Mehmet Ali Çelebi, 23 Temmuz 1984'te Amasya'da doğdu. Maltepe Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu'nu üstün başarıyla bitirdi ve “Kara Pilot Üsteğmen” olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katıldı. Haziran 2007'de bir ihbar üzerine başlayan Ergenekon soruşturması sürecinde 18 Eylül 2008'de gözaltına alındı, ve “ilk muvazzaf subay” olarak iki gün sonra tutuklandı.
Ergenekon sürecinde en uzun süre cezaevinde kalan isimler arasında yer alan Teğmen Çelebi, 28 aydır tutuklu olarak yargılanıyor. Çelebi'nin adı, kendisi de dahil 56 kişinin “sanık” olarak kaydedildiği 1868 sayfalık ikinci Ergenekon iddianamesinde tam 445 kez geçiyor.
Çelebi ile birlikte ikinci iddianame kapsamında yargılanan sanıklar arasında emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Anayasa Mahkemesi üyesi Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt, soruşturma nedeniyle terk ettiği Türkiye'ye dönmeyen Başbakan Erdoğan'ın eski özel kalem müdürü Dr. Turhan Çömez, eski polis şefi Adil Serdar Saçan, JİTEM'i kendisinin kurduğunu açıklayan emekli Albay Arif Doğan da bulunuyor.
Teğmen Çelebi'nin cep telefonunun başına gelenler nedeniyle yapılan haberler ve yorumlar, olaya bakış açısı taban taban zıt olan yayınların tamamında ya eksik, ya çarpıtılmış ya da kısmen yanlış olarak kaleme alınıyor.
Önce Çelebi'nin tutukluluğuna gerekçe gösterilen iddia ve bulgulara bakalım.
'Kemal amca' ve 'Neriman teyze' ile ast-üst ilişkisi
Teğmen Mehmet Ali Çelebi, iddianamenin sanık listesi bölümünde, kısaca “Silahlı Terör Örgütü Yönetme, Hukuka Aykırı Olarak Kişiler Verileri Kaydetmek”le suçlanıyor.
İddianamede yer verilen telefon dinleme kayıtlarından, Çelebi'nin, tutuklu sanıklardan Kemal Aydın ve kız kardeşi Neriman Aydın ile adeta bir “emir-komuta” ilişkisi içine girdiği anlaşılıyor. Kızılay'dan emekli olan Kemal Aydın'a “Kemal Amca”, kızkardeşine de “Neriman Teyze” diye hitap edilmesi dikkat çekiyor. Aydın kardeşlerin, aynı davanın tutuksuz sanıklarından eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ile temasta oldukları ve “kendisini hükümete karşı göreve davet ettikleri” iddianamede yer verilen belgelerden görülüyor.
Örneğin, ”Paşa ile yapılan görüşmeye hatırlatma notu” başlıklı bir belgede Neriman Aydın'ın, “Değerli Büyüğüm, biz 65 yıldır sizi bekliyoruz.... Ama ortada yoksunuz... Yolumuz ölmek ve öldürmek ihtimalleriyle doludur. Bu tehlikeyi biz göze aldık, Siz de alıyorsanız başlayalım, deriz” ifadesini kullandığına işaret ediliyor.
Neriman teyzeden Teğmen Çalıkuşu'na: Tanklara iyi bak
Neriman Aydın'ın tutuklu sanıklardan Teğmen Noyan Çalıkuşu'na “Tanklara iyi bak” sözleri ile Çalıkuşu'nun bir başka telefon konuşmasında muhatabına “Tanklar zaten ziyarete geçer yakında” demesi iddianamede üzerinde durulan dinleme kayıtları arasında yer alıyor.
Teğmen Çelebi, bir telefon konuşmasında “Neriman Teyze”nin bir toplantıyı not alarak izlemesi talebine, “Normalde yasadışı” dedikten sonra “bir bakacağını” söylüyor.
Bir başka dinleme kaydı ve dokümanda Kemal Aydın'ın “70 milyona 'Türk' dedirteceğini” söylemesi, görüştüğü bir kişiye “Türk gözlerinden öperim” demesi dikkat çekiyor. İddianamenin 1662. sayfasındaki telefon konuşması dökümüne göre, Kemal Aydın, Teğmen Çelebi için şunları söylüyor:
“Hizbut Tahrir’in belgelerini falanı filanı topladı yalla… taksici şoförle konuşurken Hizb-ut Tahrirci olduğunu anladı, telefonunu aldı ondan o bizim çiroz…Ondan sonra o Noyan’la birlikte Cumartesi Pazar kayda aldılar resimlerini çektiler adamın...”
