Kendimi yıllarla değil, yollarla tanıdım.
Yazgıma insanlar kadar kentlerin de etkisi oldu.
Örneğin, 11 Eylül terörü New York’u vururken, benim kişisel yazgımın yönü, en dolambaçlısından, tümden değişti. Bir kenti arkada bırakma kararlarım, hep farklı fırtınaların gölgesinde, apayrı rüzgarların etkisinde gelişti.
Yüzü savaşa, soykırıma ve açlığa dönük, kara yazgılı coğrafyalarda doğmadığım için minnettarım. Çocukluk deyince aklına oyun ve şeker ve uçurtma gelebilecek denli şanslılardanım. Yine de, kimi zaman, yaşam döngülerini başkalarının ıstakalarına bırakmak zorunda kalanlardanım.
***
Kentlerle gönül ilişkim karmaşık...
Dingin Ankara’da çocukluk, uykusuz New York’ta erişkinliğe yolculuk.
Baş döndürücü İstanbul’da doya doya tekillik, özgürlükler diyarı Amsterdam’da aşk çarpması çoğulluk.
Nereden nereye…
Darbenin ve sıkıyönetimin karanlık gölgesi vurmuş, kaçamak oyunların ve “Tahdide tabidir” damgalı kitapların mutlu çocuğundan; yüzü hep Boğaz’a, köprülere ve kanallara dönük, su kenarı diyarların huzurlu yolcusuna...
Nasıl da büyüyüşüm, kendimi buluşum, sevdiklerine bağlı ama bağımsız duruşum...Yaşamımın aynasına bakınca, galiba en çok farklı kentlerin farklı takvimlerinde “ben" oluşum.
***
Bugün yine, bu defa çift kişilik yeni bir karar arefesinde, haritaların kesişimindeyim.
Eşimle birbirimizden güç, içimizden birer derin nefes aldık. Neresinin sıla, neresinin gurbet olduğu birbirine karışmış onyılların ayrılığından sonra, bu bahar, Ankara'ya dönüş kararı aldık.
Şimdilerde aklımızda bir dolu soruyla, tanıdık, yine de uzak bir kentte yepyeni bir yuva kurmaya koşuyoruz. Bir yandan yeni çoğalmalarla dolup taşarken, bir yandan ikibaşınalık keyiflerimizi yepyeni ortamlarda sürdürelim istiyoruz.
Her yeni bölümü sanki daha da ballanan, muhalif ve muhteşem Ankara dizisi Behzat Ç.'yi izledikçe, ayrı ayrı zamanlarımızın bölük pörçük Ankara keyiflerini bu defa da birlikte yaşamak üzere heves ettikçe, hele de ailelerimizin, kabına sığmayan tatlı sevincini duyup gördükçe, mutlanıyoruz.
Kebap 49'u, Hosta'yı, Bulka, Serender ve Leda'yı, Tunalı, Sakarya, Bilkent, Gölbaşı, Çankaya'yı, Sedir Mantı, Cafemiz, Ciğer 52, AOÇ’nin efsanevi kokoreçi ile mavi kutulu çiftlik dondurmasını düşündükçe acıkıyoruz.
Amsterdam'ın cümbüşünde keyfettikçe yeni baştan hüzünleniyor, bahar buralara bir türlü gelmedikçe, canını sevdiğim Akdeniz iklimine güneşleri erteliyoruz.
İnsanı gündemden ikrah ettiren gazeteleri okudukça; savaş yangınına körükle koşulduğunu görüp korktukça; sözümona demokrasi adına, otokrasiyi güngünden daha çok andıran gelişmelere baktıkça; uçsuz bucaksız ölümün bile ardından,
insanlar acımasızca ötekileştirilip yaftalandıkça; içimizi bolca karartıp kararımızı sorguluyoruz.
Bunca med-cezir içinde binbir bilinmezi düşünüp, sonunda, herkes gibi çaresiz, sermayeyi o bildik gemiye, en eflatunundan uçuş uçuş umut gemisine yüklüyoruz.
Kollarımız alabildiğine açık, fonda inceden misket havası...