TBMM Anayasa değişikliklerinin ilkini hayata geçirdi ve Anayasa Mahkemesi'ne üye seçme yetkisini çarşamba günü kullandı. Bu seçim, Anayasa değişikliği tartışmaları sırasında dile getirilen “kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlal edildiği, yürütme organının yargıya müdahale etmesine kapı açıldığı” eleştirilerinin yersiz olmadığını gösterdi. Zira TBMM Genel Kurulu, bir “seçim”e değil, hükümet tarafından Anayasa Mahkemesi'ne yapılmış bir “atama”ya sahne oldu.
Böylece AKP, anayasa değişikliği paketini gündeme getirdiği andan itibaren nişan aldığı en önemli sonuçlardan birini elde etmiş bulunuyor.
Yürütmenin yargıya “atama” yapmasına olanak sağlayan yolun nasıl açıldığını hatırlattıktan sonra, TBMM'deki son seçimin, hem aday öneren kurumlarda, hem de parlamentoda yapılan “seçim”i nasıl anlamsız hale getirdiğine bakalım.
12 Eylül'de kabul edilen değişiklik paketi ile Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 17'ye çıkarıldı. 17 üyenin 14'ünü Cumhurbaşkanı doğrudan veya kendisine önerilen adaylar arasından, 3'ünü de TBMM Sayıştay (2) ile baro başkanlarının gösterdiği üçer aday içinden seçiyor.
TBMM'de yapılan seçimlerde ilk turda üye tam sayısının (550) üçte ikisinin (367), ikinci turda salt çoğunluğunun (276) oyu aranıyor. Sonuç alınamazsa ikinci turda en çok oyu alan iki adayın katılımıyla üçüncü tur yapılıyor. Üçüncü turda salt çoğunluk da aranmıyor ve en çok oyu alan aday Anayasa Mahkemesi'ne seçilmiş oluyor.
Hükümet, Sayıştay'da en az oy alan adayı seçti
Anayasa'nın yeni hükümlerine göre yapılacak üye seçimi için Sayıştay Genel Kurulu üç aday belirledi. Sayıştay'daki seçimlerde 40 oy alan Rıdvan Güleç, 35 oy alan Cavit Özkahraman ve 28 oy alan Hicabi Dursun Anayasa Mahkemesi'ne üye adayı olarak TBMM'ye bildirildi.
TBMM Genel Kurulu'nda, çarşamba günü, milletvekillerine oy verecekleri adayların özgeçmişleri bile dağıtılmadan yapılan seçimlerde, AKP milletvekilleri tam kadro katılmadığı için ilk turda üçte iki çoğunluk, ikinci turda da salt çoğunluk sağlanamadı. Muhalefetin protesto ederek katılmadığı oylamanın üçüncü turunda hükümetin desteklediği aday olan Hicabi Dursun Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi.
AKP'nin taslağında bu yöntem reddedilmişti!
Sonuçta Sayıştay kontenjanından Anayasa Mahkemesi'ne gönderilecek isim, Sayıştay'da yapılan seçimlerde en az oyu alan isim oldu.
Olamaz mı, olabilir. Zira, pek çok demokratik ülkede parlamento Anayasa Mahkemesi'ne üye seçiyor. Parlamentonun üye seçmesinin, “negatif yasa koyucu” olarak da adlandırılan anayasa mahkemelerinin demokratik meşruiyetini güçlendirdiği görüşü de genellikle kabul görüyor.
Ancak burada Sayıştay'da yapılan seçimden sonra parlamentoda yapılan “seçim”i de anlamsız kılan sorunlu bir düzenlemenin AKP tarafından Anayasa'nın içine yerleştirildiğini kabul etmemiz gerekiyor. Zira, parlamentoda yüksek yargı için yapılacak bir seçimin nitelikli çoğunluk esasına dayandırılmaması, sonuçta parlamentoya hakim olan çoğunluğu, bir başka deyişle iktidarı “tek belirleyici” konumuna getiriyor.
Ciddi hukukçular, iktidar çoğunluğunun yüksek yargı için TBMM'de yapılacak seçimlerde tek belirleyici olmasının sakıncalı olduğu görüşünde birleşiyor. Üstelik bu görüş, AKP'nin 2007 yılında Prof. Ergun Özbudun başkanlığında oluşturulan komisyona hazırlattığı anayasa taslağında da aynen yer alıyor!
Örneğin taslakta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği için TBMM'de yapılacak seçim “nitelikli” çoğunluğa bağlanırken, madde gerekçesinde aynen şöyle deniyor:
“Meclis tarafından yapılacak üye seçimlerinde iktidar partisinin yegâne belirleyici olmasını önlemek için, nitelikli bir çoğunluk aranmıştır.”
Sayıştay'daki seçimde en az tercih edilen aday olmasına karşın AKP'nin desteğiyle Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen Hicabi Dursun'un mesleki birikimi ve niteliklerine haksızlık etmek istemeyiz.
Ancak TBMM'de yapılan seçim, referandumdan sonra ilk bertaraf edilenin kuvvetler ayrılığı olduğunu gösteriyor.
TBMM şimdi de baro başkanlarının göstereceği üç aday arasından bir kişiyi Anayasa Mahkemesi'ne gönderecek.
Sizce bu seçimi kim yapacak?
Barolar mı, TBMM mi, AKP mi!..