10 Mayıs 2020

Amerika'nın İran 'Argo'ları

85. Akademi Ödülleri'ni toplayan film: ARGO

Filmseverlerin hatırlayacağı üzere, Ben Affleck'in yönettiği ve başrolünü oynadığı 2012 yapımı ARGO filmi, 24 Şubat 2013 tarihinde yapılan 85. Oscar Ödül Töreni'nde, en iyi film, en iyi uyarlanan senaryo ve en iyi kurgu dallarında büyük ödülleri alarak oldukça yüksek bir performans göstermişti. Oscar töreninin en ilginç yanı, Amerika Birleşik Devletleri'nin o dönem Başkanı Barack Obama'nın eşi Michele'in Beyaz Saray'dan törene canlı yayında katılarak yaptığı sürprizdi. Michele, yaptığı kısa konuşmada aday olan filmlerin izleyicileri hem ağlayıp hem de güldürdüğünü söyledi. Bu yorumda İran ve İranlılar için ciddi bir gerçeklik payı vardı.

4 Kasım 1979 tarihinde Tahran'daki ABD Büyükelçiliği'ne yapılan ve elliden fazla Büyükelçilik yetkilisinin rehin alındığı, altısının Tahran'daki Kanada Büyükelçisi Ken Taylor'un evine sığındığı olaylar üzerine kurgulanan filmde, CIA ajanı Tony Mendez, Kanada'lı film ekibi olarak tanıttığı altı Amerikalı diplomatı Tahran'dan kaçırmayı başarır. Diğer rehinelerin 444 gün sonra, 20 Ocak 1981 tarihinde kurtulduğu operasyonu yöneten Mendez, ülkesinin verdiği İstihbarat Yıldızı ödülünü, operasyonun gizlilik sınırı nedeniyle tam 18 yıl sonra, bu olayın kamuya açıklandığı 1997 yılında alabilecektir.

Oscar sonrası ARGO filminin aldığı ödüller ise İran'da ciddi bir tepki ve üzüntü yaratır. İran dünyanın gözüne bir kez daha istenilmeyen fotoğrafıyla sunulmuştur. Film, İran halkı dahil bir kısım izleyicisini gerçekten üzmüştür.

Ardından sorular gelecektir: Amerika-İran ilişkileri yıllar içinde nasıl bu hale geldi? Rıza Pehlevi'nin İslam devrimi sırasında kaçtığı İran'a iade edilmemesi sorunun tek ve gerçek nedeni miydi? Yirminci yüzyılın ilk yıllarında İran'da görev yapan İranlıların kahramanı iki Amerikalı kimdi? Son olarak, Musaddık'a karşı ilk CIA eylemi "Operasyon Ajax" neden yapıldı?

İşte Amerika'nın İran olayları, diğer Argo'ları.

Birinci ARGO

Howard Conklin Baskerville hakkında çok az Amerikalının bilgi sahibi olduğunu düşünüyorum. Tanıdığım Amerikalılarla İran üzerine yaptığımız sohbetlerde birçoğunun bu ismi duymadığına üzülerek şahit oldum. Baskerville hakkında, Lübnanlı yazar Amin Maalouf'un harika Semerkant kitabı hariç, Türkiye'deki kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlamadığımı söylemeliyim.

Baskerville ilk ARGO'muzun konusudur. Birinci ARGO, İran'ın en güzel şehirlerinden birinde, Tebriz'de geçer. Ölümünden sonra İran'da şehit mertebesine yükseltilen Amerikalı Baskerville, Princeton Üniversitesi 1907 yılı mezunudur. Din üzerine eğitim almasına rağmen, ilerde İran'da önderlik ettiği özgürlük mücadelesine Princeton'da aldığı "Anayasal Yönetim Esasları" dersinin ilham verdiği söylenmektedir. Baskerville, mezuniyetinin hemen ertesinde Presbiteryen Yabancı Misyon Kurulu'na başvurarak Princeton Din Seminerine katılır. Daha sonra kendisine verilen görevi kabul ederek, Tebriz'deki Memorial School of the American Presbyterian Mission ile sözleşme imzalar, iki yıllığına Pers İmparatorluğu'na gider.

