Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin iptali, hem devletin, hem mevzuatın, hem yargının, hem de siyasetin içler acısı durumunun üç boyutlu fotoğrafı gibi karşımızda duruyor.
Seçilme hakkı kadar seçme hakkını da yerle bir eden bu sonucun, soru ve cevaplarla özetlemeye çalışacağımız uzunca bir hikâyesi var. Ancak rezaleti bir çırpıda ortaya koyan birkaç satırlık özetle başlayalım:
Devletimiz ve yargımız, 11 Nisan 2011'de milletvekilliği adaylığı için başvuran Hatip Dicle'ye, “terör örgütü üyeliği mahkûmiyeti”ni gerekçe göstererek önce “hayır” dedi. Ancak Dicle mahkemeden, “memnu”, yani “yasaklanmış” haklarının iade edildiğine dair karar alınca “milletvekilliğine aday olabileceğine” hükmedildi. Bu karar üzerine aday olan ve 12 Haziran seçimlerinde Diyarbakır'da tam 77 bin 709 seçmenin oyunu alarak milletvekili seçilen Dicle'ye devletimiz bu kez “milletvekili seçilme yeterliliğin yok” dedi ve mazbatayı AKP'nin Diyarbakır'da 6. sırada aday gösterip seçtiremediği Oya Eronat'a verdi.
Yargının elbette, seçim hukuku konusunda demokratik ölçütler açısından kabul edilemeyecek düzenlemeler içeren anayasa ve yasalardaki hükümleri uygulamak dışında bir seçeneği olamaz. Ancak yargı, Dicle'nin hakkında seçimlerden üç ay önce kesinleşen mahkûmiyet kararının gereğini üç ay sonra yaparak, BDP ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun başka bir adaya işaret etme olanağını ortadan kaldırdı, bir anlamda seçmen iradesini çarpıttı.
Şimdi Hatip Dicle olayıyla ortaya çıkan mevzuat ve uygulama sorunlarının neler olduğunu soru ve cevaplarla inceleyelim:
1- Kimler milletvekilliğine aday olabiliyor?
Milletvekili seçilme yeterliliği konusunda temel hükmü Anayasa koyuyor. Anayasa'nın “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlığını taşıyan 76. maddesi, milletvekili seçilemeyecekleri “ilkokul mezunu olmayanlar”, “askerliğini yapmayanlar”, “kamu hizmetinden yasaklılar”, “taksirli suçlar (trafik kazası gibi) hariç toplam bir yıl ve daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar”, “zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suç işleyenler”, “kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştıranlar”, “affa uğramış olsalar da devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar” diye sıralıyor. Milletvekili Seçimi Kanunu'nda da aynı liste tekrarlanıyor.
2- Hatip Dicle'nin yargılandığı iddialar seçilme yeterliliğini kısıtlayan kategoriye mi giriyor?
Evet. “terör örgütü propagandası yapmak”la suçlanan Dicle, 76. maddedeki “affa uğramış olsalar da devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar” hükmünün menziline giriyor. Dicle ayrıca, milletvekili seçilmeyi engelleyen “bir yıl ve daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olmak” hükmünün de kapsamına giriyor.
3- Hatip Dicle hakkında hüküm ne zaman kesinleşti, “seçilme yeterliliği taşımadığı”na ne zaman karar verildi?
YSK'nın da gerekçeli kararında belirttiği üzere, Dicle 23.10.2007 tarihinde “terör örgütünün propagandasını yapmak”la suçlandı. Yargıtay Dicle hakkındaki kararı 22 Mart'ta, yani 12 Haziran seçimlerinden yaklaşık 3 ay önce kesinleştirdi. YSK ise, Dicle'nin milletvekili seçilme yeterliliği taşımadığına, Dicle milletvekili seçildikten 9 gün sonra, 21 Haziran 2011'de karar verdi. Yargıtay'ın kararı kesinleştirme tarihinin, YSK ve il seçim kurullarına milletvekili adaylığı ilk başvuru tarihi olan 11 Nisan'dan da önceye rastladığına işaret edelim.
4- Yargıtay'ın kesinleşen kararı üç ay boyunca nasıl oyalandı?
