Sabır, içtenlik, kabullenme veya hoşgörü’ye en son ne zaman rastladınız?
Başbakan’ın “Ramazan sabrımız bitmiştir, artık savaş zamanıdır” içerikli, sınır ötesi operasyonun ilk sinyallerini verdiği açıklamasında mı?
Anneannenizin, diyelim ki sosyal medya ile ilgili yaptığınız bir espri sonrası, çok da anlamadan, ama “afacan torun söylüyorsa gülünesidir” kıvamdaki, tonton tebessümünde mi?
Orucunu açmak üzere masaya oturmuş, ezan okunmasını bekleyen bir arkadaş ile, oruç tutmayan, ama arkadaşının karşısında su içmek için sabırla aynı ezan sesine kulak veren bir arkadaşın, sıcak sohbetinde mi?
Hoşgörü ile pek sık karşılaştığınızı sanmam. Keza tahammül ile de.
Herkes sürekli tepki göstermek peşinde. Hatta tepki göstermek de neymiş, birbirinin tepkilerini, kendi iç gündemine göre ölçüp biçip, beğenmezse en acilinden gidişata el koymak derdinde.
Dinlemeden konuşmalar, okumadan yazmalar, anlamadan yaftalamalar ülkesinde, herkes ille de öteki’ni törpülemenin izinde.
Bir yazar köşesinde Somali’nin içler acısı durumu ile ilgili yazmış diyelim, yorum kutularından okurlar gürlüyor; vayyy ben sizden bugün şehitlerle ilgili yazmanızı beklerdim!
Gencecik fidanların boylarından aşan ülküler adına sürekli ölmesine ne denli üzüldüğünü, savaşın savaşı, düşmanlığın felaketi getireceğini dillendirmeye çalıştın diyelim, hiç beklemediğin bir dost seni şaşkınlıklara sürüklüyor; vayyy sen nasıl olur da böyle bir ortamda barışı düşünebilirsin!
Biraz olsun kafa dağıtmak için sosyal paylaşım sitelerinde takıldın diyelim, klavye aktivistleri hemen iş başında! Ya bıkmadan gönderdikleri yozdilli yazıları ille de “beğen” tuşu ile destekleyecek, ya “Unutmayacağız, unutturmayacağız! Şehitlerimiz için 1 saatte 1 milyon kişi olalım, haydi” türevi gruplarına, artık her ne yapılacaksa katılacak, ya da la havle çekip bu diyardan gideceksin.
Hem ortamda kalır, hem aynı telden çalmazsan, hele hele, amannn yarabbi, sosyal paylaşım sitesindeki profil resmini, en göstermelik kallavi olanından bir siyah kurdele ile değiştirmeyi filan unutursan, seyreyle gümbürtüyü.
Başımızdaki bin türlü bela sarmaşık gibi, büyüdükçe büyüdü. Gücümüzü farklılığımızdan alırız diyecektik, mümkün olmadı. Karşılıklı saygısızlık iyice aldı yürüdü.
Bu ülkenin başına gelmiş ender güzelliklerden biri, müthiş şair, harika çevirmen, 3 yetişkin çocuğun babası, bir güzel kadının 50 küsur yıllık kocası, nev-i şahsına münhasır barış çınarı Can Yücel’in mezarına saldırdılar. Datça’sı üzüldü, sevenleri ağladı, ailesinin içi yandı.
Hedef gösteren, çığırtkan, rezil medya dilinin kalemi kurusun; şarabı günah sayarken, mübarek günde mezar dağıtmayı sevap addeden şuursuz, pis maşaların elleri kırılsın diyorum. Böyle deyince, inançsızlıkla suçlanıyorum.
Şiirler okunsun, kahkahalar atılsın, şairin şerefine meyler çınlasın. Ama takvimler hangi ayı gösterirse göstersin, ailesi dışında herhangi bir kimsenin, birinin mezarına şarap dökmeyi üstüne vazife edinmesini de aynı derecede akıl dışı, işgüzar ve zevzek buluyorum. Böyle deyince, yobazlıkla itham ediliyorum.
İlle de birilerine yaranamıyorum. Ama olsun be Can Baba, olabildiğince yalansız yaşamaya çabalıyorum, gücüm yettiğince barışla!