O zamanki ismiyle Pers İmparatorluğu olan bugünkü İran, büyük bir sosyal değişim geçirmektedir. 1779 yılından beri hüküm süren Türk kökenli Kajar (Qajar) hanedanından Muzaffer al-Din Şah, 1906 yılında başlayan Anayasal devrim sonucunda kendi yetkisini sınırlayarak, seçilen meclisi onaylamış ve meşrutiyeti ilan etmiştir. Yeni Pers Anayasası Şah'ın yetkilerini kısıtlamakla kalmamış, basın özgürlüğünü de tanıyarak halkın çağdaş anlamda özgürlüğe kavuşmasını sağlamıştır. Ancak bu hürriyet dönemi çok uzun sürmeyecektir.

Şah 1907 yılbaşı günü ölür. Yerine geçen oğlu Muhammed Ali Şah, taviz vermeyen bir monarşisttir. Ülkede hakim Rus ve İngiliz emperyal güçlerine güvenerek monarşiyi tekrar ilan eder. Parlamentoyu 3 Haziran 1908 tarihinde kapatır. Kendisine karşı en büyük muhalefet Baskerville'in yaşadığı ve Azeri Türklerin ağırlıkta olduğu Tebriz'de gerçekleşir. Şah isyancılara Rus komutanların yönettiği ve çoğunluğunu Rusların oluşturduğu Cossack birlikleri ile saldırır. İlerde Pers İmparatorluğu'nun ismini İran olarak değiştiren Rıza Pehlevi de bahsi geçen Cossack birliklerinden birinde onbaşı olarak görev yapmıştır.

Howard Conklin Baskerville

Baskerville'in 1907 yılının sonbahar döneminde ders verdiği sınıfında 80 Müslüman ve 135 Hristiyan Ermeni ve Süryani öğrenci bulunmaktadır. Öğrencileri ile harika bir bağ kurmuştur. Ancak Tebriz'de çıkan olaylarda, yakın arkadaşı ve monarşiye karşı direnişin önderi Hüseyin Şerifzade'nin ölümünden derin bir şekilde etkilenir. 1909 baharında İran demokrasisi için gönüllü bir birlik oluşturmaya karar verir. Ders verdiği en son gün "Sınıfın penceresinin önünde oturup, aç insanların demokrasi mücadelesini tepki vermeden seyretmem mümkün değil" dediği söylenir. Baskerville birkaç gün sonra Tebriz'i savunanların yemek davetine katılır. "Savaştan nefret etmeme rağmen, daha iyi bir gelecek için, anayasal bir yönetim ve demokrasi için yapılacak bir mücadelede ölmeye hazırım" der. Yemekte alkış ve göz yaşları hakimdir. 

Baskerville, artık okuldaki günlerini ansiklopedilerde silah ve barut yapımı ile ilgili bilgileri araştırarak geçirmeye başlamıştır. Bu gelişmeler şehirdeki Amerikan Konsolosu Edward Doty'i endişelendirir. Doty, Baskerville'e eleştirilerini öğrencilerinin önünde yüksek sesle yapar. "Seni bir Amerikan vatandaşı olarak uyarıyorum...Senin bir ülkenin iç işlerine ve politikasına karışmaya hiçbir hakkın yok... Sen bir öğretmensin, devrimci değilsin..."

Baskerville'in cevabı çok net ve yalındır. "Hakları için çarpışan bu halkın mücadelesine tarafsız kalmam mümkün değil. Evet ben bir Amerikalıyım, bundan gurur duyuyorum; ama ben aynı zamanda bir insanım... Buradaki insanlarla aramızdaki tek fark benim doğum yerimin Amerika olması; bu da benim için hiç önemli bir fark değil..."

