Sahne 1 - 2010 Avrupa Kültür Başkenti
İstanbul Tophane'de üç ayrı sanat galerisi 20 kişilik fanatik bir grubun saldırısına uğramış. Tekbir getirerek galerileri basan grup, açılışa katılanlara biber gazı, cam şişe ve demir sopalarla saldırmış. Saldırılarda darp edilen onlarca kişi yaralanırken, durumu ağır olan 5 kişi hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmış.
Saldırıya uğrayanlar “Yanımızda bulunan polisler hiç müdahale etmedi. Onlardan yardım istedik ama bize ‘155’i arayın’ dediler” diye konuşmuşlar.
Polisler, olay büyüyüp, biber gazları ve sopalar ortaya çıkınca, saldırganları “yatıştırmışlar”. Şaşırdılar zahir; normalde herhangi bir grup, herhangi bir suç unsuru bulundurmadan, zararsızca eylem yapmaya kalkışsa, aynı biber gazları ve sopalar, anında, kendilerinden çıkar.
Olayın ertesi günü İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu, arbedeye ilişkin olarak açıklama yapıyor: ''Hiçbir işyerine bu şekilde bir saldırıyı kabul etmemiz mümkün değil''. İşyeri nedir Sayın Vali, onlarca insan varmış o sanat galerilerinde, masum insanlar hırpalanmış, dövülmüş ve taciz edilmiş, hangi işyerinden söz ediyorsunuz allahaşkına?!
Olayla ilgili 7 kişi gözaltına alınmış. Oysa hiç de sürpriz olmayan olay zaten uzun süredir, organize bir mahalle isyanı olarak, çoktan pişirilip buharlanmaktaymış. Tophanehaber.com adlı mahalle internet sitesinde yer alan 10 Ağustos 2010 tarihli şikayet yazısı, daha da önemlisi, yazının altına yapılan “sulogan”, “moderen değişime hayır”, “kovalım”, “tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!” yorumları ayan beyan ortada.
Hiçbir biçimde kabul edilemez; kendinden farklı kimliklere ve yaşam biçimlerine yönelik, vahşi ve lumpen bir toplu şiddet olayı ve kimlikleri belirsiz mahalle internet sitesinin takipçileri, bize başka bir bildiğimizi yeniden anımsatıyor. “Kalabalığın kimliksizliği” yanılsamasına sığınanlar, tek başına işleyemeyeceği korkunç günahları toplu halde, büyük bir rahatlıkla işlerler. Bununla yetinmeyip, bir de, yaptıklarını, o küçük beyinlerinde kıt akıllarınca meşrulaştırırlar.
Sahne 2 – Türkiye Cumhuriyeti Başkenti
Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne ait bir polis minibüsünde görev yapan iki polis memuru, Kurtuluş Parkı'nda el ele dolaşan, bank ve çimlerde oturan genç çiftleri Genel Bilgi Toplama'ya (GBT) tabi tutmuş, "Uygunsuz oturuyorsunuz" uyarısında bulunmuş.
Haberi de, okur yorumlarını da, ağzım açık kalarak Cumhuriyet’ten okuyorum. Yorumlar “bazı ahlaksızlar parklarda bademcik ameliyatı yapıyor, onlar her muameleyi hak eder” yozluğundan (ki bademcik ameliyatı denilen abuk tabirden dudak dudağa öpüşmek kast ediliyor sanırım, ben tam anlayamadım, ahlaksızlığımı mazur görün lütfen!), “türbanlılar da gülhane parkı’nda sevişiyor” gibi saçma sapan genellemelere, “polistir, hakkıdır”dan, “vatandaştır, her şeyi yapar”a, bir acaip yelpazede, med-cezirler yaşıyor.
Geçen gün, cümle lügatımıza “mahalle baskısı”nı, ne büyük isabetle sokmuş olan, saygın sosyal bilimci, Profesör Şerif Mardin, bir televizyon söyleşisinde toplumsal farklılıklardan; bir kişinin ya da bir duruşun tek bir kavrama indirgenmeden farklılıklardan beslenebileceğinden; muhafazakar görüşleri olan biri bazen ilerici kavramlara da yakın dururken, çağdaş ve açık görüşlü diğerinin bazı konularda son derece muhafazakar görüşler taşıyabileceğinden dem vuruyordu. Onu dinlerken de düşünmüştüm; bu çoklu duruş, ayrışmaya ve karşıtlığa, çarpık, temelden sarsılmaya hazır kumdan kalelere ve zorbalığa itilmez; aksine, bütün ve birleşik, evetli ve hayırlı, kabullenici ve saygılı bir potada erimeyi başarırsa eğer, işte o zaman, o ütopik, pırıl pırıl, aydınlık geleceği, kimse bizden uzak tutamaz!
Oysa şimdi, bu iki sahneye bakınca, beni, bir yandan cahil ve kör kalabalıklar, diğer yandan zaman zaman onları küçümseyip, dışlayarak, kendilerine duyulmasını istedikleri saygıyı onların “mahalle” yaşamlarına göstermeyen, yine de her ne olursa olsun, asla vahşet ve zorbalığı hak etmeyen “ötekiler”; devletin polis üniformasını, kendi ezik, sinik komplekslerine alet eden bilinçsiz zavallılar güruhu; olayın toplumsal ve ideolojik boyutlarının yanısıra, insan hakları boyutunu da es geçip, öylesine işyerlerinden söz eden, en hafif söylemle “ ihmalkar” valilerden bile çok; topyekün sürüklendiğimiz, itildiğimiz, bilene bilene yol aldığımız çatallı, engebeli yollar korkutuyor.
Beni hiçbir şeye ya da herhangi bir şeye evet/hayır diyenler değil, zorbalığı “evet”çilerle, kahramanlığı “hayır”cılarla bir tutan, at gözlükleri kızdırıyor! Açalım artık gözlerimizi, yalvarırım. Açalım ve duru bir akılla, bilgiyle, çözümcü bir metanet ve sükunetle bakalım etrafımıza…