri, alt gelir gruplarını temsil ettiğini iddia ediyor. Biliyoruz ki, bir insan topluluğundan cemaat yaratan en önemli şeylerden birisi ‘ortak öteki’dir, ‘ortak düşman’dır. AKP’nin kendi kitlesini konsolide etmek için kullandığı söylem Gezicilerin ‘halk iktidarına karşı bir komplo organize eden elitistler’ olduğu. Nasıl ki Gezicileri birleştiren ortak düşman AKP ise, şu anda AKP kitlesi olan yoksulları birleştiren, onları bir cemaat haline getiren de AKP’nin pompaladığı elitist orta ve üst sınıf Geziciler algısıdır. AKP, bir burjuva partisi olmasına, burjuvazinin çıkarlarını sonuna kadar temsil etmesine ve bunu yaparken hemen hemen toplumun tüm kesimlerinden destek almasına rağmen, kendisini Türkiye’de tarihsel olarak ezilenlerin partisi olarak sunmakta başarılı olmuş görünüyor.

Ancak, Gezicilerin ve AKP’lilerin sınıfsal kompozisyonuna dair bu farklılık sadece AKP’lilerin bir iddiası değil. Bir gerçeklik payı da var. KONDA’nın Gezi Parkı’nda yaptığı araştırmaya göre parktakilerin yüzde 56’sı üniversite ve yüksek lisans eğitimine sahip idi. Bu oran Türkiye için sadece yüzde 12.  Yani, Gezicilerin Türkiye’nin daha eğitimli ve orta sınıflarından geldiği bir vaka. AKP’nin yaptığı ise, bu sınıfsal farklılığı, olduğundan çok daha geniş ve kalıcı olarak lanse etmek. Buna karşı, bence Gezicilerin yapması gereken ise, Gezinin bu güne kadar var olan sınıfsal tabanını genişletmek olmalı. Gezi ayaklanmasına katılanlar sadece orta sınıflar değildi, özellikle Alevilerin ve Kürtlerin yaşadığı varoşlar kitlesel olarak katıldılar. Mesela, Gazi Mahallesi ayaklanmanın merkezlerinden birisi oldu. Ancak, bu ayaklanmanın sınıfsal kompozisyonunu çeşitlendirmek için yeterli değildi.

Yanlış anlaşılmasın. Bir ayaklanmanın ‘iyi’ bir ayaklanma olması için illa ki işçilerin köylülerin ayaklanması olması lazımdır demiyorum. Sadece orta sınıflar ayaklansaydı bile Gezi bizim için çok değerli olurdu. Türk orta sınıfların iktidara karşı barikatlarda çatışması bir rüyaydı, gerçek oldu. Türkiye demokrasi mücadelesi için bulunmaz bir aşama oldu. Buradaki başka iki sıkıntı var: Birincisi, ayaklanmanın getirdiği özgürlük ruhunun ötesinde, Türkiye’yi gerçekten demokratik ve eşitlikçi bir şekilde dönüştürecek, kalıcı bir siyasi hareket oluşturacak bir yapıda, işçilerin, köylülerin, yoksulların bulunması bir zorunluluk. En çok kaybedenler onlar, talepleri herkesi özgürleştirecek olanlar da onlar. İkincisi de, AKP, iki cemaat arasındaki, yani AKP’liler ve Geziciler arasındaki sınıfsal farklılığı abartıp kendi burjuva tarafını görünmez kılıp kendini halk,  Gezicileri elitler olarak konumlandırdığı için, Gezicilerin sınıfsal tabanını kısıtlı tutması, AKP’nin işine yarıyor. İşte AKP’nin bu sınıfsal kutuplaşma stratejisini bozmak için ise, yapılabilecek şeyler var.

Birincisi, Gezi farklı renklerin, kimliklerin, mücadelelerin ortaklaşması idi, değil mi? Kemalistler ile Kürtler beraber çatıştı, LGBT’ler için, kadınlar için, yüründü, Aleviler için yüründü, ama bugüne kadar Geziciler olarak, yoksullar ve işçiler için ne yaptık? Tekstil işçilerinin grevine giden arkadaşlar oldu, ya da darphane grevine, ama çok kısıtlı idi. Mesele, Gezicilere ait olan veya Gezicilere yakıştırılan sınıfsal tabanın dışına çıkacak hareketler yapmak. Mesela, Yeryüzü Sofraları veya esnafla beraber eylem düzenlemek böyle hareketlerdi ve Gezinin kitle tabanını genişletti. Ama mesela hepimizin gönlünü fetheden merdiven boyama eylemlerinin AKP tarafından yine ‘entel dantel’ faaliyet olarak kendi kitlesine sunulduğunu da gözden kaçırmayalım. Bu, merdiven boyama tarzı eylemler yapmayalım anlamına gelmiyor, ama bunlarla sınırlı kalmayalım.

