Türkiye'de darbeler ve askeri müdahaleler, anayasaların bir “toplum sözleşmesi” olarak benimsenmesini mümkün kılmadı. Her müdahale eşliğinde gündeme getirilen anayasalar ile anayasa değişikliklerinin temel özelliği “bir önceki döneme tepki” oldu. Günün ihtiyaçlarına göre yapılan anayasalar geleceği kucaklayacak dinamik bir yapıdan yoksun kalınca ne uzun ömürlü olabildiler, ne de kısa ömürlerinde toplum tarafından sahiplenildiler.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra yapılan 1982 Anayasası bugüne kadar tam 15 kez değiştirildi. 83 maddenin değiştirildiği bu süreçte Anayasa metnine dahil olan “Başlangıç” bölümü de elden geçirildi.
1982 Anayasası, bu kez AKP'nin hazırladığı değişiklik paketi nedeniyle tartışılıyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, değişikliğin temel gerekçesini “halk egemenliğini her alanda tesis etmek ve halkın iktidarını güçlendirmek” olarak açıkladı.
Rousseau'nun “genel irade” kuramını çağrıştıran bu yaklaşım açıklanan paketle birlikte değerlendirildiğinde, çağdaş devlet düzenlerinde hayati bir yeri bulunan “kuvvetler ayrılığı” prensibini ihmal etmiş görünüyor.
Siyasi düşünceler tarihi; kuvvetler ayrılığını kapsamayan “halk iradesi” yaklaşımının “genel iradenin yaptığı zorunlu olarak doğrudur” ve “genel irade dışında kalan yanılmıştır” sonucuna varacağı konusunda yapılan tartışmalarla dolu 200 yıllık bir birikimi de içeriyor.
Nitekim AKP'nin açıkladığı paket konusunda yargıdan yapılan açıklamada da, Anayasa'nın “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin ihlal edildiği görüşü öne çıkıyor.
'Kuvvetler arasında üstünlük sıralaması yapılamaz'
“Kuvvetler ayrılığı” klasik olarak yasama, yürütme ve yargı organları arasında bir ayrıma işaret eder. Ancak parlamanter sistemde asıl ayrım “yasama” ve onun içinden çıkan “yürütme” ile “yargı” arasındadır.
1982 Anayasası'nın “Başlangıç” bölümünde, kuvvetler arasında bir üstünlük sıralaması bulunmadığının altı şu ifadeyle kalın biçimde çiziliyor:
“Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu...”
Açıklanan paket, Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na ilişkin düzenlemeler ve parti kapatma davası için TBMM'nin “izin” makamı haline getirilmesi noktalarında “kuvvetler ayrılığı” ilkesini dikkate almaktan uzak görünüyor.
Cumhurbaşkanı'nın üye oranı yüzde 26'dan 37'ye çıkıyor
Pakette bu açılardan dikkat çeken tekliflleri birlikte inceleyelim:
- Mevcut düzenlemeye göre Anayasa Mahkemesi 11 asıl, 4 yedek üyeden oluşuyor. AKP'nin paketinde yüksek mahkemenin 19 asıl üyeden oluşması teklif ediliyor.
- Mevcut düzenlemede Cumhurbaşkanı Yargıtay (2 asıl 2 yedek), Danıştay (2 asıl 1 yedek), Askeri Yargıtay-Askeri Yüksek İdare Mahkemesi-Sayıştay-YÖK (1'er asıl) tarafından aday gösterilen üçer kişi içinden 8 asıl, 3 yedek seçiyor. 3 asıl 1 yedek üyeyi de üst kademe yöneticiler ve avukatlar arasından doğrudan atıyor.
- AKP'nin teklifinde Cumhurbaşkanı'nın (yüksek öğrenim görmüş vatandaşlar, yüksek idareciler ve Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından) doğrudan atadığı üye sayısı 7'ye ulaşıyor. Bir başka deyişle yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanı'nın Anayasa Mahkemesi'ne doğrudan atadığı üye sayısının toplam üye sayısına oranı yaklaşık yüzde 26'dan yüzde 37'ye çıkıyor.
