“Sevgili dostum Şiar’ın cenazesine katılmak için Ankara’da olacağımdan yazılarıma üç gün ara veriyorum...”
Altemur Kılıç'ın, 19 Ekim Salı günü Yeniçağ gazetesinde yayımlanan köşe yazısına düştüğü bu not, vicdan ve adaletin pek kullanışlı kelimeler sayılmadığı inanılması güç bir hikâyenin final cümlesi de sayılır. Bir cinayetin kurban ve fail cephesine atanmış iki baba ile onların arkadaşlık yapmaya adeta tayin edilmiş oğullarının hikâyesidir bu.
Şiar Yalçın, 18 Ekim Pazartesi günü 86 yaşındayken hayata veda etti. Türkiye'nin boynuna bir sabıka kaydı gibi asılan Yalçın'ın hikâyesi imparatorluğun son dönemine uzanıyor.
Yalçın'ın babası Mehmed Cavid Bey, 1875 yılında, ticaretle uğraşan bir ailenin oğlu olarak Selanik'te dünyaya geldi. 1896'da Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. Darülmuallimin-i Âliye'de maliye dersleri verdi. Aşar hakkındaki görüşlerinden dolayı öğretmenlikten alınınca Selanik'e döndü ve faaliyetlerini gizli olarak sürdüren Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne katıldı. Bir yıl sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşen örgütün önemli isimlerinden biri oldu.
Cavid Bey, II. Meşrutiyet'in ilanının ardından İstanbul'a döndü. 1908'de Selanik Mebusu olarak Meclis-i Mebusan'a girdi. Haziran 1909'dan itibaren Hüseyin Hilmi Paşa, İbrahim Hakkı Paşa, Said Paşa, Said Halim Paşa, Talat Paşa, Ahmet İzzet Paşa hükümetlerinde “Maliye Nazırı” olarak görev aldı. Mondros Mütarekesi'nden sonra İttihat ve Terakki mensuplarını yargılayan Divan-ı Harbi Örfi tarafından gıyabında 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aralık 1919'da yurtdışına kaçarak milli mücadeleye destek verdi. Şubat 1921'de toplanan Londra Konferansı'na TBMM Hükümeti heyetinin danışmanı olarak katıldı. İsmet Paşa ile ihtilafa düşene kadar Lozan Konferansı'nda Türk heyetinin mali danışmanı olarak bulundu.
İzmir suikasti davasıyla bertaraf edilen muhalefet
Her türlü korumacılığa karşı çıkarak bu topraklardaki ilk liberaller arasına giren Cavid Bey'in hayatı, 14 Haziran 1926'da Balıkesir'den yola çıkmaya hazırlanan Atatürk'e İzmir'e geldiğinde yapılması planlanan suikaste ilişkin dava ile alt üst olacaktı. Suikast planının ortaya çıkmasının hemen ardından Ankara İstiklal Mahkemesi özel bir trenle İzmir'e hareket etti. Milli Kütüphane'nin yanındaki El Hamra Sineması'nda kurulan İstiklal Mahkemesi'ndeki yargılama 26 Haziran'da başladı. “Yargılama” sözün gelişi, zira İstiklal mahkemeleri “infaz” makamı olarak çalışıyordu. Nitekim 26 Haziran 1926'da başlayan dava 16 gün sürerek 12 Temmuz'da bitmiş, 13 Temmuz'da karar açıklanmış ve idam cezaları derhal infaz edilmişti.
İzmir'deki idamların ardından “suikast davası” Ankara'da sürdü. Amaç suikast planı yapanları cezalandırmaktan çıkmış, muhalefeti ve vaktiyle İttihat ve Terakki'de lider olarak öne çıkmış isimleri tasfiye etmeye yönelmişti. İstiklal Mahkemesi Ankara'da 18 Temmuz'da çalışmaya başladı ve “ekspres karar” yine gecikmedi. Suikast planıyla somut ilgisi bulunmayan İttihatçıların Maliye Nazırı Cavid Bey ile Dahiliye Nazırı İsmail Canbolat ve örgütün önde gelen isimlerinden Doktor Názım Bey'in de idamına karar verildi. İdamın gerekçesi, “Anayasa’yı değiştirmek, kaldırmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni devirmek ve zorla görev yapmasını önlemek”ti!
Toplam 17 kişi idam edilmişti. “Dört Ali'ler divanı” olarak da adlandırılan mahkemenin başkanlığını “Kel Ali” diye anılan Afyonkarahisar Milletvekili Ali Çetinkaya yapmıştı. Denizli Milletvekili Necip Ali (Küçüka) savcı, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali ve Aydın Milletvekili Dr. Reşit (Galip) üye, Rize Milletvekili “Laz” Ali de (Zırh) yedek üyeydi.
Şiar'ın günlüğündeki son satırlar: Niçin gidiyordum?
Cavid Bey, son dileği sorulduğunda, "Hüseyin Cahit Bey'e söyleyin oğlumla eşimin gözlerinden öpsün" demiş, idam edilmeden önce "Allah’ın laneti zalimin üstündedir. Zulümdür bu zulüm" diye bağırmıştı.