Yargıtay Dicle'nin “örgüt propagandası yapmak” suçunu işlediğine ilişkin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını 22 Mart 2011 tarihinde 2009/11118 Esas ve 2011/1798 sayılı karar ile onadı. Onama kararıyla, mahkemenin Dicle'ye verdiği 1 yıl 8 aylık ceza kesinleşti. Dicle'nin avukatları 15 Nisan'da Yargıtay Başsavcılığı'na “tashih-i karar” (karar düzeltme) başvurusu yaptılar. Başsavcılık, bu talebi 11 Mayıs'ta reddederek kesinleşen dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verdi. Ancak infaz dosyası, milletvekili aday listelerinin kesinleştiği tarihten sonra, 2 Haziran 2011'de Ankara 11. Ağır Mahkemesi'ne ulaştırıldı. Mahkeme “hükmün kesinleştiği” şerhini düşerek hükmü Dicle'nin adli siciline kaydettirdi ve dosyayı kararın infazı için İnfaz Bürosu'na 2 Haziran'da gönderdi. Ancak İnfaz Bürosu, dosya 2 Haziran'da gelmesine karşın 9 Haziran'a kadar Dicle hakkında YSK'ya bildirimde bulunmadı. Kararı 9 Haziran'da öğrenen YSK, seçimden önce kesin karar almayarak, Dicle'nin savunmasının alınmasına hükmetti. Bu arada 12 Haziran seçimlerine katılan Dicle 77 bin 709 oy alarak milletvekili seçilme hakkı kazandı.
5- Hatip Dicle'nin seçimden önce adaylığının veto edilmesinin nedeni neydi?
Dicle, 12 Haziran seçimlerinde bağımsız milletvekili adayı olmak için 11 Haziran'da Diyarbakır İl Seçim Kurulu'na başvurdu. Ancak YSK, “terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla geçmişte kesinleşen mahkûmiyeti bulunduğunu belirterek Dicle'nin adaylığını iptal etti. YSK, adaylık başvurusunu iptal etmeden önce başvuru dosyasındaki eksiklerin giderilmesi için Dicle'yi (ve diğer 11 bağımsız adayı) uyarmadığı için eleştirildi. Nitekim, çok sayıda partili adayın adaylıkları iptal edilmemiş, dosyadaki eksikleri gidermeleri için YSK tarafından uyarı yapılmıştı.
6- Dicle'nin adaylığının iptal edilmesi işlemi nasıl yürürlükten kalktı?
Hatip Dicle (ve diğer adaylıkları iptal edilen BDP'nin desteklediği bağımsız isimler) , mahkemeye başvurarak, “terör örgütü üyeliğinden” aldığı mahkûmiyet için “memnu” yani “yasaklanmış” haklarının iadesine ilişkin karar aldı. Dicle'nin memnu haklarının iadesine ilişkin mahkeme kararı üzerine YSK ikinci bir karar alarak milletvekili adaylığına vize verdi. Son mahkûmiyet YSK'nın değerlendirme yaptığı sırada adli sicil kaydına işlenmediği için sorun yaşanmadı.
7- Anayasa'ya göre YSK kararları kesin değil mi, nasıl ikinci bir karar alabildi?
Bu yaygın olarak yanlış yorumlanan bir konu. Evet, YSK kararları kesin. Ancak bu, “YSK kararlarına karşı daha üst bir merciye başvurulamaması” bağlamında bir kesinlik. Yoksa YSK, yüzlerce örneği görüldüğü üzere, itirazlar üzerine varsa maddi hata ya da mevzuata aykırı bulgular kendi kararlarını düzeltebiliyor.
8- Memnu hakların iadesi nedir?
“Memnu” kelimesi Arapça'da “yasak” anlamına geliyor. Yürürlükten kaldırılan 1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda “Memnu Hakların İadesi” başlığını taşıyan “Onuncu Bap”ta, kamu hizmeti ve haklarından yasaklı olma durumu düzenleniyordu. Eski TCK'nın 121, 122, 123 ve 124. maddelerindeki bu düzenlemeye göre, hürriyeti bağlayıcı ceza alanların yasaklanan (memnu) hakları, öngörülen sürelerin geçmesinin ardından, başvurmaları halinde mahkemelerce iade edilebiliyordu.
9- Yeni TCK'da bu mekanizma yok mu?
