SETA, AKP siyasetinin işaret ettiği yerden çalışan, parti tarafından sorunlu görülen alanlara yönelen ve bu alanlar üzerine raporlar yayımlayan bir “düşünce” kuruluşu. Örneğin, Erdoğan’ın kültürel iktidar meselesini gündeme getirmesinin ardından, “Türkiye’de mizah dergileri”, “Siyasi bir alan olarak Türkiye’de yayıncılık” raporlarını yayımlayan, sonrasında ise art arda birçok konferans düzenleyen SETA, AKP’nin entelektüel alandaki gücü olma iddiasını taşırken, bir yandan da partinin organik aydın ihtiyacını karşılamaya çalışıyor.
Ancak uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye “uzantıları” hakkında çıkan son raporlarının da gösterdiği gibi, bütün bu iddiaların süslediği vitrinin arkasında ancak gazetecilerin tweetleri üzerinden fişleme yapma kapasitesini haiz bir kurum var. Yani, iktidarın ciddi paralar akıttığı, ancak başarılı olamayan, bu başarısına kendi mahallesinin dışındaki insanları ikna edemeyen birçok iktidar kurumundan bir tanesi SETA.
SETA’yı ve onun da içerisinde bulunduğu iktidara yakın düşünce kuruluşlarını, doktora tezini muhafazakâr düşünce kuruluşları üzerine kaleme alan Dr. Öğr. Üyesi Umur Bedir’le konuştuk.
Son dönemde SETA çok öne çıksa da, birçok muhafazakâr düşünce kuruluşu var. Genel bir tablo çizebilir miyiz muhafazakâr düşünce kuruluşları hakkında?
Türkiye’de SETA dışında da pek çok muhafazakâr düşünce kuruluşu bulunmakta. Diğerlerinin ismini çok fazla bilmememizin nedeni bunlardan bazılarının isimlerini duyuramayacak kadar ufak çaplı olması, kendilerini siyaset üstü konumlandırmaları, faaliyetlerini sadece akademik alanla sınırlandırmış olmaları veya kamuoyunda görünür olmayı kendi amaçları ve vizyonları açısından sakıncalı buluyor olmalarıdır. Kimi muhafazakâr kuruluşlar kendilerini lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim ve seminer çalışmalarına vakfederken, kimileri ‘ilmi’ temelli olarak faaliyet göstermeyi ve güncel politikayla çok fazla içli dışlı olmamayı tercih etmektedir. AKP çizgisinde olmayan veya muhafazakâr dünya görüşünü benimsemesine rağmen parti siyasetine fazla bulaşmayan kuruluşlar da vardır. Hatta 15 Temmuz’dan sonra FETÖ ile bağlantılı olabileceği gerekçesiyle birkaç düşünce kuruluşu da kapatıldı. Ancak güncel siyasi konulara çok fazla müdahil olmaları, iktidar gücünü de arkasına alan büyük kurumsal yapılara sahip olmaları, medya ve karar alıcılarla çok yönlü ilişkiler geliştirmeleri sebebiyle, SETA ve Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) gibi muhafazakâr düşünce kuruluşları kamuoyunda daha çok bilinmektedir.
Bu kuruluşlarda çalışan uzmanların genel profiline bakacak olursak; çoğu dindar-muhafazakâr orta sınıf ailelerden gelmiş, Türkiye’nin iyi üniversitelerinde veya yurt dışında lisans ve lisans üstü öğrenimlerini görmüş ve akademik kariyere atılmış kişilerdir. Bu anlamda kendilerini muhafazakâr toplumsal katmanların organik bir temsilcisi olarak görmektedirler. Kültürel egemenliği elinde bulunduran eski Kemalist seçkinlere karşı muhafazakâr halk kitleleri içinden çıkan yeni kültürel seçkinler olarak kendilerini tasavvur ederler.