Oğlu doğduğunda tutmaya başladığı Şiar'ın günlüğü “Bugün 12.30'da doğdun. 9 ay annen senin için üzüldü, ben her ikiniz için titredim” cümlesiyle başlıyordu.
Günlüğündeki son satırlar ise, idamıyla sonuçlanan gözaltına dairdi:
“O dakikada seni ve anneni bu akşam görmemek, uyuyacağın dakikaya kadar 'baba... baba' diye beni arayıp bulamayacağını ve yarın, öbür gün bunun yine tekerrür edebileceğini düşünmek beni titretti. Niçin gidiyordum?"
İdam edenle idam edilenin çocuklarının yazgısı
Cavid Bey bu satırları yazdıktan sonra, 26 Ağustos 1926'da idam edildi, oğlunun, hasretini çektiği yetişkinliğini göremedi. Henüz iki yaşına gelmemiş Şiar, annesiyle başbaşa kalmıştı.
Annesi Çerkes Aliye Hanım, Cavid Bey'den önce, II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Burhanettin Efendi ile hayatını birleştirmişti. “Son Osmanlı” olarak bilinen Osman Ertuğrul Efendi bu evlilikten, ilk adı “Osman” olan Şiar Yalçın da 1921 yılında Cavid Bey'le yaptığı evlilikten doğmuştu. Şiar Yalçın, daha sonraları “Hasbelkader bir Osmanlı şehzadesinin kardeşiyim” diyecektir.
Cavid Bey'in karısı ve oğlunu emanet ettiği Hüseyin Cahit Yalçın da Mülkiye mezunu eski bir İttihatçıydı.
Hüseyin Cahit'in soyadını alan Şiar Yalçın, babasının durumunu 6-7 yaşlarında öğrenir. İdamdan dört yıl sonra ilköğrenim için Nişantaşı’ndaki English Highschool’a yazdırılır. Babalardan oğullara uzanan tuhaf hikâye de burada başlar. Zira bu okuldaki sıra arkadaşı Altemur Kılıç'tır, babasını idam eden İstiklal Mahkemesi'nin şöhretli üyesi Kılıç Ali'nin oğlu!
Annesi Aliye Hanım, İngiliz öğretmenlerin belki de bilerek uygun gördükleri bu yerleştirmeye karşı çıkar, Şiar ile Altemur'un arkadaş olmasını istemez. Ancak Hüseyin Cahit Yalçın, Aliye Hanım'ı ikna eder. Fakat bu kez, Kılıç Ali'nin ailesi “Aliye Hanım'ın evine gitme sakın, seni zehirler” diye Altemur'u tembihler. Yıllar içinde Şiar Yalçın'ın annesi Altemur Kılıç'ın “Aliye Teyzesi” olacaktır.
Gelecekte biri sosyalist, diğeri milliyetçi yazarlar olacak, ancak arkadaşlıkları tam 80 yıl sürecektir.
'Atatürk babamı astırdı, ama...'
Şiar Yalçın English Highschool'dan sonra Robert Kolej ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Meslek olarak, babasından esirgenen hukuku seçti. Sekiz yıl İstanbul, Finike, Koyulhisar ve Kemah’ta savcılık yaptı. 1970 yılında, Akşam gazetesinde yayımlanan sol içerikli yazılarından dolayı Yüksek Savcılar Kurulu kararıyla meslekten çıkarıldı. 12 Mart döneminde tutuklanmasının ardından da TRT'deki çevirmenlik görevine son verildi.
Satranç, briç ve bulmacaya olan ilgisiyle tanındı, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde, ardından Yeni Yüzyıl'da bu alanlarda köşe hazırladı. Dil üzerine çalışmalarıyla Türkçenin en büyük ustaları arasına girdi. “Doğru Türkçe”, ‘’A’dan Z’ye Briç’’, ‘’Briçinizi Sınayın’’, ‘’Süper Beşli Majör’’, ‘’Şlem (Bütün Briççiler İçin)’’ ve ‘’Yeni Beşli Majör’’ kitaplarını kaleme aldı, 50 dolayında çevirisi yayımlandı.
İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Latince ve Farsça bilen Şiar Yalçın, beş kez evlendi, hiç çocuğu olmadı.
Filmlere taş çıkartan hayatında barıştığı tek isim Kılıç Ali'nin oğlu olmadı. Mahkemede savcının sorusu üzerine “Atatürk babamı astırdı. Babamın masum olduğunu düşünüyorum. Ama Atatürk bana göre yine de Türk tarihinin en büyüğüdür. Kendisine hayranım” demiştir.
Ve son bir not...
Uğur Mumcu ile Altemur Kılıç ve Şiar Yalçın bir yemekte buluşurlar. Mumcu'nun, “Altemur'un babası, babanın ölüm hükmünü imzaladı, onunla nasıl dost olursun” sorusuna Yalçın'ın cevabı, “Babasını bağışlamam ama Altemur benim can dostum” olur.
Kendisine çok kalleş davranan hayata verdiği cevap da budur.
O kalleşliğin dayattığı insan olmamak...
İnsan olmak!