İnsan, başkalarının felaketinde gizli bir teselli de bulur.
Orhan Miroğlu’nun Taraf’tan taammüden ayrılışını şahsi değil, ulvi bir gerekçeyle mazeretlendirmeye yönelik iddiaları üzerine medyada olan biteni izlerken insanların bu halini de düşündüm.
Eski “kartel”, yeni “kartel”, velhasıl iktidara müptela medya bunu hep yaptı; kendisi gibi olmayan yayınların başına gelenlerde hep bir teselli aradı. Ama, teselli aradığı yerde bir felaket yoksa, onu uydurmaktan da çekinmedi.
Beş yıl önce, Kasım 2007’de yayına başlayan Taraf gazetesi söz konusu olduğunda “felaket uydurmayan” cephe neredeyse kalmamış gibi görünüyor. Gazetenin arkasında “Fethullah Gülen cemaati”nin olduğu söylendi. Ancak Taraf, Wikileaks belgelerinden çevirilerle yaptığı özel yayına cemaati konu eden yazışmalarla başlayınca, bir “Pardon” duyamadık o cepheden.
Uzun süre “AKP destekçiliğiyle” suçlandı Taraf. Doğru gördüğü icraatıyla destekledi de AKP’yi. Ancak kendi bulunduğu yerden yanlış gördüğü her tavırda iktidarı, zaman zaman haber metinlerinde bulunmaması gereken bir üslupla, köşelerindeki sert yazılarla eleştirdi.
Nihayet Taraf, bu kez tam aksi tarafta, AKP’ye yakın muhafazakâr ve İslamcı medyanın hedefinde.
Türkiye gündemine, kelimenin tam anlamıyla damga vuran haberler yayımladı Taraf. Önemli hatalar yapmadı mı, elbette yaptı. Ancak yayınlarının altına çekilecek bir toplam çizgisi, Türkiye’deki toplam tirajın yaklaşık yüzde 1’ini ifade eden Taraf’ın, beş yıldır en etkili gazete olduğunu da gösteriyor bize.
Neden?
Birincisi; Taraf’ın, birçok şirketi bünyesinde barındıran bir grup çatısı altında, yaptığı işlerden dolayı gözünü iktidara dikecek bir gazete olarak kurulmamasıydı. Artık belli ki, Taraf patron müdahalesiyle yayın yapan bir gazete değil.
İkincisi; ilkiyle iç içe bir neden; Taraf’ı çıkaran ekip, bu ülkede medya için tabu olan hiçbir meselede elini tutmadı, sözünü esirgemedi. Misal; Taraf yayına başlayana kadar hiçbir gazete ve televizyon, çeyrek yüzyıldır süren PKK saldırılarında hayatını kaybeden askerlerin neden bütün olanaklara sahip ordu tarafından korunamadığını, komutanların çatışmalardaki ihmallerini sorgulamadı, sorgulayamadı.
Ve üçüncüsü; Taraf gibi bir gazete, elbette, böyle bir medya içinde, tirajı değil yüzde 1’i, binde 1’i bile ifade etse etkili olacaktı.
Biliyorum; bu satırlar çok itiraz alacak. Özellikle Ergenekon sürecinde “kesin hüküm” ifade eden bazı haberlerle çok sayıda insanın mağdur edildiğini söyleyenler olacak. Yer yer Taraf editörlerinin de kabul ettiği haklı bir itiraz bu. Ancak, Taraf’ın bazı yaklaşımlarındaki sorunlar, bu gazetenin Türkiye medyası içinde neyi ifade ettiğini görmemizi engellemiyor.
İdeoloji mi, çıkarsızlık mı?
Aslında konumuz Taraf değil, konumuz birbirine düşman cephelerin birbirinden nöbet devralarak bu gazeteye karşı yürütegeldikleri kampanya. Ve bu kampanyadan bize bir kez daha görünen medya.
“Türk basın kuvvetleri”nin Taraf'a karşı sağdan, soldan, ortadan ve nihayet içerden yürütegeldiği kampanyaya, Taraf hakkında ne düşünürseniz düşünün, sessiz kalabilir misiniz?
Medya söz konusu olduğunda gazeteciler ile yayın kuruluşlarının ideolojik-subjektif tercihlerinden önce, çok daha tayin edici bir noktadan hareket ediyorum ben; çıkarsızlık!
Bu yazının meselesi de burada başlıyor; çıkarsızlıkta. Orhan Miroğlu’nun, yaklaşık 6 bin vuruşluk yazısını kısaltmayı reddederek Taraf’tan ayrılması üzerine yapılan açıklama, yorum ve yayınlarda Taraf’ta bir felaket inşa ederek teselli bulma çabası okuyorum. Köşe yazıları için gazetelerdeki geleneksel ölçünün 3-4 bin vuruş olduğunu hatırlatarak devam edelim.
Miroğlu, “gazetenin internette yayımladığı” yazısının sansür edildiğini öne sürmekle yetinmeyip Taraf’ı ve Ahmet Altan’ı PKK propagandası yapmakla suçlayabildi.
Patronları hükümete yakın, dolayısıyla yöneticileri de aynı civara tayin edilmiş gazetelerin bazı köşelerinde, Miroğlu’nun iddiaları üzerinden, Taraf’ı PKK propagandası ve sansürle suçlayan yazılar yazılabildi.