2004 yılında kabul edilen ve 1 Nisan 2005'te yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni TCK, “memnu hakların iadesi” konusunda bir düzenleme içermiyor. Bu konu, yeni TCK'nın “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma” başlığıyla düzenlenen 53. maddesinde ele alındı. Maddenin 2. fıkrasında “Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu (yoksun bırakıldığı) hakları kullanamaz” denilerek, sadece cezanın infazı süresince hak mahrumiyeti tesis edilebileceği yönünde genel bir ölçüt kondu. Bir başka deyişle, milletvekilliği dahil, kamu haklarından yoksun bırakılmanın süresi, ilgili kişilerin cezaevinde bulunduğu süreyle sınırlı tutuldu.
10- Bu hüküm kapsamına Dicle neden giremedi?
Birden fazla nedeni var. Birincisi; Anayasa ve Milletvekili Seçimi Kanunu, Dicle'nin de yargılandığı mahkûmiyetlerin “affa uğramış olsa bile” milletvekili seçilme yeterliliğini ortadan kaldırdığına hükmediyor. Bu genel sınırlama, “memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararı” ile 12 Haziran öncesinde, tartışmalı biçimde de olsa, aşıldı.
Ancak bu konudaki ikinci sorun; Adli Sicil Kanunu'nun 2006 tarihli 13/A maddesinde yer alıyor. “Yasaklanmış Hakların Geri Verilmesi” başlığını taşıyan bu madde, “Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için” ifadesiyle başlıyor ve sonra mahkumiyetin özelliğine göre memnu hakların iadesi için 3 ila 5 yıllık sürelerin geçmesi gerektiğini belirtiyor. Söz konusu ifade “Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlar dışında kanunlara dayanan mahkûmiyetler” diyerek önemli bir ayrım yapıyor. Bu ayrımdan, TCK'da “infaz süresi” ile sınırlı olan memnu hak uygulamasının, sadece TCK'ya dayalı mahkûmiyetlerde geçerli olacağı sonucu çıkıyor. Bu ayrım, TCK dışında Terörle Mücadele Kanunu uyarınca da mahkûm edilen Dicle'nin memnu haklarının iadesinin Adli Sicil Kanunu'nda belirtilen sürelere tabi olmasını gerektiriyor.
11- Dicle'nin KCK davası nedeniyle gerçekleşen son tutukluluğunda cezaevinde geçirdiği sürenin kesinleşen yukarıdaki cezasından mahsup edilmesi, neden memnu haklarının iadesini sağlamadı?
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Dicle'nin Diyarbakır'da görülen KCK davasında tutuklu olarak geçirdiği sürenin, “terör örgütü propagandası yapma” suçundan aldığı 1 yıl 8 aylık kesinleşmiş mahkûmiyetten mahsup edilmesi (düşülmesi) başvurusunu reddetmedi. Mahkeme, 1 yıl 8 aylık cezanın, KCK davasında geçen 453 günlük gözaltı ve tutukluluk sürecinden mahsup edilmesini karara bağladı. Ancak hazırlanan müddetnamede, Dicle'nin gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği 453 günlük sürenin 1 yıl 8 aylık cezasının infazının tamamını karşılamadığı kaydedildi. Müddetnameye göre Dicle'nin 1 yıl 8 aylık cezasının infazının tamamen gerçekleşmesi (= hukuk dilinde bihakkın tahliye) 8 Kasım 2011'de mümkün olacak. YSK da gerekçeli kararında bu duruma işaret ederek, 1 yıl 8 aylık cezanın infazının tamamlanmadığına dikkat çekti.
12- Peki infaz tamamlanmış olsaydı Dicle'nin milletvekilliğinin iptali önlenebilir miydi?
Hayır! Çünkü Dicle “yasaklanmış hakkı sadece cezaevinde bulunan zamanla sınırlı tutan” TCK dışında Terörle Mücadele Kanunu uyarınca da cezalandırıldığı için mevzuata çarpacaktı. Bu noktaya da işaret eden YSK, Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca Dicle'nin mahkûmiyetini tamamladıktan 3 yıl sonra memnu haklarının iade edilebileceğini kayda geçirdi.
13- Dicle hakkındaki yargılama, yargıdaki ortalama hızın üzerinde bir süratle mi sona erdi?
Son olarak Hizbullah davası sanıklarının yargılamasının 10 yılda bile bitmediği, görülmesi çeyrek yüzyılı aşan davalar bulunduğu düşünüldüğünde, Ekim 2007'deki bir fiilinden dolayı suçlanan Dicle hakkında hızlı bir yargılama yapıldığı söylenebilir.