19 Nisan 1909 tarihinde Baskerville son akşam yemeğini Rahip Samuel Wilson ve eşi Annie ile yer. Birkaç saat sonra da kendi oluşturduğu gönüllü milis güçlerle buluşur. Tebriz yakınlarında onlara komuta eder. İsyanın ilk dakikalarında, bir kısım gönüllü cesaretini kaybeder ve kaçar. Baskerville savaşa heyecanla devam eder. Şehir surlarını geçerken keskin bir nişancı gözüne Baskerville'i kestirir. İlk kurşun başının hemen yanından geçer. Nişancı kısa bir süre bekler. Baskerville'in ikinci hareketinde onu göğsünden vurur.

Ölümünden sonra cenaze merasimi şehit mertebesindeki bir İranlıya yapılan ile adeta aynıdır. Binlerce insan Tebriz'de Presbiteryen kilisesine giden yolda cenazeye marş ve şarkılarla eşlik eder. Uğruna çarpıştığı Tebriz Parlamentosu'nun lideri Seyid Hasan Takizade mezarı başında yaptığı konuşmasında "Genç Amerikan ulusu, bu genç insan, Baskerville, genç İran anayasası ve demokrasisi için kendisini feda etti" der.

Cenaze töreninin hemen ertesinde Baskerville'in Minnesota, Spicer'da bulunan ailesi bir telgraf alır. Telgraf İran'dan gelmektedir. "İran, kıymetli oğlunuzun özgürlük uğruna verdiği mücadele sırasında kaybından büyük üzüntü duymaktadır. İran ve İranlılar, gelecekte O'nun ismini Lafayette'in Amerikalılar için ifade ettiği değerde saygıyla anacak, mezarına saygıyla sahip çıkacaktır." Mücadelenin öncülerinden Sattar Han, Baskerville'in tüfeğini İran bayrağına sararak, aileye gönderir. Ailesi gelen emaneti hüzünle açar. Yeni yüzyıla girerken sevgili oğulları çok uzaklarda bir ülkede demokrasi uğruna hayatını kaybetmiş, geride onlara acı ile hissedecekleri büyük bir gurur bırakmıştır.

Baskerville'in ölümünden 5 gün sonra Tebriz, Şah kuvvetleri ve Rus Cossack birlikleri tarafından ele geçirilir. Bu zaferleri çok uzun sürmez. Şaha olan tepkinin giderek büyümesi sonucunda, Baskerville'in ölümünden sadece 3 ay sonra 16 Temmuz 1909 tarihinde Şah azledilir. Parlamento toplanır, Anayasal düzen kurulur. İran demokrasiye doğru yürümeye başlamıştır. Kısa bir süre için de olsa, Pers İmparatorluğu'na demokrasi yeniden gelmiş, sükunet hasıl olmuştur

Baskerville, günümüz İran'ı için hâlâ önemli bir kişiliktir. İki devlet arasındaki keskin görüş ayrılıklarına rağmen, İran'da hâlâ demokrasi sembolü olarak saygıyla ve onurla anılmaktadır. Tebriz ve İran'ın birçok şehrinde onun adını taşıyan okullar bulunmaktadır. 2003 yılında İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Tebriz'de Anayasa Evi'nin hemen önündeki büstünün açılışını bizzat yapmıştır. Büstün üzerine Farsça "Howard C. Baskerville O bir vatanseverdi. Tarihimizi yazdı" ifadesi kazınmıştır. Tebriz'deki mezarına neredeyse her gün taze sarı güllerin bırakıldığı söylenir. Kısacası Baskerville, İranlıların Amerikan şehididir.

Howard Baskerville'in Ernest Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?" eserine ilham kaynağı olduğu söylenir. Kitabın kahramanı Robert Jordan da aynı Baskerville gibi Amerikalı bir öğretmendir. O da zalim diktatör Franco'ya karşı savaşta demokrasiyi arayan İspanyollarla birlikte çarpışmıştır.