Taraf'ın, gerçekte Taraf’ı boykot eden PKK’nın propagandasını yapma ve sansürle suçlanması iki alt okuma koyuyor önümüze.
Birinci okuma şu: “İhanet, terörist, taşeron” lisanı, haberciliğe karşı bu dönemin de ana dili oluverdi. Devlet bu zaferi bir kez daha kazandığına göre, on yıllardır olduğu gibi, bu devlet dilinin elbette bir medyası, medyasında borazanı olacaktı. Köşelerinde, manşetlerinde insan hayatına mal olabilecek yalanlara dayanarak PKK propagandası suçlaması yapanlar, neyin borusunu öttürdüklerini unutmasınlar.
İkinci okumaya gelince… Gücün, güçlerin medyası, sırf yaklaşımlarına katılmadığı için bir gazeteyi, o gazetenin genel yayın yönetmenini ve ailesini PKK’ya hizmet etmekle suçlarken aslında aynadaki görüntüsüyle kavga ediyor.
“Biz aslında kirliyiz” duygusundan kurtulamayanlar, kendisi gibi olmayana karşı, “Bakın onlar da kirli” gürültüsü yapıyor. Mahalle kültürü yaklaşımıdır bu; öne çıkanı paçalarından çekerek geriye doğru eşitlemek.
Çıkarsızlık meselesi burada önemli.
Taraf'ı seversiniz, sevmezsiniz, nihayet çalışanlarının mütevazı ücretlerini ödemekte zorlanan bir gazeteden söz ettiğimize göre, kim ne karşılığında kirleniyor acaba?
Sahi siz kaç paraya kirlendiniz? Gazetelerden televizyon kanallarına uzanan “harikalar dünyası”nda kazandığınız paralar size ne emrediyor?
İnsanların hayatına mal olabilecek beş para etmez iddialara tenezzül etmek için akıl vicdandan kaç paraya kurtuluyor, söyleyin?
Söyleyin; en büyük gerçek olarak itaat ettiğiniz Başbakan'ın zerresi kadar sahici olamamanın utancını adınıza bitişik olarak yazdırmanın fiyatı ne?
Kaçtığınız gerçeklerin sorularından vazgeçmek için, her türlü iktidara müptela olmak dışında nasıl bir sebebiniz olabilir?
Muhafazakâr medyada kıymetli isimleri tenzih ederek soralım; “Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor, iktidarla ilişkisi çok iğrenç” diyen Yeni Şafak yazarı İslamcı aydın Yusuf Kaplan'ın sözleri, nasıl bir tarifeyle bir kulağınızdan girip diğerinden çıkıyor?
Ve bir yazar ile ailesine karşı nasıl bir iştahla yeni Ogün Samast'lar sipariş edebiliyorsunuz?
Miroğlu'nun yıldırım nefreti
Pascal Bruckner “Aşk Paradoksu” kitabında (Yapı Kredi Yayınları) “yıldırım aşkı”na karşılık “yıldırım nefreti”nden söz eder. Orhan Miroğlu’nun, kendisini kamuoyuna açan Taraf için, Ümit Kıvanç’ın ayrılmasından sonra yazdığı övgüleri hatırlıyor musunuz? Miroğlu’nun, birkaç ay sonra “aynı” Taraf'ı, üstelik kurtlanmış bir devlet diliye suçlamasını, onlarca kez bıçaklanmış bir Taraf hayali eşliğinde yaşadığı “yıldırım nefreti”ne benzetiyorum ben.
Miroğlu; her neyse onlar, kişisel planlarıyla baş edemeyince üç şeye başvurmuş görünüyor. Önce, yıllardır yazdığı gazetesinde sansüre uğradığını öne sürdü. Daha sonra kendinden geçmiş halde bıçağını sallamayı sürdürürken gazetesini terör propagandasıyla suçlayabildi. Ve bunlar için, gerçeklerden değil, henüz kendi açıklamalarından öğrenemediğimiz planlarından hareket etti.
Aslında aşktan nefrete süratin olası bir işaretini, Ümit Kıvanç yazısında vermişti Miroğlu; sadece daha iyi bir “telif” ödemesi için Taraf’tan ayrılacağını ilan etmişti. Elbette olabilir. Ve ortaya koyduğu hizmet, “Türk basın kuvvetleri” mahfilinde şimdiden sıkı bir telifi hak etmiş de olabilir.
Sonuçta yine bir “ayrılmayı bilmeme” hikâyesi karşısındayız. Vaktiyle Taraf’ta gerçekten önemli yazılar kaleme almış Miroğlu’nun, Başbakan karşısında övgüden önce soru sormakta zorlandığına da tanık olduğumuz eski Taraf'çı Elif Çakır'ın yere düşmüş hallerine bakmakta zorlanıyor insan.
Çıkarsızlık demiştik…
Bir an için arkanızdaki sıralara oturun ve bir yerlerde kaybettiğiniz kendinizi seyredin. Zira yaptığınız; gözümüze ışıltılı bahaneler sıksanız da, insanca görünmüyor buralardan.
Bukowski der ki...
Üzülme evlat; kaybettim sandıkların kurtulduklarındır belki!..