Yüksek yargının üye gönderme oranı yüzde 60'tan yüzde 32'ye iniyor
- 11 asıl 4 yedek, toplam 15 üyeli mevcut Anayasa Mahkemesi'nde Yargıtay'ın 4, Danıştay'ın 3 olan üye kontenjanı 19 üyeli yeni yapıda sırasıyla 3 ve 2'ye indiriliyor, YÖK'ün kontenjanı ise 1'den 3'e çıkarılıyor. Yüksek yargı kurumlarının (Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) yüzde 60 olan 11 asıl, 4 yedek üyeli Anayasa Mahkemesi'ne üye gönderme oranı 19 üyeli yeni yapıda 32'ye düşürülüyor.
19 üyeli Anayasa Mahkemesi'ne yargıdan 6 üye
- Yüksek mahkemeye 3 üyeyi de, 2'si Sayıştay üyeleri, birisi avukatlar arasından olmak üzere TBMM'nin seçmesi öngörülüyor. Sonuçta 19 üyeli olması öngörülen ve Yüce Divan görevi de yapan Anayasa Mahkemesi'ne yargıdan (Yargıtay, Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) gönderilecek üye sayısı 6 ile sınırlı tutuluyor. Kalan 13 üyenin çoğunluğunu iktidarın oluşturduğu TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi öngörülüyor.
Hukukçuların çoğunlukta olmadığı bir Anayasa Mahkemesi ihtimali
- Teklif, Cumhurbaşkanı'nın doğrudan atadığı üyelerde hukuk formasyonu aramaması durumunda hukukçuların çoğunlukta olmadığı bir Anayasa Mahkemesi yapısını gündeme getirebilir!
HSYK'da bakan ve müsteşar kalıyor, yüksek yargı budanıyor
- Yargı bağımsızlığı tartışmalarının odak noktası olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) gelince... Yargıya müdahale kaygısının çıkış noktası olan Adalet Bakanı ile müsteşarının HSYK başkanlığı ve üyeliği ne yazık ki, AKP teklifinde de korunuyor. Hiçbir iktidarın vazgeçemediği bu çarpıklığın korunduğu teklif, bu açıdan “reform” iddiasından uzaklaşıyor.
- Asıl üye sayısı 7'den 21'e, yedek üye sayısı 5'ten 10'a çıkarılması önerilen HSYK'nın bakan ve müsteşar dışında kalan 5 üyesi Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşuyordu. Yeni düzenlemede kurulun asıl üye sayısı 21'e çıkarılırken Yargıtay ve Danıştay'ın üye kontenjanı 5'ten 4'e çekiliyor. Ancak kurula adli ve idari hâkim ve savcıların 10, Anayasa Mahkemesi'nin de 1 asıl üye seçmesi öngörülüyor.
Cumhurbaşkanı da HSYK'ya 4 üye atayacak
- AKP'nin teklifinde yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanı'na HSYK'ya da üye ataması konusunda önemli bir yetki getiriliyor. Yeni düzenleme kabul edilirse Cumhurbaşkanı HSYK'ya “öğretim üyesi, üst düzey yönetici ve avukatlar” arasından 4 asıl üye atayacak. Adalet Bakanı ve müsteşarın varlığına ek olarak yürütmeyi HSYK içinde daha da kuvvetlendiren bu durum “yargı bağımsızlığı” tartışmasını boyutlandıracak gibi görünüyor.
- Yeni HSYK'nın kritik önem taşıyan toplantı ve karar yeter sayısının “kanun düzenlemesine” bırakılması dikkat çekiyor.