İsmail Çağlar, SETA’nın muhafazakâr bir fon havuzundan beslendiğini ifade etmiş. SETA'nın nasıl bir ekonomik yapısı var? Nasıl finanse ediliyor?
Muhafazakâr kuruluşların bir diğer ortak özelliği, faaliyetlerini ağırlıklı olarak mütevelli heyetlerinde bulunan muhafazakâr iş çevreleri tarafından sağlanan kaynaklarla ve çeşitli kamu kuruluşlarından gelen fonlarla finanse ediyor olmalarıdır. SETA bir miktar AB fonlarından da yararlansa da bu konuda liberal düşünce kuruluşlarının eline su dökemez. Ancak bu mütevelli heyetlerinde hangi şirketlerden temsilcilerin bulunduğunu, kurum ve proje bazlı olarak ne kadarlık bir kaynağa sahip olduklarını tam olarak ifade edebilmem mümkün değil. Muhafazakâr kuruluşlar bu konuda yeterince şeffaf değiller. Liberaller o açıdan daha iyi. SETA, 100 civarı çalışanı ve ABD dahil farklı ülkelerde temsilcilikleri olan oldukça büyük bir kuruluş. Think tankler arasında gördüğüm en ihtişamlı binaya sahipler ve anladığım kadarıyla Türkiye’de ciddi bir kaynak sıkıntısı çekmeyen ender kuruluşlardan biri.
SETA'nın da içinde olduğu bu muhafazakâr düşünce kuruluşları havuzu hangi işlevleri yükleniyor?
Düşünce kuruluşları salt bilimsel ve tarafsız bilgi üreten yapılar değildir. Pek çoğu çeşitli çıkar grupları, sermaye yapıları, siyasi partiler, savunucu gruplar etrafında örgütlenmişlerdir. Zaten Think Tank kelimesini doğrudan Türkçeye çevirirsek ‘Düşünce’ ve bildiğimiz zırhlı savaş silahı olarak tankın birleşiminden ‘düşünce tankı’ kelimesini elde ederiz. Kelime ilk olarak cephe gerisinde, savaşın gidişatıyla ilgili kritik kararların verildiği güvenlikli mekanları nitelemek için kullanılmış. Bu da düşünce kuruluşlarının, günümüzde de sürdürdükleri, entelektüel bir cephe savaşında düşünsel bir silah olma işlevine vurgu yapar. SETA’nın 2006 yılında kurulması da siyasi anlamda iktidarı elinde bulunduran AKP’nin ‘kendi’ entelektüel cephesini kurumsallaştırma ve tahkim etme çabasının bir sonucudur. SETA kurulana kadar AKP’nin gerisinde böyle bir kurumsallaşmış entelektüel yapı bulunmuyordu. Varsa da çok dağınık durumdaydı. Parti vizyonunu çizmek, söylemlerini ve siyasi programını belirlemek adına özellikle sivilleşme, demokratikleşme ve AB üyeliği gibi konularda liberal entelijansiyayla ve onun TESEV gibi think tankleriyle çalışıyordu. Ancak liberaller kısa süre için iktidar koalisyonunun bir unsuru olsalar da hiçbir zaman muhafazakâr hareketin organik bir bileşeni olmadılar. SETA ve 2009 yılında kurulan SDE gibi yapılar bunların yerini aldılar.
Antonio Gramsci her yükselen ekonomik sınıfın kendi entelektüel zümresini de ortaya çıkarttığını savunur. SETA ve ona benzer muhafazakâr düşünce kuruluşları da en temelde muhafazakâr burjuvazinin yükselişiyle paralel olarak ortaya çıkmış ve bir bütün olarak muhafazakâr iktidar bloğunun parçası olarak konumlanmıştır. Kaldı ki ne SETA ne de diğer kuruluşlar bunu inkar etmezler. Ayrıca herhangi bir düşünce kuruluşunun kadrosundaki isimlere, proje ve kurum fonlayıcılarına baktığınızda hangi siyasal yapılara ve ideolojilere yakın olduğunu çözümleyebilirsiniz.