Aydın, "Mehmet Ali mi becerdi bu işi" sorusu üzerine, "He Mehmet Ali, abi ben sana söyliyim o çocuk valla geleceğin genelkurmayı" diyor.
'Resmi geçitte Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı güllerle karşılayacağız'
Bu şekilde onlarca konuşma ve doküman içeren iddianame, Teğmen Çelebi'nin AKP hükümeti ile siyasete müdahaleye uzak duran askeri yetkilileri hedef alan bir grupla, Türk Silahlı Kuvvetleri sistemi dışında bir ast-üst ilişkisi kurduğunu gösteriyor.
İddianamede, Çelebi'nin, kendisi gibi tutuklu yargılanan Teğmen Noyan Çalıkuşu ile yaptığı ve “Cumhurbaşkanı ile Başbakan'a saldırı planladıkları” suçlamasına neden olan telefon konuşması da şöyle aktarılıyor:
“M.A. ÇELEBİ’nin Noyan’a 'Kardeşim 30 Ağustosta burdasın yani. Tanklarla mı gelecen beş gün önceden çık o zaman helikopter iş birliği tank helikopter iş birliği yapalım seninle' dediği, N. ÇALIKUŞU’nun “Bakalım inşallah ya, Eyvallah abi” dediği, M.A. ÇELEBİ’nin “Yani bu odadan sonra resmi bir iş var ya onu söylüyom ben. Resmi geçitte tank geçmiyor mu geçiyor. Resmi, başbakana, cumhurbaşkanına. Selam vereceğiz demi. Yoksa…Yanlış anlamasınlar yani' dediği, N. ÇALIKUŞU’nun “Tabi, şimdi başbakana cumhurbaşkanına resmigeçit yapacağız. Tabi tabi güllerle karşılayacağız onu. Tabi tabi güller…Yo, yanlış yok yanlış anlamak yok aman, bir onlardan korkuyoruz, yanlış anlamasınlar korkuyoruz biz onlardan, aman. Sindirdi bizi onlar.” diyerek... M.A. ÇELEBİ’nin “Sindirdiklerini mi zannettiler bilmiyorum bir şeyler oldu işte onlara. Neyse hadi bakalım' dediği...”
Çelebi'nin, Çalıkuşu ile bir başka telefon konuşmasında “İhanetin cezası ölümdür, unutanlara önemli bir hatırlatma” dediği ve “Tabii ihaneti vataniye kanunu ya, 24 ün anayasası bunlar tabi” yanıtı aldığı da iddianemede yer buluyor.
Savcıların uzun suçlama listesi
Nihayet, iddianamenin 1659 ile 1663. sayfaları arasında bulunan "Delillerin ve Hukuki Durumun Değerlendirilmesi" başlıklı bölümde Teğmen Mehmet Ali Çelebi hakkında şu suçlama ve talep dile getiriliyor:
“Açıklanan tüm bilgi ve belgeler ile bütün soruşturma işlemlerinden şüpheli Mehmet Ali Çelebi’nin; şüpheliler Şüpheli Kemal Aydın, Neriman Aydın ve Durmuş Ali Özoğlu’nun yönlendirme, emir ve talimatlarıyla Ergenekon Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızma faaliyetleri kapsamında Kara Harp okulu içinde hücre şeklinde oluşturulmuş örgütsel bir yapılanma meydana getirdiği ve bu yapılanmayı okuldan mezun olduktan sonra da muvazzaf bir subay olarak görev yapmaya başladığı TSK içinde de devam ettirdiği, şüphelinin diğer askeri okul öğrencisi kişiler üzerinde etkili ve yönlendirici bir konumda bulunduğu, onların örgütsel anlamda yetiştirilmeleri, eğitilmeleri ve hatta çeşitli sorunlarıyla yakından ilgilenip örgütsel yönlendirme faaliyetlerinde bulunduğu, diğer şüpheliler Noyan Çalıkuşu ile Eren Mumcu’nun yaptıkları bir konuşmada aralarında geçen 'zaten yeminlerimizi de bugünler için yaptık' sözünden de anlaşıldığı üzere örgüt üyelerinin çok gizli ve yeminli bir bağlılık ilişkisi içerisinde oldukları, örgüt üyelerini devamlı olarak Yürütme organına, Başbakana ve Cumhurbaşkanına karşı bilinçli bir şekilde kışkırttığı ve hükümetin silahlı bir darbe ile ortadan kaldırılması gerektiği hususunda sürekli propaganda yaptığı, bir suç işleme kararı kapsamında kişilerin siyasi felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydetme suçunu da işlediği,
Şüpheli Mehmet Ali Çelebi’nin üzerine atılı ERGENEKON terör örgütünün ara yöneticilerinden olmak suçundan eylemine uyan TCK’nun 314/1,135/1-2,43 ve 3713 sayılı Kanunun 5, TCK’nun 53, 58/9, 63 maddeleri gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.”