YAŞ'a açılan yargı yolu toplu sözleşmeye kapanıyor
- AKP teklifinde öne çıkan prensiplerden birisi, “yargı denetimi” olarak görünüyor, ancak bu konuda çok önemli istisnalar getiriliyor. Ordudan ihraçlara ilişkin Yüksek Askeri Şûra kararları ile memurlara verilen uyarı ve kınama cezalarının yargı denetimine açılması olumlu adımlar olarak dikkat çekiyor. Yüce Divan kararlarına karşı da “yeniden inceleme” mekanizması teklif ediliyor.
- Ancak memurlara “grev hakkı” esirgenerek tanınan toplu sözleşme hakkına ilişkin görüşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanması durumunda “uzlaştırma kurulu”nun kararlarının “kesin” olduğu, yani yargıya götürülemeyeceği belirtiliyor.
Siyasi partilere dava açma iznini parlamentodaki partiler verecek
- Yargı yolunda “itiraz”dan esirginen diğer konu, AKP paketinde tartışma yaratan parti kapatmalara ilişkin teklifte somutlaşıyor. AKP; “parti kapatma” yolunu tamamen kapatma yerine bu konuda yargıda dava açılmasını “parlamento izni”ne bağlıyor.
Parlamentoda grubu bulunan partilerin 5'er üyeyle temsil edilecekleri komisyona TBMM Başkanı'nın başkanlık etmesi ve parti kapatma davasına bu kurulun izin vermesi teklif ediliyor.
- Parlamentoda temsil edilen partileri, kendilerinin ve diğer bütün partilerin hedefi olabilecekleri davalar konusunda “karar verici” konuma getiren bu öneri, açıklanan paketin kuvvetler ayrılığı prensibinden en uzaklaştığı bölüm olarak dikkat çekiyor. Komisyonun kararlarının kesin olduğu, bir başka deyişle itiraza kapalı olduğu da teklifte yer alıyor.
Parti kapatma için Anayasa Mahkemesi'nde aranan nitelikli çoğunluğun da 5'te 3'ten 3'te 2'ye çıkarıldığını not edelim.
Halka 'ya hep, ya hiç' denilecek
- Paket, askerlerin, askeri suçlar dışında kalan konularda sivil yargıda yargılanmaları, yurtdışına çıkış yasağının yargı kararına bağlanması, 12 Eylül darbecileri ile darbe tasarruflarına koruma sağlayan geçici 15. maddenin kaldırılması, kişisel bilgilerin korunması, yaşlı-çocuk, engelli ve kadınlar için pozitif ayrımcılık öngörme konularında olumlu adımlar içeriyor. Ancak anayasa paketi elbette bu noktalarla değil, temel hedef olarak belirlediği yargıdaki yeniden yapılanma teklifleri üzerinden tartışma yaratacak.
- Bu kadar geniş alana yayılan böylesine önemli konuların “tek paket” halinde halkoyuna sunularak vatandaştan sadece tek “evet” ya da “hayır” cevabının isteneceğinin açıklanması da ayrı bir sorun olarak dikkat çekiyor. Değişiklikleri bir “toplum sözleşmesi” olmaktan uzaklaştıracak olan “ya hep ya hiç” yaklaşımının, halkın önemli bir bölümünün Anayasa'yı sahiplenmeme eğilimini kuvvetlendireceğini söyleyebiliriz.
Muhalefetteki AKP, iktidardaki AKP'ye itiraz ederdi!
Üzerinde bir konsensüs sağlanmasına imkân bulunmayan bu paketin, diğer partiler bir yana, “muhalefete düşen bir AKP” açısından bile önemi itirazlar doğuracak yönleri bulunuyor.
“Tayyip Erdoğan kendi Cumhurbaşkanlığı'na göre ayarlanmış bir Anayasa hazırlatıyor” tartışması yakındır.
AKP, “Türkiye'ye yakışmıyor” dediği darbe anayasasının en temel özelliklerinden biri olan “yürütmenin güçlendirilmesi” eğilimini, aşırı ölçülere vardırmaya çalışarak sahipleniyor...