Türkiye’de ve dünyada düşünce kuruluşlarının en temel işlevi hükümetler ve karar alıcılar için politika alternatifleri üretmektir. Bunlar çevre, eğitim, hukuk, sağlık, sosyal güvenlik, dış politika vs. gibi pek çok konuda olabilir. Yani önce bir toplumsal veya siyasal sorun tespit eder, bu sorunun nedenlerini analiz eder ve bu sorunun çözümü için neler yapılması gerektiğine ilişkin önerilerini sıralar.
Türkiye gibi siyasal sistemi dışarıdan gelecek önerilere kapalı, sıkı parti disiplininin olduğu bir ülkede, muhafazakâr kuruluşların amacı da yeni bir politika önermekten çok var olan hükümet politikalarını akademik ve bilimsel sosa bulanmış bir dille meşrulaştırmak oluyor. Tabi ki SETA’yı tamamıyla iktidara ve siyasal yapılara göbekten bağlı bir oluşum olarak da görmemek lazım. Sonuçta kendi yönetim kurulu ve kısıtlı da olsa özerk bir işleyiş yapısı ve mantığı var. Ancak ağırlıklı işlevinin bu ikincisinden yana olduğu da bir gerçek.
Yakın süreçte, SETA'dan siyasi ve bürokratik alanda önemli yerlere gelenler oldu Taha Özhan ve İbrahim Kalın gibi. Bu konuda nasıl bir işlev yükleniyor vakıf?
Verdiğiniz örnekler (ki bunlar yalnızca en fazla göze batanlar, örnekler çoğaltılabilir) SETA’nın bir diğer işlevini ortaya koymaktadır. Bu ise muhafazakâr iktidar bloğunun farklı alanlarında (medya, üniversiteler, kamu bürokrasisi, vakıflar ve siyasette) istihdam edilmek üzere ihtiyaç duyduğu vasıflara ve anlayışa sahip insan kaynağının yetiştirilmesi ve hazır tutulmasıdır. Bunun için SETA ve farklı muhafazakâr düşünce kuruluşları eğitim ve staj faaliyetleri de yürütmekte ve kısmen de olsa bu tür geçişkenlikleri desteklemektedir. Ancak elbette ki bu durum Türkiye’ye özgü değildir. ABD ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde düşünce kuruluşları ve siyaset arasında bu türden geçişler sıkça görülebilir. Örneğin Demokratlar’a yakın düşünce kuruluşu uzmanları bu parti yönetime geldiğinde kamu bürokrasisine geçer, farklı bir parti iktidara geldiğinde veya emekli olduklarında yeniden düşünce kuruluşlarındaki pozisyonlarına geri dönerler. Liberal demokrasilerde olağan bir durumdur ancak literatürde bunun teknokratik ve seçkinci bir oligarşi yarattığına dair eleştirel yaklaşımlar da vardır.
1 Kasım sonrası süreç SETA'da nasıl bir dönüşüme neden oldu? AKP içerisindeki kamplaşmalar vakfın iç yapısını nasıl etkiledi?
Aynı zamanda, SETA’nın kurulmasına öncülük eden Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin 1 Kasım’dan sonraki süreçte AKP’nin ana akım çizgisinden uzaklaşarak ‘küskünler’ adı verilen ekip içerisinde yer aldığı kamuoyunun malumu. SETA bünyesindeki pek çok uzman da özellikle Davutoğlu’nun çizgisine yakın kişilerdi. Davutoğlu Başbakan olarak göreve başladığında, bu kişileri Danışman ve Milletvekili olarak ekibine dahil etti ve teamül gereği SETA’dan istifa ettiler. Davutoğlu bizzat Erdoğan tarafından görevden alınıp kamplaşma ayyuka çıktığında SETA da doğal bir dönüşüm geçirmiş oldu. İstifalar sayesinde SETA, Davutoğlu çizgisinden Erdoğan çizgisine geçti. Tabi bu geçişin SETA’nın çalışma tarzına ve iç işleyişine nasıl yansıdığı ayrı bir tartışma konusu. Geçtiğimiz günlerde Murat Yetkin’in “SETA’nın kuruluşunu bilirim; İbrahim Kalın yönetiminde fena işler yapmazdı, zaman zaman bizler de katılırdık, ciddi çalışmalardı. Düştüğü durumla herhalde o da gurur duymuyordur” şeklindeki ifadesi belki bu konuda bir fikir verebilir.