İkinci ARGO

İkinci ARGO'nun konusu Tahran'da geçer. Yirminci yüzyılın başlarında İran'ı adeta iki parçaya bölen Rus ve İngiliz emperyal güçlerine karşı Pers Parlamentosu'nun önderleri, kendilerini bu durumdan kurtarmak için bir Amerikalıyı İran'a davet etmeye karar verirler. William Morgan Shuster, Baskerville'in ölümünden neredeyse iki yıl sonra 12 Mayıs 1911 tarihinde herkesin korku dolu anlar yaşadığı günlerde Tahran'a gelir. Parlamento Shuster'la 3 yıllığına anlaşır ve kendisini Pers İmparatorluğu'nun Hazine Genel Sekreteri olarak atar.

Hazinenin başına bir Amerikalının getirilmesinin arkasında, o günlerde İran için ilham kaynağı olan Amerikan özgürlük savaşı ve Amerika'nın anti-feodal, anti-sömürgeci bir ülke olması rol oynar. İran üzerindeki Rus ve İngiliz baskısı halkı yıldırmıştır. Shuster henüz 34 yaşında olmasına rağmen, bir zamanlar Amerikan kolonisi olan Filipinler'de Genel Vali (sonradan ABD Başkanı olacaktır) William Howard Taft'ın nezaretinde vergi sisteminin kurulması ve geliştirilmesi için çalışır. Daha sonra, 1899 yılında Amerikan – İspanyol savaşının hemen ertesinde, Küba'da Gümrük Hizmetleri İdaresine Müdür olarak atanır. Her iki görevinde de çalışkanlığı, hırsızlığa ve yolsuzluğa karşı çabalarıyla ün salar. Görevlendirilmesinden önce İran'a böyle bir çalışma için gideceğini hayal bile etmediğini yazdığı mektuplarda dile getiren Shuster, Washington'daki İran temsilcisi Mirza Ali Kuli Han'ın ısrarı ile görevi kabul eder.

William Morgan Shuster

İran'a vardıktan sonra, bu ülkeye gelen yabancıların yapmak zorunda oldukları bir kuralı bilerek ihlal eder. Çalışmaya başlamadan önce, ülkeyi 1907 tarihli İngiltere-Rusya ortak paylaşım anlaşmasıyla iki farklı etki alanına dönüştüren, adeta ikiye bölen Rusya ve İngiltere'nin temsilcilerini ziyaret etmez. Kendisinin sadece Pers Parlamentosuna karşı sorumlu olduğu görüntüsünü vurgulamak ister. Bu davranışı oldukça iddialı bir başlangıç yaptığının göstergesidir. Ülkede parlamenter sistem hakim olmasına rağmen Rus ve İngiliz güçler ve yandaşları, ülkenin resmi düzenini tanımamakta, kendi hakim güçlerinin varlığını her alanda hissettirmeye çalışmaktadırlar.

O dönemde Pers İmparatorluğu'ndaki kamu hizmetlerinin neredeyse tamamı belirli imtiyazlarla değişik devletlere dağıtılmıştır. Posta hizmetleri, gümrük gelirlerinin toplanması, demiryolu taşımacılığı gibi hizmetler değişik Avrupalı devletlere imtiyaz olarak verilmiştir. Şahın koruma hizmetlerini Rus Çarı'na bağlı Cossack birlikleri üstlenmiştir.

Atamasından birkaç gün sonra Pers Parlamentosu'nun önderleri Shuster'i Tahran'daki Atabak Sarayında ziyaret ederler. Shuster, ziyaretçilerine Filipinler ve Küba'daki deneyimlerinden bahseder. Bir toprak ancak ve ancak vergileme yapısının gücüyle ülke özelliğini taşıyabilir, der. Bu dönemde İran'da yaşayan iş birlikçi zengin toprak sahipleri arkalarını Rus ve İngilizlere dayayarak neredeyse hiç vergi vermemektedir. Shuster'in ilk talimatı 20 bin kişilik bir jandarma teşkilatının kurulması ve etkin vergi tahsilatına geçilmesi olur. Parlamento kabul eder ve jandarmaya eleman alımı başlar. Eğitilen ilk jandarma birliği, Rus etkisinin bulunduğu bir bölgede vergi vermeyenlerin mülklerini haczeder. Bu durum özellikle Rus Çarı 2. Nikola'yı çok kızdırır. Binlerce askerini İran'ın kuzeyindeki Rus üssüne göndererek, Parlamentoyu tehdit eder. Bandar Anzali'ye inen Rus birlikleri yapılan uygulamaların neden olduğu zararın tazmin edilmesini ve özür dilenmesini ister. İngiltere de benzer bir baskı uygulayarak güney İran'daki askeri birliklerini takviye eder. Gözdağı verir.

