13 Ağustos 2012

Numan Kurtulmuş da öğretti; hayat er ya da geç kalbinizi kırar!

Evet, Numan Kurtulmuş! Yaptığına şaşırmamak gibi bir “affediş” ne insana yakışıyor, ne geçmişine, ne de şimdiki zamana...

ABD'de başkanlığa seçildiğinde bu koltuktaki en genç ve ilk Katolik isim olan John F. Kennedy, 22 Kasım 1963'te bir suikast sonucu öldürüldü. Henüz 46 yaşındaydı. İrlanda asıllı bir Amerikalıydı. En yakınındaki isimlerden Kenny O'Donnell, suikastin ardından radyoda şunları söyleyecekti:

“Er ya da geç dünyanın kalbinizi kıracağını bilmiyorsanız, İrlandalı olmanın ne faydası var?”

Hayatı geldiği gibi kabul etmek mi dersiniz, bir tür kadercilik mi, bilmiyorum. Ancak bu sözleri her hatırlayışımda İrlandalıların yerinde bu topraklarda yaşayanları bulurum. Hiç olmayacak insanlar tarafından bile biteviye kırılan insanları.

Aslında şaşıracak bir şey yok değil mi? Elbette hiç olmayacak insanlar kırabilir insanı, en çok güven verenler. Ama şaşırmamak gibi bir “affediş” de yakışmıyor insana.

Benim için, AKP'ye iltihak etmeyi tartışan HAS Parti'nin hikâyesi bu civarda başlıyor.

Sonunu ezbere bildiğimiz bir siyaset hikâyesi değil anlatmak istediğim; HAS Parti liderinin, sonunu ezbere bildiğimiz bir siyasetin yoluna revan olması...

Numan Kurtulmuş!

Evet, ünlem koydum adına. Bu, o ünlemin hikâyesidir. Hem yarattığı hayal kırıklığı, ama hem de bir zamanlar, kendisine inananları hayal kırıklığına uğratabilecek bir irtifada görünmesi hak ediyor bu hikâyeyi.

“Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan'a rağmen aday olur mu” sorusu etrafında dönen ve hayatın bu iki siyasetçi arasındaki akışına epey uygunsuz düşen o tartışma sırasında Kurtulmuş'u düşündüm. Acaba, Saadet Partisi'nde kendisine son anda çekilmiş numaranın AKP'deki faili olmayı hayal etmiş midir?

Bunu neden soruyorum? Soru; sağcı-solcu, şucu-bucu fark etmez, Kurtulmuş'un, kendisine inananlara sordurduğu soruda cevabını buluyor:

Siyasetin bu ülkede hep küçük harflerle yazılan sayfasına, ne oldu da Numan Kurtulmuş kendi adını da ekledi?

Adına bitişik okuduğumuz o ünlem işareti bundan işte. Neden, siyasetin her gün bir kez daha tutulmayan bir söz gibi izlediğimiz yoluna da talip oldu Kurtulmuş?

Biliyorum, insan, kişiliğinin dehlizlerinde bir yabancı gibi de çıkıyor kendisinin karşısına. Bazen, “kendimiz hakkında bilmediğimiz bir şey daha”yızdır, bunu da biliyorum. Peki bu mudur Numan Kurtulmuş meselesi için cevabımız, emin değilim.

Gözümüzün önündeki hikâyesi malum. Siyasetin Karadeniz boyundan Kurtulmuş, 1959'da Ordu'da doğmuş, Ünye'de. İslam ilmihali yazmış bir dedesi, Necmettin Erbakan ile üniversiteden itibaren yakın olmuş tıp doktoru bir babası var. Tıp doktoru ve bu ülkede imam-hatip hareketinin kurumsal çatısı olmuş İlim Yayma Cemiyeti'nin kurucu kuşağından bir baba.

Erbakan'ı tanıdığı ve izlemeye başladığı ilk gençlik yıllarında Tayyip Erdoğan da var. İlim Yayma Cemiyeti’nin inşa ettiği, açılışını 1958’de Başbakan Adnan Menderes’in yaptığı İstanbul İmam-Hatip Lisesi'nde tanıştığı Erdoğan'la 40 yıla yaklaşan bir hukuku bulunuyor.

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirmiş. Doktorasını tamamladığı ABD'de yolu Temple ve Cornell üniversitelerinden geçmiş. Ardından İstanbul Üniversitesi'nde sosyal politika ve insan kaynakları üzerine çalışma ve elbette hocalık. Profesör. Kendisi gibi öğretim üyesi olan eşinin, başörtüsü nedeniyle 28 Şubat döneminde üniversiteden ayrılmak zorunda kaldığını biliyoruz.

Baba dostluğundan referanslı siyaset yoluna, Erbakan'dan aldığı davet üzerine Fazilet Partisi ile çıktı Kurtulmuş. Sene 1998. Partinin İstanbul İl Başkanlığı'na ve Genel İdare Kurulu üyeliğine getirildi. FP kapatılınca 2001 yılında Saadet Partisi'ne (SP) katıldı.

SP'de Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül liderliğindeki yenilikçilere uzak değildi. Ancak onlarla birlikte hareket etmedi, Erdoğan'ın AKP'yi kurarken yaptığı daveti geri çevirdi. Ve Saadet Partisi'nde Genel Başkan Yardımcılığı'nın ardından, Erbakan'ın işaretiyle,  Ekim 2008'de genel başkanlığa getirildi. Hoca, oğlu Fatih Erbakan'ın henüz genel başkanlık için küçük olduğunu düşünüyordu!

