Tayyip Erdoğan diyerek iki noktayı üst üste koyduğunuzda birinciliği hangi özelliğine verirdiniz?
Soru, yaklaşık 10 yılı iktidarda geçen bir mazinin listesinde envai çeşit cevap seçiyor kendisine. Çalışkan, mağdur, başarılı, muktedir, ekipçi, samimi, zeki, otoriter, karizmatik, öfkeli, tahammülsüz, pragmatik...
Ancak Erdoğan, bugün kendisine çekilen toplam çizgisinin altına, bütün bu özelliklerini kapsayıp aşan bir “Başbakan” portresi düşürüyor. Görüşlerini, “bütün ihtimallerin toplamı” gibi önümüze koyan ve karşılığında itaat bekleyen bir Başbakan'dan söz ediyorum.
Erdoğan'ın atv-ahaber ortak yayınında pazar akşamı yaptığı açıklamalar içerden dışarıya birçok konuya, ama en çok işte o “Başbakan”ın dünyasına uzanıyordu.
Misal; işkenceyle şöhret kazanmış, mağdurları isim vererek gördükleri eziyetleri anlatmış, soldan sağa, liberalden İslamcıya büyük bir ortak paydada görevden alınması için çağrılar yapılmış bir polis şefi için “Tanırım, iyi çocuktur”dan başka bir lisan konuşmadı Başbakan. Bu devletin dilindeki devamlılığı temsilen “Polisimizi yedirmeyiz” demekte bir sakınca görmedi.
Erdoğan'ın müesses nizamla barışıdır bu. Çok değil, daha 15 sene önce sadece şiir okuduğu için bu Başbakan'ı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek”le suçlamış, belediye başkanlığından devirmiş, hapsetmiş, seçilme hakkını gasp etmiş devletin de zaferidir!
'Bir kısım medyayı nereye kadar kabulleneceğiz?'
Erdoğan'ın yeri geldikçe yinelediği o sözü hatırlayın; “Manşetlerle savaşarak buralara geldik.”
Doğru; ifade özgürlüğü ve siyasi hakları elinden alınıp boğulmaya çalışılan bir mağdur olarak manşetlerle de savaştı Erdoğan. Ancak muktedir olunca da manşetlerle savaşırsanız, iş değişiyor. Bunu yapıyor Erdoğan.
İşkence, terör, Suriye ile kriz... Konu ne olursa olsun, piyasayı “bir kısım medya”dan açıyor. Pazar akşamı da öyle yaptı. Şu sözler Erdoğan'ın:
- Bir kısım medya PKK'ya halen destek vermeye devam ediyor. (…) Daha önce medya yöneticileriyle terör örgütünün propagandasına karşı görüşmeler yaptık. Ancak bu görüşmelerden olumlu sonuçlar çıkmadı. Bir defa insanımızın moral değerlerini altüst ettikleri gibi psikolojik üstünlüğü sağlamada da terör örgütüne belli destekleri vermiş oluyorlar. Bunları görmemezlikten gelemeyiz. Bunları gayet iyi görüyoruz. Tabii bunların değerlendirmesini de kendi aramızda ona göre yapıyoruz.
- (Medyanın) Alışageldiği bir süreç vardı. Bu anlayış, “Bu ülkeyi siyaset değil, bu ülkeyi biz yönetiriz” havası vardı. Bunun içinde sermaye de vardı. Bunu da açık söylüyorum ve gerek sermaye, gerekse bu bir kısım medya tabii o eski otoritelerini kaybettikleri için, bunu sağlayamadıkları için, bunu başaramadıkları için, “Acaba AK Parti iktidarını biz nasıl zayıf düşürebiliriz...” Bunun gayreti içindeler.
- Şemdinli'de şehit olan askerlerin sayısının saklandığı yalan. Malum onların kendilerine ait özel medyaları var ya oralardan, internet sitelerinden, twitlerden falan buralardan yapılmış işler. İşte o dediğim bir kısım medya bunu haber yapmak suretiyle “İşte şu kadar asker şehit oldu gizleniyor. Şu kadar helikopter düştü, gizleniyor” falan. Silahlı Kuvvetler, şehit olan erini gizler mi veyahut da şu kadar düşen helikopterini gizler mi? Ama burada karşı taraf bir psikolojik harekat yapıyor ve bu psikolojik harekata da ne yazık ki bu medya alet oluyor. '”Kimin medyası diye” ben soruyorum bu soruyu. Hani terör örgütünün yayın organları var bunu biliyoruz, ama bir de onlarla ilişkisi olmadığını söylediği halde bilerek veya bilmeyerek maalesef onların tezgâhına veya onların ocağına odun taşıyanlar var.