Shuster geri adım atmaz. İran halkının gerçek ve tek temsilcisinin Parlamento olduğunu kabul etmekte ve temsilcisi olduğu halk için yapılan çalışmalara, yabancı güçlerin baskısıyla son vermeyi asla düşünmemektedir. 9 Aralık 1911 tarihinde beklenen olur. Rus Büyükelçisi Parlamento'ya bir ültimatom vererek Shuster'in işine 48 içinde son verilmesini ve yeni bir yabancı atanmadan önce, Rus ve İngiliz temsilcilerinin onayının alınması gerektiğini hatırlatır. Yürekli Pers Parlamentosu Rusların istediği kararı almayarak adeta sonunu hazırlar. General Liakhoff komutasındaki Rus birlikleri Pers Parlamentosuna top ateşi açar. Rus ordusu Tahran'a yürür ve şehri işgal eder. Rus komutan Şah'ın yaşının henüz 14 olması nedeniyle, naibi Ahmet Şah'a Parlamentoyu feshetmesi için talimat verir. Parlamento feshedilir. Shuster halkın demokrasiye olan saygısını vurgulayan bir konuşma yaptıktan sonra, 9 ay süren başarılı çalışması ertesinde otomobiline binerek evine doğru olan uzun yolculuğuna başlar. Ülkesine döndükten sonra "Boğulan İran" başlıklı kitabını yazan Shuster, kitabının bir bölümünde üzüntüsünü şu ifadeyi kullanarak dile getirir: "Rusya ve İngiltere, başarmak için tüm gayretini sarfeden ve bunu gerçekten hakeden Pers halkını engellemek için her şeyi yapmaya hazırdılar."

Üçüncü ARGO

Üçüncü ARGO'nun konusu 1950 yıllarda Tahran'da geçer. Hikâyenin başlangıcı aslında çok öncelere, ondokuzuncu yüzyıla kadar uzanmaktadır. 1872 yılında Reuter Haber Ajansı'nın kurucusu iş adamı Baron Paul Reuter, o dönemin Pers İmparatoru Naser al -Din Şah'la buluşur. Şah'tan Avrupa'ya yapacağı ziyarete sponsorluk yapması karşılığında kendisine değişik alanlarda imtiyaz verilmesi sözünü alır. Şah'ın verdiği söz, halkın güçlü muhalefeti ve yönetimde hakim olan Rus baskısı ile yerine getirilmez. 1901 tarihinde bu defa Pers İmparatoru Muzaffer al -Din Şah, William Knox D'Arcy'e uzun süren bir müzakereden sonra altmış yıl sürecek olan bir imtiyaz verir. Ülkesinde neredeyse yüzyıl sürecek yeni bir soygun sürecine yol açar. 1.200.000 kilometre kare alanı kapsayan sözleşme, Rusların engellemesiyle oldukça geç imzalanır. D'Arcy Şah'a ek olarak 5.000 sterlin verince sorun çözülmüştür. Pers devletinin payı petrol gelirlerinin yüzde 16'sı olarak belirlenmiştir. Emsal ülkelere göre bakıldığında oldukça kötü bir anlaşma yapılmıştır.

William Knox D'Arcy

İngiltere'de doğan D'Arcy, babasının iflas ederek Avustralya'ya göç etmesi nedeniyle hayatının büyük bir kısmını yeni kıtada geçirir. 1882 yılında Avustralya'da üç ortağı ile birlikte kurduğu ve Ekim 1886 da Morgan Mount Şirketine dönüşen ortaklığın direktörü ve en büyük hissedarı olur. Şirketteki hisselerinin o günkü değeri altı milyon sterlin değerindedir. Bugünkü hesaplamalarla 673 milyon sterlin.