Ancak 2010 yılında yapılan kongrede, Erbakan'ın belirlediği Genel İdare Kurulu listesine kendi listesiyle karşılık verince SP'deki vadesi doldu. Listesi veto yiyen Erbakan, kendisinin partiden tasfiye edildiğini düşünmüş, arkadaşları mahkemeye başvurarak partinin kayyuma devrini sağlamıştı. Sonunda Erbakan ancak asansörle kürsüye çıkabildiği kongrede yeniden genel başkanlığa seçildiğinde Kurtulmuş ve arkadaşları “Siyaset yapma imkânı kalmadı” diyerek Ekim 2010'da SP'den ayrılmıştı.

Nihayet Hoca'nın işaretiyle geldi, yine Hoca'nın işaretiyle gitmek zorunda kaldı, diyebilirsiniz. Ama o kadar değil. Ayrılmayı iyi bildi Kurtulmuş. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” diye kendisini uyaran Erbakan'a, “Biz sürü değiliz” karşılığını verdi. Ve 1 Kasım 2010'da Halkın Sesi Partisi'ni (HAS) kurdu, ilk olağan kongrede genel başkanlığa getirildi.

HAS Parti, Kurtulmuş'un hikâyesinde önemli. Zira, “iyi insan” vasfıyla “güven” kabilinden dikkat çekmiş birisi olarak, kimsenin işaretiyle değil kendisi ve arkadaşlarından aldığı güçle ilk kez yola koyuluyordu.

Parti, 11 Haziran 2011 seçimlerinde yüzde 1 oranında bile oy alamasa da, söylemiyle AKP'yi rahatsız edebilmişti. Kurtulmuş'un “Harun olmaya geldiler Karun oldular. Biz firavun olmayacağız” sözleri, Tayyip Erdoğan'ın elçi göndermesine bile neden olmuştu. HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu duyurdu da bunu, Erdoğan'ın “Bize firavun demesin” diye haber gönderdiğini açıkladı.

“Karun” söylemiyle AKP'yi  “sebepsiz zenginleşme” yolunda kuvvetli bir iddiayla eleştiriyor, İslamî söylemde başlıbaşına bir literatürü ifade eden “firavun” benzetmesiyle “baskıya, zulme” vurgu yapıyordu. Misal, Kürt sorunu konusunda AKP'ye sağlam eleştiriler yöneltiyordu.

Geldik 2012'ye. Aylardan Temmuz. AKP'ye geçeceği haberleri üzerine yaptığı utangaç açıklama “Teklif gelmedi” noktasında kalan Kurtulmuş, “Hayır AKP'ye gitmeyeceğim” demiyordu. Nitekim, birkaç gün sonra Başbakan Erdoğan'la yaptığı uzun görüşmenin ardından HAS Parti'nin AKP'ye katılmasının görüşüldüğü duyurulacaktı.

Reel siyaset, tamam. İktidar, daha yakın bir yerdeyse, neden olmasın? Bu da tamam.

Ama kişisel mücadelesinde henüz görünmemiş bir iktidara da talip olmak yok mu Kurtulmuş'un hikâyesinde?

Var!

Hoca'nın işaretiyle genel başkanlığına geldiği SP'den daha düne kadar ağır suçlamalar yönelttiği AKP'ye niyetlenmesine kadar, var. “Karun olanların” arasına katılacak kadar bir mesafeyi kat ettiğine göre, var.

“Reel politik” demiştik. O realitenin içinde iktidar varsa, siyasal etiğin zihinsel bir tasavvur olmaktan çıkıp hayati bir pratik olarak sınanması da var. Umursamayabilirsiniz, ama bu yoldan bir iktidarın böyle bir bedeli de var.

‘Çoğunluğun iktidarı’ndan bahsediyorum, hakkaniyetin değil.

Hakkaniyet? Hayatta hiçbir şeyimiz az olmadı onun kadar!

Peki Kurtulmuş'un hikâyesindeki kırılmayı, “etik” bir meseleden önce neyle açıklayabiliriz?

HAS Parti'yi kurma hatası! Sükuneti, hakkaniyete hassasiyeti, nezaketi, iyi insanlığı, tamam. Ancak Kurtulmuş'un, bir siyasi hareketi örgütleyip yükseltecek bir etkisi, o adlandırmakta zorlandığımız kavramla söylersek, karizması olduğunu öne sürebilir misiniz?

Kurtulmuş'un hikâyesinde öne çıkan, etik bir sapmadan önce işte bu öngörüsüzlük, HAS Parti'yi kurarak yaptığı hatadır. Kendisine inananlara hiç olmazsa “pardon” demesini gerektiren bir hatadan söz ediyorum.

“Aldatmak söz konusuysa aldatılmayı tercih ederim” diyen Mehmet Bekaroğlu ve diğer yol arkadaşlarından “özür”ü esirgememeli Kurtulmuş. Hiç olmazsa HAS Parti Programı'nın sonundaki “Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak” sözünün hatırına, bunu yapmalı.

Hiç düşündünüz mü; insanın kendisine karşı görevleri nelerdir?

Benim cevaplarım arasında, gerektiğinde özür dilemek ön sıralarda yer alıyor.  Doğruları, hep başkaları adına bilen insanlardan söz etmiyorum. Hiç “ol”mayan, ama hep “olması gerekeni bilen”lerden de...

Kurtulmuş, samimiyet bahsinde bir rivayet olarak dolaşmak istemiyorsa, o özürü önce kendisi için dilemeli.

Evet, Numan Kurtulmuş! Yaptığına şaşırmamak gibi bir “affediş” ne insana yakışıyor, ne geçmişine, ne de şimdiki zamana...

Bu hikâyenin tekrar öğrettiğini unutmayın; er ya da geç hayatın kalbinizi kıracağını bilmiyorsanız, yanlış yerdesiniz!..

 

Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"