Bütün bu bağlam içerisinde, SETA’nın son raporu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Düşünce kuruluşlarının bağlı bulundukları siyasal yapılar içerisindeki görevlerinden birinin rıza üretmek olduğunu söylemiştim. Ancak kritik olan ve düşünce kuruluşlarının sınırını belirleyen en önemli nokta şudur ki; düşünce kuruluşları Louis Althusser’in deyimiyle ideolojik aygıtlardır. Yani savunuculuğunu üstlendikleri iktidar yapılarının çıkarlarını güvence altına almak ve yaygınlaştırmak adına yalnızca entelektüel ve fikirsel mücadeleye girişirler. Düşünce kuruluşları bu anlamda, araştırma, analiz ve raporlama faaliyetleri yoluyla alternatif kamu politikaları geliştirir, kendi cenahının dünya görüşüne paralel söylemler üretir, başta siyasi karar alıcılar ve bürokratlar olmak üzere, medyayı, sivil toplumu, kanaat önderlerini, akademisyenleri ve halkın farklı kesimlerini da bu politikalar ve söylemler üzerinden ikna etmeye çalışır. Askeri ve polisiye tedbirler, istihbarat toplama ve yargılama faaliyetleri ise devletin baskı aygıtlarına özgü yöntem ve araçlardır. Bir düşünce kuruluşunun hükümet lehine bu tür faaliyetlerde bulunması think tank mantığı içerisinden bakıldığında bile bana oldukça trajik geliyor.
SETA’nın kamuoyunda çokça eleştirilen raporuna geçecek olursak; burada göze çarpan bu metnin format ve içerik olarak bir politika analizi raporundan ziyade, bir istihbarat ve fişleme raporuna daha çok benziyor olması, ki eleştiriler de ağırlıkla bu yönde. Rapor, sunduğu öneriler çerçevesinde bakıldığında açıkça bir hükümet veya yargı müdahalesini talep etmiyor. Ancak bu raporu onu hazırlayan kuruluşun devlet ve hükümet kanadındaki etkinliği ile birlikte düşünürsek bu yönde bir algı oluşturması doğal görünüyor. Ben böyle bir raporun ortaya çıkmasının AKP ve İktidar cenahı açısından bir hegemonya krizine işaret ettiğini düşünüyorum. Çünkü artık iktidar bloğunun rıza üretmekle görevli olan medyası, düşünce kuruluşları, sivil toplumu vs. artık bu işlevini yerine getiremiyor ve kendileri de uzun zamandır bunun farkındalar. Muhalefetle olan söylemsel ve ideolojik mücadelelerinde yeterince etkili olamadıkları için de hala ellerinde bulundurdukları devlet gücünden ve onun baskı aygıtlarından medet umuyorlar.
Rapor içeriği itibariyle de çok temel mantık hataları ve çelişkiler barındırıyor. Bir yandan uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye ‘uzantılarını’ sadece muhalefet kanadına yer vermekle ve yeterince çoğulcu bir yayıncılık anlayışı izlememekle suçlarken, TRT de dahil Türkiye medyasının neredeyse tamamının bir şekilde muhalefete kapalı olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Uluslararası yayıncılık ilkelerini ancak kendi işine geldiği noktada hatırlıyor.