Kalbimizin ve gündemimizin bir kısmı, 2 ayı aşkındır İran’lı bir kadınla dopdolu. Zaten son derece kuşkulu gözüken zina ve cinayet suçlaması nedeniyle bile değil, öncelikle kadın olduğu için cezalandırılan Sakine Aştiyani’den söz ediyorum...
Aştiyani, eşi öldükten sonra evlilik dışı ilişki yaşamak suçuyla hem yıllarca hapis yatmış, hem de 99 kırbaç ile cezalandırılmış. Yetmemiş, yerel bir mahkeme tarafından, ilişki yaşadığı kişinin, kocasının ölümüyle bağlantılı olduğu öne sürülmüş.
Yerel mahkemenin iddiası üzerine Aştiyani hem cinayetten hem de zinadan suçlu bulunup, taşlanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Daha sonra, Aştiyani’nin taşlanarak idamı (recm cezası) uluslararası öfke ve büyük tepkiyle karşılanınca ceza idama çevrildi.
Recme Karşı Uluslararası Komite (ICAS) ve İdama Karşı Uluslararası Komite (ICAE) Sözcüsü Mina Ahadi geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, Tahran Yüksek Mahkemesi'nin Aştiyani davasında yine bir karara varamadığını ve duruşmayı bu haftaya ertelediğini belirtti.
Bu arada, teokratik sistem, kendisini mahkemede savunma yürekliliğini gösteren insan hakları savunucusu avukat Muhammed Mustafa’yı, karısı ve çocuklarını da cezalandırdı. Hiçbir yasaya dayandırılmadan hepsi hapse atıldı. Avukat serbest bırakılınca, bilindiği gibi önce Türkiye’ye sığındı. İstanbul'da tutuklandıktan sonra serbest bırakılan Mustafa, şu anda Norveç'te bulunuyor.
Bu davayla uzaktan ilgili başka bir kadınsa, yine tümüyle haksız olarak cezalandırılıyor. Herhangi bir ücret talep etmeden davayı üstlenen Mustafa'nın eşi, baskı adına hala Tahran'da cezaevinde tutuluyor.
Gelin kabul edelim, ne yazık ki dünyada, bu kadın, bir kadın, birçok kadın, milyonlarca kadın zina için değil, cinayet, hırsızlık, soygun, terör adına değil, yalnızca, ama yalnızca kadın oldukları için, ayırımcılığa uğruyor ve çok daha şiddetle cezalandırılıyor.
Aştiyani’nin davası sürerken, İran basını iyice fütursuzlaşıp, Fransa’nın First Lady’si Carla Bruni’yi, Aştiyani’ye desteğini belirttiği için “Fahişe İnsan Hakları Protestosu’na katıldı” diye yaftalıyor. Bu talihsiz, anlamsız, gereksiz, üstelik mutlaka ileride ciddi diplomatik sonuçları olacak açıklamanın spektrumuna da, bilerek ya da bilmeyerek, davada Aştiyani’ye destek olan, recm cezasına topyekün karşı çıkan tüm kadınlar, Hillary Clinton’dan Condoleezza Rice’a, senden bana, tüm “hümanist fahişeler” katılmış oluyor!
***
Yeryüzündeki herhangi bir demokratik hukuk devletinde , herhangi bir suçun, yasaların öngördüğü şekilde, evrensel hukuk normlarıyla, insan haklarına uygun olarak cezalandırılması esastır. Ceza, kimsenin keyfi uygulama alanında olamayacağı gibi, keyfi itiraz kapsamına da girmez, giremez.
Şeriat kurallarına göre, recm cezasıyla karşılanacak tek suçtan, zinadan söz edilirken, diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerek. Şer’i hukukun ana dayanağı olan Kuran’a göre, zinanın iddia niteliği yeterli değil; birbirinden bağımsız, dört adet şahidin gözleri önünde olmuş olması (neredeyse olanaksıza yakın bir durum) gerekmekte. Bu durumda da, İran’da verilen recm cezaları yalnızca evrensel hukukun dışında değil, İslami referansların da tamamen dışında kalmakta.
Diğer yandan, insaniyet söz konusuyken sınırlar, doğu-batı ayrımları ve kısıtlar kalkar, ortada insan kalır. Bu da, insana karşı çağdışı uygulamalar söz konusu olduğunda, herhangi bir ulusa da, uluslararası insan hakları örgütlerine de, başka bir ulusun “iç işlerine” karışma olanağını tanır.
Benzer yaklaşımla, uluslararası insan hakları savunucuları, Türkiye’nin Aştiyani konusunda İran’a baskı yapması için kampanya başlattı. İnsan hakları, çevre ve dini özgürlükler konusunda eylemcilerin buluştuğu Uluslararası Avaaz Örgütü, tüm dünyayı Aştiyani’nin idamını durdurması için Başbakan Erdoğan'a mektup göndermeye çağırıyor.
Türkiye’nin, nükleer mücadele sürecinden bu yana, dünyanın tepkisini çekmek pahasına, kendisini konumladığı, “huzurlu komşu ilişkileri” klasmanından İran’la “en kanka” ilişki halleri bilindik.
Dolayısıyla Türkiye’nin, İran üzerinde uygulanacak herhangi bir yaptırımda kapısı ilk çalınan “Şirin Baba” olma durumu ayrıca düşündürücü.
Zira tüm dünyada, İran’a cezai uygulamalar ve insan hakları konusunda, “münafık ve ikiyüzlü Batı” olarak yaftalanmadan diplomatik önerilerde bulunabilecek tek ülke, işte bu konumlandırma nedeniyle Türkiye.
Ancak madem bunca “tavsiyesi kuvvetli” addedilen bir konum var, o zaman hassasiyetle, incelikle, hem uluslararası politik duruş, hem de insaniyet adına çok doğru kullanılmalı. Baksanıza, Sakine’ye sığınma sağlamaya hazır olduklarını ilk açıklayan, bilindiği gibi, Brezilya Devlet Başkanı Lula oldu ve salt bu açıklaması nedeniyle bile, uluslar arası platformda, son derece olumlu geribildirimler aldı.
Öyle ki, “İran’la basın üzerinden irtibata geçmenin ters etki yapabileceği değerlendirmesiyle başlatılan arka kapı diplomasisi”, bu dava söz konusu olunca, kanımca anlamsızlaşıyor.
Ankara’nın, Tahran Yönetimi’ne gönderdiği belirtilen “Yasalarınıza saygımız sonsuz. Zina suçu işleyen ülkenizde ölüme mahkûm ediliyor ve şu anda bütün dünyanın bakışları İran üzerinde.
İran’da yapılacak bir idam, şu anda ülkenin imajını çok olumsuz yönde etkiler. Eğer Sakine Aştiyani’yi Türkiye’ye gönderirseniz, biz kapılarımızı açarız” şeklindeki geçici çözüm mesajı, Türkiye’nin duruşunu, sadece İran’a değil, tüm dünyaya sergilemesi açısından hem yetersiz, hem yanlış kalıyor.
AB yolunda idam cezasını kaldırmış Türkiye’nin, daha da gecikmeden, İran’a, “Sizi diplomatik olarak en çok sayan ülkeyiz. Ancak idam cezaları konusunda, hele de recm cezasında, sizi köklü değişikliğe davet ediyoruz” diyebilmesi gerekiyor...