Tek suçlama Hizbut Tahrir değil
Görüldüğü gibi, Teğmen Çelebi, avukatı ve çok sayıda köşe yazarı tarafından öne sürüldüğünün aksine, sadece “Hizbut Tahrir örgütü ile ilişkili olmak”la suçlanmıyor. Çelebi'nin bu konuda muhatap olduğu iddia, iddianamenin birçok yerinde tekrarlanıyor. Örrneğin 98. sayfada, Hizbut Tahrir suçlaması şöyle açılıyor:
“Askeri personel olan şüpheli Mehmet Ali ÇELEBİ nin, Hizb-ut Tahrir bağlantısı olduğu anlaşılan şüpheli Süleyman SOLMAZ ile irtibata geçmesi, toplantılarına katılacağını anlatması, bu konuyla ilgili sık sık mesajlaşmaları ve şüpheli Neriman AYDIN’ ın ikametinde bulunan not kâğıdı değerlendirildiğinde, şüpheli Mehmet Ali ÇELEBİ’nin şüpheli Süleyman SOLMAZ vasıtasıyla, Hizb-ut Tahrir terör örgütü içersine sızmaya çalıştığı, bu şekilde ERGENEKON terör örgütünün, Hizb-ut Tahrir terör örgütünü kontrol altına alarak yönlendirmeyi amaçladığı anlaşılmıştır...”
İddinamede yöneltilen örgüt suçlaması bu ifadelerle de sınırlı değil. Örneğin 118. sayfada, Çelebi, “Hizbut Tahrir'in yanı sıra başka terör örgütlerine de sızarak bu örgütleri yönlendirme faaliyeti yapmak”la suçlanıyor.
Çelebi: İstihbaratçıyım, devlete yardımcı olmak için yaptım
İddianamenin 1659. sayfasında Çelebi'nin izlenen telefon trafiği için şu döküm veriliyor:
“ Şüpheli Doğukan YORULMAZ ile 57 kez görüştüğü, şüpheli Eren MUMCU ile 74 görüştüğü, şüpheli Hasan Hüseyin UÇAR ile 351 görüştüğü, şüpheli Hamza DEMİR ile 32 görüştüğü, şüpheli Hatice BAHTİYAR ile 2 görüştüğü, şüpheli Kemal AYDIN ile 174 z görüştüğü, şüpheli Kurtça BEKTAŞ ile 25 görüştüğü, şüpheli Neriman AYDIN ile 618 görüştüğü, şüpheli Noyan ÇALIKUŞU ile 514 görüştüğü, şüpheli Süleyman SOLMAZ ile 90 görüştüğü, şüpheli Yaşar TOZKOPARAN ile 190 görüştüğü tespit edilmiştir.”
Çelebi'nin suçlamalara cevabına gelince...
Özetle, “istihbaratçı” olduğu için Hizbut Tahrir'le ilişkiye geçtiğini, “örgütü çökertmek için devlete yardımcı olmak istediğini”, “Ergenekon terör örgütü”ndeki varlığını kabul etmediğini, “Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a tank ve helikopterle selam” konuşmasında herhangi bir şey ima etmediğini belirtiyor, Kemal ve Neriman Aydın'la Genelkurmay'a da uzanan ilişkileri nedeniyle temas kurduğunu anlatıyor.
