04 Mart 2016

‘Sansüre hayır’ diyen AK Parti Programı’na da kayyum atamanın Zaman’ı gelmedi mi!

El konan medyalarda, o medyaların sahiplerine karşı yaylım ateşi dönemi...

“Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonamaz...”
Anayasanın “Basın araçlarının korunması” başlığını taşıyan 30. maddesi bu hükmü taşıyor.
Anayasadaki bu emredici hükme rağmen AKP iktidarının ana yasasında formül şöyle işliyor:
- Savcılıklar; “terör örgütü” iddiası eşliğinde, misal Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın vaktiyle “Ne istedilerse verdik” dediği Fethullah Gülen cemaati ile doğrudan veya dolaylı ilişkili olduklarını öne sürdükleri şirketlere kayyum atanarak devlet tarafından el konmasını talep ediyor.
- Bu operasyonlardan hemen önce (Haziran 2014) kurulan “sulh ceza hâkimlikleri” talebi kabul ediyor.
- El konulan şirketlerin bünyesinde olduğu gerekçesiyle basın yayın organları ve araçlarına da -anayasaya rağmen- el konuyor.
- Atanan kayyumlar; el koydukları yayınlarda, el koydukları şirketlerin paralarıyla, el koydukları şirketlerin sahiplerine karşı yaylım ateşi başlatıyor.
- Ticaret hukukunun “el konan şirketlere geçici olarak atanan kayyumların, o şirketlerin faaliyetlerini o şirketlerin yararına sürdürmek zorunda oldukları” yolundaki temel hükmü de bir kenara bırakılarak, sahiplerine açılan yaylım ateşinin ardından el konan şirketlerin medyalarının kapısına kilit vuruluyor.

Bu aşamaların hepsi, Gülen cemaati operasyonu kapsamında el konan Koza/İpek grubunun medyalarında yaşandı.

AKP Programı’ndaki demokrasi yükü!

Ama konumuz ne anayasa bugün, ne ticaret hukuku, ne Anayasa Mahkemesi kararına uymayacağını açıklarken yerel mahkemeleri yüksek mahkemeye karşı direnişe çağıran Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan.
Konumuz; anayasanın emredici hükümlerine rağmen İpek grubunun ardından Zaman ve Today’s Zaman gazeteleri ile Aksiyon dergisi ve Cihan Haber Ajansı’na da kayyum marifetiyle devlet tarafından el konmasının, internette yüzlerce habere erişimin engellenmesinin, gazetecileri hedef alan soruşturma yağmurları ve tutuklamaların bir kez daha zihinlerde yürürlüğe soktuğu AK Parti Programı.
İktidarında, 28 Şubat sürecinde Necmettin Erbakan başbakanlığındaki REFAHYOL koalisyonunu istifaya zorlayarak deviren generallerin bile yapmadıklarına/yapamadıklarına tanık olduğumuz AKP’nin programına bir kez daha bakmanın vaktidir.
Malum, “program”, siyasi partilerin -kuruluş sırasında kurucular tarafından imzalanarak İçişleri Bakanlığı’na verilmesi de zorunlu olan- temel belgelerinden biridir. Partilerin merkez organları “program”a uymakla yükümlüdür.
Parti programları, Siyasi Partiler Kanunu'nda düzenlenen bu “hukuki” çerçevenin dışında ve üzerinde “siyasi” bir ağırlık taşırlar. Siyasi açıdan program, partilerin kamuoyuna ilan ettiği taahhütnamedir. Siyasi partiler, halka “program”larıyla söz verirler. Velhasıl programlar, partilerin anayasası sayılır.
Aşağıda, yaklaşık iki yıldır “paralel devlet yapılanması / Fethullah Gülen terör örgütü - FETÖ” suçlamaları eşliğinde yıllarca ittifak kurduğu Gülen cemaati ile çatışan AKP’nin 14 Ağustos 2001’de kurulurken ilan ettiği programından pasajlar okuyacaksınız.
“Sansüre hayır” diyen, “medyaya siyasi baskıya karşı çıkan”, “özgür haber alma hakkı” karşısında önünü ilikleyen o AKP Programı’ndaki sözlerin, bu Türkiye’nin mimarı AKP’nin bagajında nasıl bir “demokrasi yükü” hâline geldiğini göreceksiniz.
Demokrasi “araç” olarak işlevini görmüş olmalı ki, aşağıdaki vaatlerden bugünlere geldik, buyrun:

Haber alma hakkına saygı ve özgür medya sözü

- Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır.

‘Medyaya siyasi baskı engellenecek’

- Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır... Medya çalışanlarının iş güvencesi ve sosyal güvenlik sorunları dolaylı olarak haber alma özgürlüğünü etkilemektedir. Bu nedenle medya çalışanlarının uluslararası standartlarda bir çalışma ortamına ve iş güvencesine kavuşturulmaları sağlanacaktır... Medyayı denetleyen kurumların objektif kriterlerle hareket etmesi sağlanacak, bu kurumların medya üzerinde siyasi baskı aracı haline gelmeleri engellenecektir.

‘İfade özgürlüğü’ sözü

- Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir.
- Özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur. Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
- Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir... İnsan hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacak, devlet organları ile bu kuruluşlar arasında sıkı bir işbirliği oluşturulacaktır. İnsan hakları ihlallerinin tespiti, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, insan hakları eğitimi ve kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir...  

‘Sansüre karşı önlem’ sözü

- Sansür ve benzeri kavramların tanımı, şüpheye mahal bırakılmaksızın ve tamamen sivil inisiyatif tarafından belirlenecek ve önlemler de yine siyasi iradenin dışında alınacaktır.
- Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir, özdeyişi, partimizin temel ilkelerindendir. Partimiz, bireyi bütün politikaların merkezine alarak demokratikleşmenin sağlanmasını, temel insan hak ve özgürlüklerini temin etmeyi ve korumayı en önemli ödevleri arasında sayar.
- Partimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin, sivilleşmenin, demokratikleşmenin, inanç özgürlüğünün ve fırsat eşitliğinin esas kabul edildiği bir zemindir.

- Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadeleleri sonucu elde edilmiş kazanımıdır. Bu özgürlüklerin düzeyi medeni bir toplum olmanın göstergesidir. Medeni dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun da beklentisidir.

- Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır. Bu inanç tüm sosyal ve iktisadi dinamikleri harekete geçiren temel güçtür. Ayrıca bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.

 Çoğunlukçuluk ile çoğulculuğa dair...

- Demokrasi hoşgörüye dayanan bir sistemdir. Demokrasilerde vatandaşlardan bir kısmının daha üstün hak ve özgürlüklerden ya da ayrıcalıklardan yararlanması mümkün değildir. Demokrasilerde vatandaşlar, yasaların eşit koruyuculuğu altında özgürce yaşarlar. Farklı tercihlerin rekabeti, sağlıklı bir demokratik sistemin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yarışta çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler. Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz…

Ne dersiniz; medya, ifade özgürlüğü ve yargı üzerinde cumhuriyet tarihinin en büyük sivil baskısını inşa eden AKP’nin “demokrasi memokrasi” diyen programına da bir kayyum dokunuşu gerekmiyor mu?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?