Ergenekon ve KCK davalarında tutuklu olarak yargılanırken milletvekili seçilenlerin durumu tartışılırken dile getirilen yorumların önemli bir bölümünün, Anayasa ve ilgili yasaların kriz çıkaran hükümleri okunmadan yapıldığı anlaşılıyor. Yargı ciddi uygulama ve yorum sorunları içeren kararlar verse de, krizin temelindeki Anayasa ve yasa hükümlerini ihmal etmek, yaklaşık 30 yıldır darbe dönemi düzenlemeleri karşısında adım atmayan siyasetin sorumluluğunu görmezden gelmek anlamına geliyor.
Bu noktanın altını çizdikten sonra, 12 Haziran seçimleri öncesinde ciddi hukuki sakatlıklar içeren vetolara imza atan ve daha sonra geri adım atmak zorunda kalan Yüksek Seçim Kurulu'nun Hatip Dicle olayındaki durumuna ilişkin önemli bir noktayı ele alabiliriz.
Eğer Yüksek Seçim Kurulu, mazbatasını iptal etmeseydi de Hatip Dicle'nin milletvekilliği düşecekti! Bir başka deyişle, Dicle'nin milletvekilliğini YSK'nın önlediğine ilişkin yorumların Anayasa karşısında bir değeri yok.
Anayasa'nın ilgili hükümlerini adım adım izleyerek durumu irdeleyelim.
Anayasa'nın 76. maddesine göre, haklarında kesin mahkûmiyet kararı bulunmayan ve ilkokul mezunu olan herkes milletvekili adayı olabiliyor. Bir başka deyişle, tutuklu ya da tutuksuz olarak yargılanmakta olanların, haklarında kesinleşmiş bir hüküm olmadıkça milletvekilli adayı olmalarında bir engel bulunmuyor. Nitekim Hatip Dicle, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan tutuklu olarak, örneğin Sinan Aygün de tutuksuz olarak yargılandıkları halde milletvekili adayı oldular ve seçildiler.
Anayasa'nın 83. maddesi, milletvekili, yani “yasama” dokunulmazlığını düzenliyor. 83. maddeye göre “seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis'in kararı olmadan tutulamıyor, sorguya çekilemiyor, tutuklanamıyor ve yargılanamıyor.”
Dokunulmazlığa ilişkin bu genel hükmün iki önemli istisnası bulunuyor. Birisi, “ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri.”
İkinci istisna da, “seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla” Anayasa'nın 14 . maddesi kapsamındaki suçlar. Bu suçları kısaca “devlete, anayasal düzene, parlamentoya ve hükümete karşı” işlendiği öne sürülen suçlar olarak özetleyebiliriz.
Hatip Dicle, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan da, soruşturması seçimden önce başlayan ve dokunulmazlık kapsamı dışında tutulan bu suçlamalarla yargılanıyorlar. Dolayısıyla milletvekili seçilmeleri Anayasa'nın 83. maddesi uyarınca bu isimlere dokunulmazlık kazandırmıyor, haklarındaki dava durmuyor, tutuklulukları devam edebiliyor.
Milletvekilliğini sürdürme koşulları
Anayasa'nın 76. maddesi “milletvekili seçilme”, 84. maddesi ise “milletvekilliğini sürdürme” koşullarını belirliyor. “Milletvekilliğinin Düşmesi” başlığını taşıyan 84. madde, işte bu durumdaki milletvekillerine ilişkin önemli bir hüküm içeriyor. Maddede milletvekilliğini düşüren nedenler sayılırken “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur” hükmü dile getiriliyor.
“Milletvekillinin kesin hüküm giymesi”, milletvekilinin, seçildiği halde hakkındaki yargılamayı durdurmayan bir suçtan yargılanması anlamına geliyor. Güncel olayda Haberal, Balbay, Alan ve Aygün'ün durumları bu kapsamda bulunuyor. İşte bu durumdaki kişilerin milletvekillikleri, haklarındaki yargılama biterek “kesin hüküm giydiklerine ilişkin mahkeme kararının TBMM Genel Kurulu'na bildirildiği” anda sona eriyor.
Anayasa uyarınca bu bildirim üzerinde TBMM'nin herhangi bir tasarrufta bulunma yetkisi yok. Nitekim TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya paralel düzenleme içeren 136. maddesi de “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğine seçilmeye engel bir suçtan dolayı kesin hüküm giyen veya kısıtlanan milletvekili hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Genel Kurulun bilgisine sunulmasıyla üyelik sıfatı sona erer” hükmünü taşıyor.
YSK devreye girmeseydi...
Anayasal çerçeveyi böyle özetledikten sonra, 77 bin 709 oy alarak Diyarbakır Bağımsız Milletvekili seçilen Hatip Dicle'nin durumuna gelebiliriz.
Dicle Ekim 2007'deki bir konuşmasında “örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı ve mahkûm edildi. Yargıtay Dicle'ye ilişkin mahkûmiyet kararını 22 Mart 2011 tarihinde onadı.