Teğmen Çelebi'nin cep telefonunun başına gelenler
Mehmet Ali Çelebi'nin gözaltındayken el konulan sim kartının başına gelenleri biliyorsunuz. Hizbut Tahrir üyesi Mahmut Oğuz Kazancı ile ilişkisi aylarca sorgulanan Çelebi, bu kişiyi tanımadığını söylüyordu. Telefonunda "Kayınvalide" olarak kayıtlı kişinin kim olduğunun sorulması üzerine Çelebi evli olmadığını, bu numarayı da tanımadığını söyleyince gerçek ortaya çıktı. Yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin sorusu üzerine, emniyet “Kazancı'nın sim kartındaki telefon numaralarının Çelebi'nin telefonu üzerine yanlışlıkla (sehven) kaydedilmiş olabileceğini” tutanakla bildirdi.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı kaynaklı bilgiler de, Çelebi gözaltındayken el konulan cep telefonunun 1 dakika 23 saniye süreyle açıldığını, bu sırada sim kartın İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün bulunduğu Fatih bölgesinden sinyal verdiğini gösteriyor.
Çelebi'nin, bu skandal için suç duyurusu yapan avukatı Hüseyin Ersöz, müvekkiline yöneltilen Hizbut Tahrir suçlamasının temellendirilmesi için, telefonun açıldığı 1 dakika 23 saniye içinde Kazancı'nın telefonundaki rehberin yüklendiğini öne sürdü.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise, çarşamba günü yaptığı açıklamada, telefona yükleme yapılmadığını, ancak Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın, Kazancı'nın telefonundaki isimleri yanlışlıkla Çelebi'ye ait dokümana eklediğini öne sürdü.
Ancak skandal üzerine hazırlanan bilirkişi raporu emniyeti yalanladı ve Çelebi'nin telefonuna “yükleme yapıldığı” görüşüyle mahkemeye gönderildi!
Neresinden bakarsanız bakın hem polis, hem yargı, hem de medya cephesinde bir skandal ile karşı karşıyayız.
İki cephe de gerçeği çarpıtıyor
Çelebi'yi savunan yorumların önemli bir bölümünde suçlamanın sadece “Hizbut Tahrir ile ilişki” olduğunun öne sürülmesi, iddianameden yaptığımız özette de görüldüğü üzere, gerçeği yansıtmıyor. Çelebi'nin, Mahmut Oğuz Kazancı ile görüşmemekle birlikte Hizbut Tahrir örgütü üyeleriyle görüştüğü hem telefon dinlemelerinden, hem de kendisinin bu temasları reddetmemesinden açıkça anlaşılıyor.
Çelebi'yi suçlayan cephede ise, örneğin Zaman gazetesinin “Çelebi Hizbut Tahrir üyesiyle 115 defa görüşmüş” başlığıyla verdiği haberde iddiaların boş çıktığını öne sürmesi de gerçeği çarpıtıyor. Zira Çelebi'nin Hizbut Tahrir üyeleriyle görüştüğü de doğru, aynı örgütten Mahmut Oğuz Kazancı ile görüşmediği de!
İçişleri Bakanlığı'nın dün başlattığı soruşturmanın, kamuoyu vicdanını tatmin edecek bulgularla çok kısa süre içinde sonuçlandırılması gerekiyor.
Teğmen Çelebi'ye yöneltilen suçlama ve elde edilen bulgular, yargılamaya “komplo” gölgesi düştüğü kuşkusunu ortadan kaldırmıyor.
Diğer yandan üç yıla yaklaşan tutukluluk süresinin “peşin cezaya dönüşmesi”, Çelebi’nin yargılanmasına gerekçe gösterilen bulgulara kayıtsız kalmamızı gerektirmiyor.
Hizbullah rezaleti gibi Teğmen Çelebi skandalı da, polisin, yargının ve medyanın üç boyutlu fotoğrafını önümüze koydu.
Ergenekon davalarına konu olan dosyalar bir cephede “Bunları yapmış olamazlar”, karşı cephede ise “Asker değil mi, her şeyi yapar” ezberiyle ele alınarak kamuoyunun kafası yeterince karıştırıldı.
Bu kadar önemli bir davada, her iki cephede de holiganlığı bırakmanın, nüanslara dikkat eden bir gazetecilikle kamuoyunu aydınlatmaya çalışmanın vakti gelmedi mi?