Ertuğrul Günay, hayatı önce soldan izlemiş, siyasete oradan katılmış birisi. İlk gençlik yılları için memleket geleneği de olabilir; Ordulu. Üniversitede Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda çalışmış. Sene 1969; Günay İstanbul Hukuk'u bitirirken Fikir Kulüpleri Federasyonu DEV-GENÇ'e dönüşecektir.
Sonra CHP yılları başlayacak. CHP, İsmet İnönü'ye karşı parti içinde zafer kazanan Bülent Ecevit'le yükselirken “sol kanat”ta öne çıkan isimler arasında Ertuğrul Günay da var.
1977 seçimlerinde “en genç milletvekili” olarak parlamentoya giren Günay, 12 Eylül darbesinin eziyetini çekenlerden. DEV-YOL sorgusu v.s derken bir yıl kadar cezaevinde kaldı. Daha sonra siyasete devam edeceği Sosyal Demokrat Halkçı Parti'de il başkanı da oldu, Genel Sekreter Yardımcısı da.
SHP'de Erdal İnönü'ye karşı liderlik mücadelesinde sonuç alamayan Deniz Baykal ile birlikte CHP'ye yöneldi. Darbecilerin diğer partilerle birlikte kapattığı CHP, 9 Eylül 1992'de Baykal'ın liderliğinde tekrar açıldıktan sonra Genel Sekreterlik koltuğuna Günay oturdu.
1994 seçimlerinde CHP'nin İstanbul Belediye Başkan adayı olarak Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkan isim de o. Diğer adaylar arasında SHP'den Zülfü Livaneli, ANAP'tan İlhan Kesici var.
2000'lere gelindiğinde, nihayet genel başkanlığına aday olduğu ve kazanamadığı CHP'den de ayrılmış, muhafazakâr aydın Prof. Mehmet Bekaroğlu ile birlikte “Müslüman Sol” hareketinin inşasına soyunmuş, ama hemen ardından AKP’ye iltihak etmiş bir Ertuğrul Günay görüyoruz.
Gümüş yüzük takarak inancını siyaseten ilan ettiği iddialarına da muhatap oldu Ertuğrul Günay, 12 Eylül'de hapsedildikten sonra dine yöneldiği iddialarına da. Ancak bilinir, CHP içinde de mütedeyyin bir insandır ve o yüzük gümüş değildir! Cami cemaati ile ilişkilere özeniyle aslında daha bir “halk” partilidir Günay.
Ve kurultay kürsülerinde, sağ elini yüreğinin üzerine vura vura selamlayarak bitirdiği konuşmaları hatırlarsanız, sıkı bir hatiptir.
Günay'ın hikâyesinden bir bölümün özeti bu. En soldan sağa doğru bir savrulma içerse de insana dair hiçbir şey şaşırtmamalı insanı. Elbette kıymetli dönemler, kıymetli hasletler içeren bir hayat Günay’ınki, ama parçalar bütünü ne kadar niteler?
Günay'ın hikâyesinde şöyle bir sorun var; kıymetli parçalarını sanki hep geçmişinde görüyor. Ve bugünkü durumunu geçmişte durduğu yerin diliyle tasvir etmeye kalkıyor. Ve bunu yaptıkça tepki görüyor.
Soldan katıldığınız bir yolun sonunda AKP'nin Kültür Bakanı olmak kolay değil. Bedel ödeyeceksiniz. Misal Meclis'te bakan olarak “Devlet Tiyatroları'nı büyütmekten” söz edip bütçenizi artıracaksınız, döneceksiniz ki Başbakan “Alın size özerklik, özelleştiriyorum tiyatroları” diyor. Haberiniz bile yok, o tiyatrocular ki bir bölümü eski arkadaşınız, işiniz zor.
“Ucube” deyip heykel yıktırıyor Başbakan, Kültür Bakanı'sınız, zor.
Allianoi antik kenti sular altında kalacak, “İçime sinmiyor”dan başka bir şey diyemeyeceksiniz, zor.