Bunları nereye kadar kabulleneceğiz? İsmen mi bunları ifşa edeceğiz? Bunları okuyanlar, benim vatandaşımın aklıselim ile değerlendirmek suretiyle gereken tavrı takınması lazım. Aynı zamanda televizyon ekranlarında izliyoruz, bunlara gereken tavrı koymamız lazım.
Şu anda bütün samimiyetimle söylüyorum Güneydoğu'da PKK'nın korkusu, ürküntüsü onların uzantısı olan partiye oy vermeye itmektedir. Bu ürkme, bu korkma olmadığı anda bu oylar çok ciddi manada eksilir. (…) Bölge halkı ile kurulan yakın iletişim artarak devam ettirilecek. Çünkü bu iletişimin çok daha geniş kapsamlı olarak yürümesi lazım. (…) İşte bu iletişimde medyanın, yazılı ve görsel, terör örgütünün propagandasını yapmaksızın burada hükümetle beraber hareket etmesi lazım. Yol göstermesi gerekiyorsa yol göstersin. Çünkü onun da düşünen insanları var, kalemşörleri var. Düşünüyorlar. Ama neyi düşünüyorlar? Veya kiminle yer alıyorlar?
'İsterseniz cevap vermeyin'
Başbakanlık civarından gelen “propagandasını yapmayın” mesajı üzerine Suriye Devlet Başkanı ile söyleşiden son anda vazgeçen gazeteler, hükümeti Uludere konusunda eleştirdiği için işinden olan yazarlar, ekranlara çağrılacak konuklar ve dile getirilecek görüşler için uygulanan vetolar, televizyonlardan peş peşe kaldırılan programlar ortadayken Başbakan'ın sözlerini nasıl okumalıyız?
Elbette muhalif bir medya, bu grup içinde de muhalefet etmeyi pazarlarken gerçekleri çarpıtan yayınlar var bu ülkede. Ancak, tirajlar ile reytinglerin ağırlıklı bir bölümünü temsil eden medya “denetimli serbestlik” esasıyla çalıştığına göre, aslında muhalefet istemiyor Başbakan. Ve medyayı “izlediklerini, değerlendirdiklerini” söyleyip cevabını mütemadiyen verdiği retorik sorular atıyor ortaya:
- Bunları ne kadar kabulleneceğiz?
- İsmen mi bunları ifşa edeceğiz?
Neresinden tutacaksınız? Bazı soruların önemini teslim edelim, ama gazeteciler tarafından kızdırılmamaya çalışılan bir Başbakan, itiraz ettiği bir gazeteciliği “ne kadar kabullenebileceklerini” sorguluyor... Ve gazeteciler o Başbakan'a, “Peki hükümet Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak günlerce tek satır açıklama yaptı mı” kabilinden bile bir soru soramıyor.
Yine de, “yanlış anlamayın” mimiklerine hâkim olamayan kıdemli bir gazetecinin Başbakan karşısında sesinin titremesine, bir diğerinin “Bu konuyu açmak fazla olabilir, cevaplandırılmadan da geçilebilir” mazeretiyle “soru arz edecek” hâle düşmesine, bir başkasının övgüyle başlamadan soru soramamasına bakmayın, daha zor günler bekliyor haberciliği. Başbakan, bunun işaretlerini hiçbir zeminde esirgemiyor. Misal, AKP kurucularından Ayşe Böhürler'i, Şemdinli'de çok can kaybı olup olmadığını sorduğu için, “Yok öyle bir şey! Kaynağın Fırat Haber Ajansı mı” diye paylayabiliyor.
Yeni Şafak'taki köşesinde “Kör, sağır, dilsiz olmayı yasaklayan bir dine mensup olup gördüklerimizi, işittiklerimizi ifade etmemek arasında çelişkiler yaşarken en iyisi (…) susma orucu tutmak" diyen Böhürler, ihtimal Başbakan'ın tavrına gönderme yapıyor.
Ne dersiniz; Böhürler, “fazla oluyorsa cevap vermeyin” irtifasında dolaşan bir gazeteciliğe, “hiç olmazsa susma orucu tutmak” gibi asgari bir çare de önermiş olmuyor mu?
Velhasıl manşet savaşlarında değişen bir şey yok. Habercilik, Başbakan'ın manşetlerine karşı savaşıyor.