14- Yargıtay'ın kesinleştirme kararı geciktirilmeyip Dicle'nin yürürlükteki mevzuat uyarınca aday olamayacağı seçimden önce netleştirilseydi, BDP yeni bir bağımsız aday gösterebilir miydi?
Hayır. Adaylıkları iptal edilen kişiler yerine yeni isim bildirme düzenlemesi sadece siyasi partiler için geçerli bir düzenleme.
15- Bu durumda “Yargı ve YSK Dicle'nin durumunu daha erken netleştirse de BDP'nin desteklediği bağımsız adaylar açısından sonuç değişmeyecekti” denilebilir mi?
Denilemez! Zira, Dicle'nin seçime sokulmasından sonra milletvekilliğinin iptal edilmesiyle, BDP'nin olağanüstü durumlara karşı yedek olarak gösterdiği diğer bağımsız adaylar için seçmenine işaret vermesi önlenmiş oldu. Bu nedenle seçmen iradesi çarpıtıldı ve BDP seçmeninin Dicle'ye verdiği 77 bin 709 oy çöpe giderken, Dicle'den daha az oy alan AKP'li Oya Eronat milletvekili seçilmiş oldu.
16- Seçilme hakkının yanı sıra seçme hakkını da zedeleyen bu durumun sorumlusu kim?
Sorumlu çok. En başta, seçilme hakkını fikir suçları nedeniyle de kısıtlayan Anayasa ve Milletvekili Seçimi Kanunu sorunlu. Üstelik sorun, sadece seçilme hakkının kısıtlanmasıyla da sınırlı değil. Örneğin Anayasa'ya göre, “devlete ve anayasal düzene karşı suç” diye nitelenebilecek fikir suçlarından yargılanırken milletvekili seçilenler dokunulmazlık kazanamazken (Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan bu gruba giriyor), yüz kızartıcı suçlardan yargılanırken seçilenler dokunulmazlık kazanıyor ve dava donduruluyor.
Diğer yandan yargı, seçmen iradesini çarpıtacak bir yorum ve düzenle çalışarak iyi bir sınav vermiyor.
Demokratik ölçütlerle kabul edilmesi imkânsız olan seçim mevzuatını Anayasa'dan başlayarak değiştirmeyen parlamento da, bu sonuçtan birinci derecede sorumlu. Yaklaşık 9 yıldır iktidarda bulunan AKP'nin, temsil krizi yaratan ve bağımsız adaylarla yasaya karşı hile düzenine yol açan yüzde 10 barajında ısrar ederek ve seçim mevzuatındaki çarpıklıkları gündemine almayarak bu sonuçta önemli bir katkısı bulunuyor.
Nihayet BDP, aday bildirim tarihi ile çakışan Yargıtay'daki davanın kesinleşme aşamasını dikkate alıp Hatip Dicle yerine başka bir aday göstererek, demokratik içerikten yoksun mevzuata rağmen, kendisi açısından milletvekili kaybı yaratan bu sonucu önleyebilirdi.
17 – Tayyip Erdoğan 3 Kasım 2002 seçimlerinde neden milletvekili adayı olamadı, sonra nasıl seçildi?
Erdoğan'ın adaylığını iki karar engelledi. Anayasa Mahkemesi, AKP kurulduktan sonra 9 Ocak 2002'de aldığı kararda, Erdoğan'ın eski TCK'nın 312. maddesinden mahkûm olduğu gerekçesiyle “milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığı”nı belirterek parti kurucusu olamayacağını hükme bağlamıştı. YSK da, Anayasa'nın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesinde o sırada yer alan “ideolojik ve anarşik eylemlere katılma” hükmünü gerekçe göstererek Erdoğan'ın adaylığını kabul etmedi. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra oluşan parlamentoda AKP, CHP'nin de desteğini alarak 27 Aralık 2002'de Anayasa'yı değiştirdi ve milletvekili seçilme yeterliliğini engelleyen hükümler arasından “ideolojik ve anarşik eylemlere katılma” bölümünü çıkararak Erdoğan'ın önünü açtı. Erdoğan, Siirt Milletvekili seçilen Fadıl Akgündüz'ün mazbatasının iptal edilmesi üzerine 9 Mart 2003'te yapılan ara seçimde aday oldu ve Siirt'ten parlamentoya girdi.