D'Arcy, Şah'ı ikna ederek 1901 yılında aldığı imtiyazla, Pers İmparatorluğu'nda petrol ve petro-kimyasalları üretecektir. İmtiyaz kapsamında petrol arama, depolama, pazarlama, doğal gaz ve diğer kimyasal ürünler de yer almaktadır. Ülkede, D'Arcy İmtiyazı olarak bilinen girişim, daha sonra Anglo-Persian Oil Company'e (günümüzdeki British Petrol -BP) dönüşecektir. Bu anlaşma sonrasında İngiltere'nin Pers İmparatorluğu üzerindeki stratejisi tamamıyla değişir. İngiltere için yeni bir koloni doğmaktadır.

Anglo-Persian Oil Company'nin Tahran'daki binası

Petrol aramaları 1908 yılına kadar büyük bir hızla sürer. Sonuç fiyaskodur. Şirket neredeyse iflas aşamasına gelmiştir. D'Arcy arama faaliyetlerinin hemen durdurulması talimatını verir. Arama ekibinin başındaki George B. Reynolds verilen talimatı almamış gibi davranarak, çalışmalarına umutla devam eder. Sonunda inanılmaz büyük bir rezerve ulaşır. Müthiş bir zenginliğin kaynağına erişilmiştir. D'Arcy sevinçle şirketin başına geçer. Abadan'da kurulan rafineri ve petrol boru hattıyla İngiltere'ye büyük bir kaynak akmaya başlar. İran üzerindeki İngiliz baskısı İkinci Dünya Savaşı'na kadar sürer. Bu arada önceki Şah'ları koruyan Cossack Birliği'nde bir zamanlar onbaşı rütbesiyle görev yapan Rıza, gösterdiği üstün başarılar üzerine yüzbaşı rütbesine terfi etmiştir. Rıza'nın yükselişi durmayacaktır. 1921 yılında Seyyid Ziyaeddin Tabatabai önderliğinde yapılan askeri darbe sonrasında Başbakanlığa getirilir. 1925 yılında ülkenin en güçlü adamı olarak Parlamentoyu zorlar, Şah Ahmet Kaçar'ı azlettirerek yerine kendisini Şah ilan eder. Şah Rıza Pehlevi 1935 yılında ülkesinin adını İran olarak değiştirecek ve yeni bir dönem başlatacaktır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman yanlısı tavır izleyen Şah Rıza Pehlevi, İngiliz ve Rus iş birliği sonrasında görevinden alınarak sürgüne gönderilir. Yerine 22 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Pehlevi gelir. İngilizler bu sayede petrol arama bölgeleri ve limanlarını güvence altına almış olurlar. Büyük savaş sırasında, yıllardan beri Rusya'ya ikmal merkezi konumu gören İran'a artık Amerikan askeri birlikleri girmiştir. Amerikalılar ülkenin güneyinde İngilizlere ait Trans-İran Demiryolunu kontrol altına alırlar. Savaş sonrasında İngiltere, İran yönetiminin petrolden aldığı payı denetlemesine izin vermeyerek, halk üzerinde büyük bir nefret uyandırır. Bu arada İran'a yeni girmekte olan Amerika'nın ülkeye bakış tarzı İngiltere'den farklı değildir. Basra Körfezi ve Arabistan'daki petrol rezervleri iştahlarını kabartmaktadır. Petrol aşkına düşen Başkan Franklin D. Roosevelt, Mısır'daki Büyük Tuz Gölü'nde ABD donanma gemisi USS Quincy'e davet ettiği Suud Kralı Abdül Aziz İbn Saud ile birlikte, 14 Şubat 1945 tarihinde, Sevgililer Günü'nde el ele fotoğraflar çektirir.

Musaddık, 1921'de Fars Eyaleti'nin valisiyken

İşin diğer ilginç yönü savaş sonrasında kömürle çalışan İngiliz savaş gemilerinin Churchill'in emriyle hızla emekli edilmeye başlanmasıdır. Yeni dönemde İngiltere'nin dünya üzerindeki konumunu düşünerek, donanmanın daha hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünen Churchill, sıvı yakıtla çalışan gemilerin hızla devreye girmesi talimatını verir. Bu karar, petrole verilen önemin daha da artığını gösterir.