Dicle'nin avukatları 15 Nisan'da Yargıtay Başsavcılığı'na “tashih-i karar” (karar düzeltme) başvurusu yaptılar. Başsavcılık, bu talebi 11 Mayıs'ta reddederek kesinleşen dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verdi. Böylece mahkemenin Dicle'ye verdiği 1 yıl 8 aylık ceza “kesinleşmiş hüküm” haline geldi.
Hükme ilişkin infaz dosyası, milletvekili aday listelerinin kesinleştiği tarihten sonra, 2 Haziran 2011'de Ankara 11. Ağır Mahkemesi'ne ulaştırıldı. Mahkeme “hükmün kesinleştiği” şerhini düşerek hükmü Dicle'nin adli siciline kaydettirdi ve dosyayı kararın infazı için İnfaz Bürosu'na gönderdi. Ancak İnfaz Bürosu, dosya 2 Haziran'da gelmesine karşın 9 Haziran'a kadar Dicle hakkında YSK'ya bildirimde bulunmadı. Kararı 9 Haziran'da öğrenen YSK, Diyarbakır İl Seçim Kurulu'nun Hatip Dicle'ye verdiği milletvekili seçildiğine ilişkin mazbatayı iptal etti. Bu karar üzerine milletvekili mazbatası, AKP'nin Diyarbakır'da 6. sırada aday gösterdiği, ancak aldığı oylar seçilmesine yetmeyen Oya Eronat'a verildi!
YSK milletvekili mazbatasını iptal etmeseydi Hatip Dicle'nin milletvekilliği devam edebilir miydi?
Hayır! Zira, Anayasa'nın 84. maddesine göre, hakkında kesinleşen hüküm TBMM Genel Kurulu'na bildirildiği anda Dicle'nin milletvekilliği kendiliğinden düşecekti. Aynı hüküm, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Engin Alan ve KCK davasında yargılanırken seçilen isimler için de sonuç doğurabilecek.
Bu görüşe karşı, dokunulmazlıkları düzenleyen Anayasa'nın 83. maddesindeki “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez” hükmü ileri sürülebilir. Ancak bu hüküm, dokunulmazlık maddesinde bulunuyor ve güncel tartışmaya neden olan suçlamalar dokunulmazlık kapsamına girmiyor. Diğer yandan maddede, “milletvekiline ilişkin ceza hükmünün yerine getirilmesi” için “dönemin sonuna bırakılır” denmiyor, “üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır” ifadesi kullanılıyor. Bu tür durumlarda üyelik sıfatının nasıl sona erdiğini de, yukarda ele aldığımız 84. madde belirliyor.
TBMM'de bir üyelik boşalsaydı...
Ancak burada önemli bir ayrım var. Eğer Dicle'nin mazbatası iptal edilmeyip de hakkında kesinleşen hüküm TBMM'ye bildirilseydi, burada iki olasılık ortaya çıkacaktı. Birincisi; Dicle'nin TBMM üyeliğinin düşmesiyle milletvekili sayısı 549'a inecek, AKP otomatik olarak yeni bir milletvekilliği kazanamayacak, çıkacak kriz Diyarbakır'da yapılabilecek bir ara seçimle yatıştırılabilecekti. Ancak bu durumda Anayasa'nın 78. maddesinin “Genel seçimden 30 ay geçmedikçe ara seçime gidilemez” hükmünün değiştirilmesi gerekecekti. Böyle bir anayasa değişikliği, tartışılan diğer seçeneklerden çok daha pratik bir olanak sunabilirdi.
İkinci olasılık ise, Dicle hakkındaki hükmün 12 Haziran seçimlerinden önce, 22 Mart 2011'de kesinleştiği belirtilerek saptanan “tam kanunsuzluk”la milletvekilliği yine iptal edilecek ve mazbata yine sıradaki diğer adaya verilecekti.
Anayasa Mahkemesi ne yapabilir?
Çıkan krizin, son anayasa değişiklikleri ile getirilen “Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru” yoluyla çözülebileceği, sistemin işleyişinin öne alınabileceği görüşüne gelince... Anayasa Mahkemesi de, bu yöndeki olası başvuruyu aynı Anayasa hükümlerine göre değerlendirmeyecek mi? Bir başka deyişle, Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'ya aykırı bir görüş ile karar inşa etmesi mümkün mü?
Hülasa, YSK devreye girmese de Hatip Dicle'nin milletvekilliği, hakkında kesinleşen mahkeme kararı TBMM Genel Kurulu'na bildirildiği anda düşecekti.
29 yıldır seyredilen darbe anayasasının seçimlere ve dokunulmazlığa ilişkin çifte standartlı hükümlerini, yargının doğru ya da yanlış o Anayasa'yı uygulamak zorunda olduğunu dikkate almadan yapılan yorumların hukuki bir değeri bulunmuyor...
13 SORUDA BALBAY VE HABERAL'IN DURUMU
SORU VE CEVAPLARLA HATİP DİCLE KRİZİ