İkincisi, bu kutuplaşmayı kırmaya ciddi katkıda bulunabilecek siyasi aktörler Türkiye’de mevcut. Bunlardan en önemlisi Türkiye’nin en önemli kitlesel işçi ve yoksul partisi olan BDP’dir. AKP ile işçiler ve yoksullar arasında rekabet edebilen tek parti de BDP’dir. BDP’nin ve Kürt hareketinin siyasi projesi olan Demokratik Özerklik de tam olarak Gezi hareketinin örgütlenme ve siyaset tarzıdır: Yerelden halk meclisleri ile katılımcı demokrasi modeli, üstelik de tüm Türkiye için. Dolayısı ile, Gezi hareketini varoşlara sokacak olan, BDP ve HDK’dir. BDP ve HDK’ye dahil sosyalist ve devrimcilerin varoşlarda geniş bir etki alanı var, yıllardır yürüttükleri mahalle faaliyetleri var, ve var olan bu faaliyetler üzerinden Gezi’nin yarattığı Forum formatı varoşlara, varoşların var olan mücadeleleri de şehir merkezlerine taşınabilir. Bunun kolay bir iş olduğunu söylemiyorum, ama demokratik özerklikten kastedilen bu idi ve bunun yapılabilir olduğunu düşünüyorum.

Üçüncüsü, seçimlerde Gezi’nin ne yapacağı şimdilik adaylar üzerinden konuşuluyor. Konuşulabilir de, ama hangi aday veya ittifaklar üzerinden olursa olsun, seçim çalışmasında Gezicilerin aktivist olarak mobilize edilmesi gerekiyor. Gezi’ye katılan yüzbinlerce insan, üç ay zarfında iyi bir siyasi network ve deneyim edindiler. Sosyal medya üzerinden adem-i merkeziyetçi bir şekilde harekete geçme kapasitesi oluştu. Bu kapasite seçimlerde aktive edilebilir, ki bu zaten forumlarda konuşulan bir şey. Hangi aday veya adaylar olursa olsun, kullanımı kolay seçim broşürleri hazırlanmalı, sosyal medyadan mahalleler ve günlere karar verilerek, Geziciler varoşlarda seçim çalışması yapmalı. Varoşlarda yaşayan ve Geziciler hakkında negatif bir izlenime sahip olan insanlara, Gezicilerin  Cami’de içki içen şımarıklar olmadıkları, özgürlük ve eşitlik için mücadele ettikleri anlatılmalı. Seçimler bunun için iyi bir vesile olabilir.

Eğer ki Gezi’nin sınıfsal tabanını genişletmek daha fazla gündeme alınırsa, bunlara benzer veya bunlardan farklı başka bir çok mekanizma ortaya konabilir. Daha fazla düşünmek ve denemek lazım. Aksi takdirde nasıl oldu da o kadar şeye rağmen AKP kitle desteğini yitirmedi diye ilerde şaşırmamak gerekiyor.

 

@yorukerdem

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özgür Özel’e çağrımdır: Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı ilan edin

Ekrem İmamoğlu, Erdoğan ile yarışırsa kazanır. Hem anketler hem kamuoyu algısı hem de kendisinin siyasi enerjisi bir siyaset sosyoloğu olarak bana bunu söylüyor

Karşı propaganda başladı: Muhalefet ne yapmalı?

Karşı propaganda kampanyasına karşı, karşı-karşı söylem geliştirmek muhalefetin işi. Burada ne denmeli üzerine bazı önerilerim olacak

Anksiyete ve eleştirellik krizinde bir muhalif seçmen

Seçimlere 3 ay kala, muhalif seçmenin bir anksiyete krizi yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Ve bu da, seçimi muhalefetin kazanacağı gerçeğini görmemizi engelliyor

"
"