Musaddık ailesi 1940'lı yılların başında

Bu gelişmeler sırasında İran'da milliyetçi ve reformcu bir lider, Musaddık seçimle işbaşına gelir. Musaddık arkasındaki güçlü parlamento desteği ile petrol imtiyazları konusunda halkının çıkarlarını sonuna kadar koruyacağını ilan eder. 1951 yılında bir kez daha seçildiğinde ülkesine ve halkına verdiği vaatler İngiltere'yi tedirgin eder. Truman'ın ABD Başkanlığı döneminde Amerikalı Demokratlar Musaddık'ı sempatiyle izlerler. Amerika'ya geldiğinde en iyi şekilde ağırlanır. Musaddık, Amerika dahil gittiği her yerde İngiliz petrol şirketi Anglo-Persian Oil Şirketinin millileştirilme nedenlerini anlatır. Gençlik yıllarından beri çektiği sağlık sorununa rağmen hiçbir zaman yılmaz, ısrarlı tavrını sürdürür, pazarlığa yanaşmaz.

Musaddık'ın başbakan seçildiği 1951 yılından bir fotoğrafı

Ancak sonraki yıllarda Amerika'da olan olmuş, Demokrat Parti seçimi kaybetmiştir. ABD'ye daha şahin bir yönetim hakimdir. İkinci Dünya Savaşı kahramanı Eisenhower artık ABD Başkanıdır. Amerika, Musaddık'ı devirip, devirmemek konusunda başlangıçta tereddüttedir, bir karar almaz. Ancak, Beyaz Saray'da yeni Başkan Dwight D. Eisenhower, daha sonraları Washington DC'nin en önemli havaalanına ismi verilen Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'in etkisi altında farklı bir yola girmeye başlamıştır.

İran'da ise işler hızını kaybetmeden sürmektedir. 1953 yılında yapılan referandum sonrasında parlamento feshedilir ve yapılan seçimde halkın yüzde 99,9'u Başbakan Musaddık'a tam yetki verir. İngilizler Musaddık'ın yeni güçlü konumunu düşünerek İran limanlarını bloke ederler. Ülkenin dış dünya ile ticari ilişkisini koparmaya çalışırlar. Halk ülke içinde daralan mal ticareti ve ambargonun etkisiyle ciddi sıkıntı çekmeye başlamış, yönetime karşı kıpırdanmalar az da olsa kendisini göstermeye başlamıştır. Musaddık hemen karşı hamlesini yapar. Son bir çabayla ülkedeki bütün İngilizleri sınır dışı eder. İngiltere'nin ambargosu nedeniyle dünyaya petrol satışında zorlanan İran, bu defa rafineriyi işletecek uzman personeli olmaması nedeniyle ciddi bir dar boğaza daha girmiştir.

Durumdan faydalanmak isteyen İngiltere, istihbarat kaynağı da olmayınca Musaddık'ı devirmek için Amerika'dan destek istemek zorunda kalır. İngiltere'nin, Senatör Joseph McCarthy gibi sosyalist-komünist avcılarının hakim olduğu Amerika'da Musaddık'ı komünist isyancı olarak suçlayıp, Amerikan yönetiminden destek istemesi ve onları ikna etmesi hiç de zor olmayacaktır.

1953 yılının Mart ayında Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, küçük kardeşi Allen Dulles'in başında olduğu CIA'e talimatını verir. Allen Dulles bu iş için 1 milyon dolar bütçe ayırır. CIA'in Yakın Doğu ve Afrika Şefi Kermit Roosevelt, Ajax Operasyonu için görevlendirilmiştir. Bu operasyon CIA'in ilk yurt dışı operasyonudur.