Günay'ın, bazen yüzünde unuttuğu tebessümüyle anlayış rica ettiği formül genellikle bu; “içime sinmiyor” veya “bu konuda konuşmayacağım... “
Peki sonuç? Numan Kurtulmuş'tan önce, “Müslüman Sol” projesinde Günay tarafından yolda bırakılmış Prof. Mehmet Bekaroğlu, bakın ne demiş Pınar Öğünç'e:
“Doğru, yol arkadaşı konusunda daha dikkatli olmam gerekiyor. Ama aldatma şeklinde bakacaksak, ben aldatılan olmayı tercih ederim. Arkadaşım Ertuğrul Günay'ın yakın zamanda yaşadığı iki olaya bakınca, acınacak durumda olan ben değilim.” (Radikal / 22 Temmuz 2012)
Bekaroğlu'nun, Günay'ı “acınacak” bir hale düşürdüğünü söylediği iki olaydan biri, Bahçelievler'de katledilen 7 TİP'li gencin elde olan katillerinin de serbest bırakılmalarıyla sonuçlanan 3. Yargı Paketi tahliyeleri. Olmayacak bir dil ile bugünü inşa etmeye yeltenmenin yanlışlığına odaklanan bu yazının da nedeni bu.
Ertuğrul Günay, partisi AKP'nin girişimi ve MHP'nin desteğiyle sağlanan bu tahliyeler için ne demişti, hatırlayalım:
'”Sanıyorum ki, hukuka inanan, adalet duygusunu arayan, adaletin kamu vicdanını tatmin etmesini bir ilke olarak benimseyen herkes, buna doğrusu çok rahatsız oldu. Ben de bu uygulamanın bilmeden ortaklarından birisi olarak doğrusu vicdan azabı yaşıyorum, bunu yüksek sesle ifade etmek istiyorum.”
Günay'ın bugünkü durumunu, geçmişte durduğu yerin diliyle tasvir etmesi bu işte. Katiller bırakılırken bile, maziden bir torpil ricası.
Herhangi bir sonucuna tanık olamadığımıza göre, Günay’ın vicdanı nerelerde öyle sessiz sedasız, öyle kendi başına sızlıyor acaba?
Sahi bu vicdan nedir? Kendi vaziyetinizi hak etmediğiniz bir mertebeye tayin etme yolunda arka cebinizde taşıdığınız kullanışlı bir malzeme mi?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “bir adaletsizliğin düzeltildiğini” söylemiş, “Samimiyse istifa etmeli” demiş Günay için. Samimiyet meselesi doğru, doğru da Bahçeli söyleyince samimi olmuyor!
Ümraniye'de katledilen 5 yoksul ülkücünün katillerini de serbest bırakan "Rahşan affı" hazırlanırken, "Aman PKK'lılar da serbest kalabilir" kaygısıyla bizzat ayrım yapan ve bugün dile getirdiği adaletsizliğin altına "Başbakan Yardımcısı" olarak imza atan Bahçeli de arşiviyle vedalaşanlardan. Katiller konusunda vaktiyle yaptığı ayrıma rağmen siyaset meydanında sözüm ona adalet pazarlamak ancak böyle bir vedayla olabiliyor!
Oy çokluğu, sağcı ya da solcu fark etmez, katilleri serbest bırakmaya yetiyor bu ülkede; adalet inşa etmeye değil.
Sağcı ya da solcu, o çocuklar hunharca koparıldı bu hayattan. Katillerin kollandığı bunca yıldan sonra, "ölümsüzlük" dileği gibi yetiştirdikleri evlatları katledilmiş insanları artık rahat bırakmalı. Bu kadar acıdan bile adaleti esirgeyen bir siyaset, utanmaktan başka bir şey bırakmadığına göre ortada, hiç olmazsa susmalı.
Ne diyorduk; Ertuğrul Günay.
Kaçtığınız gerçeğin sorusunu da sormazsınız… Günay, işte bunu yaparak bugün durduğu yerin dilini konuşmakta zorlanıyor. Anlam ve meşruiyet ihtiyacını gittiği yerde değil, terk ettiği yerde arıyor!
İnsan olmaya dair sorulardan kaçarsanız, hayat ve etik ancak çelişerek çıkar karşınıza.
“Ne için varız” mesela? Ya da insan “olduğu” şey midir, yoksa “yaptığı” şey mi? Ahlak, zihnimizdeki bir tasavvurdan mı ibarettir, yoksa hayati bir pratikten mi?
Kaçındığınız gerçeklerin sorularını sormazsanız, kendi haklılığınıza akıl dışı bir inançla savrulursunuz. Ertuğrul Günay'ın, bir siyasi göçebe, bir siyasi haymatlos olarak hikâyesi bunu da söylüyor bize. Ve aşırı bir yaşama içgüdüsünün, nihayet ölüme programlanmış şahane bir serüveni nasıl berbat ettiğini…
“Dün mutlu olmaya” çalışıyor Günay.
Olamayacak.
Bugünü dün inşa edemeyecek…