1953 yılında Musaddık uzun süren mücadelesinden sonra yenik düşer. 22 Ağustos'ta tutuklanarak yargılanır. Hastalığına rağmen ülkesinin milli varlığını korumak için yaptığı amansız savaş, istediği şekilde sonuçlanmamıştır. 1951 yılında Time Dergisi tarafından yılın adamı seçilen Musaddık sonunda üç yıl hapis cezasına çarptırılır. 5 Mart 1967 tarihine, ölümüne kadar Ahmadabad'daki evinde göz hapsinde tutulur.

Bu arada, Operasyon başlarken Musaddık'ın görevden alınma kararını imzalayıp, Roma'ya kaçan Şah Pehlevi, CIA Başkanı Alan Dulles'in de bulunduğu özel bir uçakla Tahran'a ülkesine geri döner. 

Üçüncü ve son Amerikan ARGO'su, Oscar ödüllü filmin konusunun başlangıç bölümünü oluşturmaktadır. Dulles kardeşlerin operasyonu Musaddık'ın sonunu getirmiş, İran halkının gözünde Amerika'yı onarılamayacak kadar kötü duruma düşürmüştür. 

CIA'in Tahran Bölge Başkanı Roger Goiran'ın, Operasyon Ajax'ın İran üzerindeki Amerikan imajını uzun dönemde çok olumsuz yönde etkileyebileceği yönündeki uyarıları dikkate alınmamış, aksine Goiran da görevinden olmuştur.

Operasyonu yapan Kermit Roosevelt, Küba, Porto Riko ve Filipinler'deki İspanyol yönetimlerini devirerek ele geçiren Amerikan'ın eski Başkanı Theodore Roosevelt'in torunudur. Musaddık'ı devirmek için 19 Haziran 1953 tarihinde İran'a sahte bir pasaportla girmiş, ülke içinde birbirlerine karşı farklı siyasi grupları çaprazlama destekleyerek, büyük bir kargaşa yaratmıştır. Musaddık sadece devrilmekle kalmamış, operasyon sırasında muhafazakar bir ülkede yaşayan medeni bir insana yapılabilecek en büyük iftiralara ve aşağılamaya muhatap olmuştur.

ARGO'ların üçüncüsü, Amerika'nın İran üzerindeki bugünkü yansımasını anlatmaktadır. Elçilikteki kurtarma operasyonuna isyan eden İran halkı, çok sevdikleri liderleri Musaddık'a 26 yıl önce yapılan, hiç unutamadıkları haksız operasyona tepkilerini dile getirmiştir.

Yıllar sonra Tahran'daki rehine krizinin çözümü için bir grup Amerikalı din adamıyla İran'a giden Profesör Thomas M. Ricks'e ziyaret sırasında gidilen camide bir İranlı temiz bir İngilizceyle herkesin merakla beklediği soruyu sorar: "Sir, Amerikanın bugünkü Baskervilleri nerede?"


Kaynakça

* RESET, Iran, Turkey and America's Future, Stephen Kinzer

* Strategic Vision, America and the Crisis of Global Power, Zbigniev Brzezinski

* Semerkand, Amin Maalouf

Yazarın Diğer Yazıları

Tarih tesadüfleri sever (II): Mehmed Memduh Paşa'nın Anılarında 31 Mart 1908 Olayı ve İkinci Meşrutiyet

Tarih tekrarları olduğu kadar, tesadüfleri de sever. Geçmişte yaşanan acı ve tatlı olayların aydınlattığı gerçekler unutulmaz, hatırda kalırsa bizleri, hepimizi hata yapmaktan alıkoyar. Tekrarlanan olaylar iyi olanlarla devam eder ve tarih güzel olaylara tesadüf eder

Bize mutluluğun GNP'sini hesaplayabilir misin, Kuznets?

Birçok sorunun dikkate alınmadığı milli gelir hesaplamaları ve bu değerlere göre karar veren yöneticiler -mali analistler- şirketler bizleri hâlâ yanlış yönetip, yönlendirmeye devam ediyorlar...

On dokuzuncu yüzyılda Kırım, Kazan ve Türkistan'da aydınlanma: "Cedidçiler"

"Tarih bir intihar notu değil, hayatta kalmamızı sağlayan uyarı kaynağıdır." Jeanette Winterson